4 Eylül 2012 Salı

Padişahlığı ve halifeliği gerçekten Atatürk mü kaldırdı?

YA DA NEREDEN ÇIKTI BU SALTANAT TARAFTARLIĞI?...


İyi kötü okumuş yazmış ve tarihe meraklı bir adam olarak uzun zaman önce tarih okumak konusunda şöyle bir kanaata varmıştım: Tarih, sadece tarih kitapları okuyarak öğrenilemiyor. Bu türden kitaplar belki olayları kronolojik açıdan bir sıralama içine koymanıza yardımcı oluyorsa da, olayların niçin ve nedenleri konusunda okuyana çok sağlıklı bilgiler sağlayamıyor. İster istemez yazarının bakış açısı kitaba sindiği için, bir de bakıyorsunuz, orada ele alınanan bütün o olaylar, yazarın bakış açısına doğru eğilen bir düzlem üzerinde, o görüşe doğru akıp gitmeye başlamış! 

Bir tarih okuyucusu için bu türden sakıncaları hafifletmenin bence en güzel yolu, o dönemde yaşamış insanlarca kaleme alınmış olan "anı ve hâtırat"ları okumaktır. Ben uzun zamandır bu yönde okumalara yöneldim ve bunun çok da faydasını gördüğüm düşüncesindeyim. 

Böyle bir girişle yazıya başlamama sebep olan hususa gelir isek: Neredeyse üzerinden yüzyıla yakın bir zaman geçmiş olmasına rağmen yakın tarihimize ait bir çok olayın halen hakkı ile açıklığa kavuşturulabilmiş olmamasındandır.  Bunlardan biri de hiç şüphesiz padişahlık ve halifeliğin kaldırılması meselesidir. Bu mesele bugün bile Türk Siyaseti üzerinde etkisini sürdürmekte, bilir bilmez bu milleti iki taraf haline getirmektedir. İşin daha da vahim olan yanı, bu milletin bir kısım insanının nedenini niçinini bilmeden, kendilerini "cumhuriyet düşmanı ve saltanat taraftarı" olarak görmesidir. Oysa, yukarda bahsettiğim saikle geçen gün okuduğum merhum Mahir İz tarafından kaleme alınmış hâtıra kitabında, bu konuda bakın merhum İz neler söylüyor:

"Meşrutiyet inkılâbında gördük ki, devletin başı olan pâdişahın otoritesi, Cağaloğlu'ndaki İttihat Terakkî Fırkası Merkez-i Umumisî olan, Şerefefendi sokağında oniki kişinin; ve onların da en kuvvetlileri bulunan Enver, Tal'ât ve Cemal paşaların eline geçmişti. Yâni, milletin istikbâli, altı asırlık bir saltanat ve kudretli bir elden çıkmış, bir partinin mes'uliyetsiz şahıslarının eline geçmişti. Bunlar hesaplarını birbirlerine vermekle mükelleftiler.(s.123)(..)

Refik Halid Bey'in bir yazısında dediği gibi, on sene sürdükleri keyfî saltanat sonunda haritada çarşaf kadar bulunan Devlet-i Aliyye'yi çevre (mendil) kadar küçülttüler ve kaçıp gittiler. İşte bu ocak, Osmanlı Devleti'nin a'sâr-dîde (asırlar görmüş) kazanı devrildikten sonra milletin içini yakarak söndü.(s.124)

Geri kalan (bakiyye'tüs-süyûf); kendilerini, teşkilâtı ve kaçanları kurtarmak için İstiklâl Mücâdelesinde Mustafa Kemal Paşa'nın etrafında toplandı. Fakat Paşa, onlardan, daha yüzbaşılığında fikren ayrılmıştı. Yurtta kurdukları teşkilât dolayısıyle onları himâye etmek istedi. Fakat onlar, eski akıntılarına ve yeminlerine bağlılıkları sebebiyle, bu himâyeye teşekkür etmek şöyle dursun, eski kuvvet ve şevketlerine hasret çekerek küfrân-ı nimette bulundular.(s.125)(..)

Bunların tahammül edemedikleri şey, on yıl keyfe mâ-yeşâ ellerinde tuttukları millet idâresinin, artık Türkiye Büüyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa'nın eline geçmesi idi.(..)

İttihatçıların kötü idaresini tarih tespit etmiş bitmişti. Onlar önce "saltanat ve Hilâfet" makamlarının kuvvet ve kudretini sıfıra indirmişlerdi. Hükümdar, "tavâif-i mülûk halîfeleri"(*) derekesine düşmüştü; bunu kendileri yapmıştı. Şimdi, sözde bu kuvveti Mustafa Kemal Paşa aleyhine kullanmak istiyorlardı. Hilâfet ve saltanat taraftarı kesilmişler idi. Mustafa Kemal Paşa işte esasen ittihatçılar tarafından bilkuvve kaldırılan bu makamları heyûlâ olmaktan çıkarıp, bilfiil kaldırdı. Eğer bu istenmeyen bir şey idiyse, niçin kendileri o makamları zaafa düşürmüşlerdi?(s.126)(..)

Saltanat ve hilâfet taraftarları, bu mühim inkılâbı Mustafa Kemal Paşa'nın yaptığını sanırlar. Tarih de böyle söyleyecektir; çünki hâdisat o sûretle cereyan etmiştir. İttihatