4 Nisan 2013 Perşembe

Türk doğulur da, olunur da...


Bugün yine ülke gündemiyle ilgili önemli bulduğum bir makaleyi daha buraya alıyorum. Yalnız makaleye geçmeden önce, bir iki cümle de ben etmek istiyorum.

Türk kelimesi çıkan her ağızdan ve bu kelimeyi niye duyup işitti diye neredeyse her kulaktan davacı olacak kadar içlerinde nefret yaşattıkları halde, halen içimizde bizimle beraber yaşamakta olan bir kesim var.

Bu güruhun sosyopatolojik durumunun ne olduğunu izah elbette uzmanına düşer. Fakat şu kadarını biliyoruz ki, tıpkı vücudun zayıf düştüğü bir zamanda bünyede uykuya yatmış görünen mikropların harekete geçmesi gibi, Türklerin en zayıf düştüğü bir zamanda, artık onu öldürmek zamanıdır diyerek gerçek kimliklerine bürünüp ayaklananlar, bu hevesleri kursaklarında kalınca yeniden kamuflaja giriyor, kimi yeniden dinci, kimi liberal solcu, kimi din sentezli milliyetçi oluyor! Ama ortak özellikleri aynı: Bu topraklardan Türk'ün ayağını kesmek için, içte ve dışta kim kendileri ile aynı gaye içinde ise, onunla derhal işbirliğin içine giriyor!..  

Adam Kürtçülük yapıyor, dibini karıştırıyorsun altından Ermeni komitacısı çıkıyor! Dini hassasiyeti yüksek görüntüsü veriyor, yine dibini karıştırıyorsun, altından; yeni bir din getirerek; İslamiyeti küreselcilerin emelleri ile tevhid etmek için vazifelendirilmiş "dinlerarası diyalogçular" çıkıyor!..

Hasılı, Kürtçüsü, Diyalogçusu, Siyonisti el ele, kol kola Türk'e ve Türklüğe; "Irkçı, kafatasçı, faşist!.." diyerek, dört bir koldan hücuma geçiyor!..

Öyleyse nedir bu, bunları bu kadar ürküten Türk ve nedir bu Türklük?..

Bakalım:

TÜRK DOĞULUR DA, OLUNUR DA...


Bugün ülkemizde en çok tartışılan konulardan biri, kavmiyetçilik-milliyetçilik meselesidir. Bu meseleyi bilmeyen ya da kendi siyasî amaçları için saptırarak, çarpıtarak yorumlayanlar, Türk milletinin kafasını karıştırmaya devam ediyorlar. Kavmiyet, doğuştan getirilen, kişinin iradesi dışında sahip olduğu, dolayısıyla bu özelliğiyle üstünlük davası yapamayacağı verili kimliğidir. Milliyet ise bile isteye tercih edilen, iradî olarak benimsenen, hangi kavme mensup olursa olsun insanların içine dahil oldukları üst toplumsal yapının adıdır. Yani farklı kavimlerden de gelseler, geniş bir insan kitlesinin ortak sosyolojik, kültürel ve hukukî değerlerde buluştuğu uyumlu, anlaşmış, kaynaşmış, birlikte hareket etme şuuruna sahip toplumsal yapının adıdır. 

Bu bağlamda ülkemizde insanlarımızın çok büyük bir bölümü Türk olarak doğmuş ve Türk olarak yaşamaktadır. Bir kısım vatandaşlarımız da farklı kavimlere yani etnik unsurlara mensup olsalar da zamanla aynı kültürü, aynı dili, aynı değerleri, aynı amacı paylaşarak Türk olmuşlar, Türklüğü millî bir kimlik olarak benimsemişlerdir. Bu bakımdan “Türk doğan” ve “Türk olan” insanlarımız, ortak değerlerde buluşarak tek bir millet yani Türk milleti olmuşlardır. Birlikte yaşadığımız uzun tarihî tecrübe bu sonucu doğurdu. Tarihin tabiî akışı içinde milletleşme sürecimizi büyük ölçüde tamamlamışken, son dönemlerde Batı emperyalizmi, Türk millet birliğini çözüp dağıtmak, parçalayıp birbirine düşman haline getirmek için yoğun bir çaba sarfediyor. Bu bağlamda bazı insanlarımıza sürekli etnik aidiyetlerini yani kavmiyet damarlarını hatırlatıp durarak onların kavmî kimliklerini Türk millet birliğine karşı kışkırtıyorlar ve ayrılıkçı Türk düşmanı haline getirmeye çalışıyorlar. Haçlı-Siyon tezgâhının bu projesini bugünlerde sözde İslamcı, liberal ve Kürtçü üçlüsü, ittifak halinde gerçekleştirmeye çalışıyorlar. Bu üçlü şer ittifakı, Türk millet birliğini bölüp paramparça edinceye kadar, emperyalizmin uygulama memuru olarak görevlerine sadakatla devam ediyorlar. 

Bu fitneye karşı bugünlerde en çok, değişik etnik köken sahibi vatandaşlarımızın uyanık davranması, tepki koyması ve kavmî aidiyetlerini öne sürmeyip kendilerini “Türk milleti” olarak tanımlamaları, “biz Türk doğmasak bile Tük olduk” yani, “ne mutlu Türk’üm diyene” demeleri gerekir. Böyle bir tavır sergilerlerse emperyalizmin bu coğrafyadaki oyunlarını bozmuş olacaklardır. Nitekim tarihimizde de Türk doğmayıp Türk olan pek çok örnek vardır. Ben sadece iki örnek vereceğim. Zira bu iki örnek, bugünün İslamcı geçinen siyasetçilerinin itiraz edemeyecekleri iki önemli kişi. Bu iki Türk-İslam büyüğünü dinlerlerse liberallerin ve Kürt ırkçılarının dümen suyundan belki çıkabilirler. Ayrıca Amerika’nın, Avrupa’nın, İsrail’in ve bu üç haricî bedhâhın yerli işbirlikçisi olan kozmopolit, dinsiz ve milliyetsiz liberallerin ve PKK’lıların oyuncağı olmaktan kurtulmalarını umut ediyoruz. 

Mehmet Akif, baba tarafından Arnavut’tur. Bunu kendisi de söylüyor. Arnavutluk onun kavmî kimliğidir. Ama o, hiçbir zaman Arnavut kavmiyetçiliği yapmadığı gibi, tam tersine Arnavutları daima Osmanlı Devleti’ne isyan ettiği, ayrı baş çektiği, kavmiyetçilik yaptığı için eleştirdi. Akif, Türklüğü etnik bir yapı, bilinen manasıyla bir kavmiyet olarak görmedi. O Türklüğü bir çok etnik unsurun içinde yer aldığı sosyolojik, kültürel, hukukî manada bir üst toplumsal yapı yani milliyet olarak gördü. Dünya genelinde İslam milleti, siyasi, idarî, coğrafî sınırları belli olan Türkiye’de ise Türk millet birliği üzerinde durdu. Ayrıca kendisini “Türk” olarak tanımlamaktan da çekinmedi. Arnavutluğundan yani kavmiyetinden ziyade, milliyetiyle yani Türklüğüyle övündü. Demek istediğimiz şu ki, etnik köken itibariyle Arnavut bile olsa bir insan, Türklüğü bir milliyet kimliği olarak benimseyebilir. Bunda gocunacak bir durum olmadığı gibi, birlik ve bütünlük sağlayan bir yaklaşım olduğu için şeref duyulacak bir durumdur. Yani Akif, Türk milliyetçiliğini ayaklar altına almadığı gibi, tam tersine “Türk eriyiz, silsilemiz kahraman” diye de Türk milliyetiyle övündü. 

Akif’in Türklüğü etnik bir yapı değil, her kavimden insanın içine dahil olabileceği genel bir milliyet şemsiyesi olduğu gerçeğini vurgulu bir şekilde ortaya koyan çok soylu bir tavrı vardır. Onu aktaralım: 
Yakın dostu Hasan Basri Çantay, onunla ilgili bir hatırasını şöyle nakleder: 

“Evet, ona tam bir İslâm şairi diyebiliriz. Kuvvetli, imanlı, ateşli bir İslâm şairi, fakat Türk, daima başta kalmak şartıyla. Dört lisanı edebiyatıyla bilen Âkif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk olarak yaşadı ve nihayet Türk olarak öldü. 

Âkif’in bir vakasını hatırlarım: İlk millî kaynaşma ve savaşlarda üstat Balıkesir’e gelmişti. Onun samimi arkadaşlarından biri Gönen’e teşkilât kurmaya gitmişti. Dönüşünde o arkadaş dedi ki: ....’ler (muhtemelen Rum çeteleri) Türklere cefa ediyorlar. Millî teşkilâtı boğmaya çalışıyorlar. Akif’in o zaman hiç düşünmeden, kükreyerek verdiği cevap şudur: “Orada bir Türk Ocağı açınız ve mücadele ediniz!” Akif’in beraberinde bulunan İstanbul’dan gelen bir kişi: “Üstat, sizi Türkçü görüyorum” demek istedi. Akif’in ağzından alev gibi şu kelimeler çıktı: “Ya ne zannediyorsun? Türk’e hiçbir kavmin horoz olmasına tahammül edemem!”(Akifname, s. 225, İstanbul 1966), (İstiklal Marşımız ve Mehmet Akif Ersoy, İsa Kocakaplan, s.79)" 

Benzer bir yaklaşımı Abdülhakîm-i Arvasî sergilemiştir. Kendisinin etnik aidiyet bakımından Arap olduğunu söyleyen bu maneviyat adamı, Arapçılık yapmadığı gibi, Türklüğü millî bir kimlik olarak rahatça benimsediğini de ifade eder. Şöyle der: 

"Ben bir Seyyid'im. Yani bu demektir ki (etnik olarak) Türk değilim. Ama yeryüzünde bütün Türkler silinse üç Türk kalsa biri ben olurdum. İki Türk kalsa gene biri ben olurdum. Son Türk kalsa da gene ben olurdum. Çünkü Türkler olmasa bugünkü manada İslamiyet olmazdı." 

Haçlı-Siyon emperyalizminin sunî biçimde önümüze başlıca sorun olarak koyduğu meselenin çözümü, öncelikle Türkiye’de herkesin “hepimiz Türk’üz” diye haykırmasında yatıyor. Yani çözüm, bütün farklı etnik köken sahiplerinin tam bir Türk millet birliği şuurunu içselleştirmesinden geçiyor. Yani ya milliyetçilik yapıp “hepimiz Türk’üz” diyeceğiz ve Haçlı-Siyon emperyalizmine bu coğrafyada ekmek yedirmeyeceğiz; ya da kavmiyetçilik yapıp “Kürd’üm”, “Arnavud’um”, “Çerkez’im”, “şuyum buyum” diye diye emperyalizme kolayca yem olacağız. 

İngiliz ajanı Lawrence’in şu sözünü de bugünler için dikkate alalım: "Türkiye'yi bölüp parçalamak için taşla, tüfekle savaş yapan ordusuna DİN DÜŞMANI; ülkesini sevenlere ise TÜRKÇÜ, IRKÇI, KAFATASÇI diyeceksiniz. Aksi takdirde Türkleri yenemezsiniz.."

Prof. Dr. NURULLAH ÇETİN

--------------------------------------------

(http://www.haberiniz.com.tr/yazilar/koseyazisi74283-Turk_dogulur_da_olunur_da.html)





  



   

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.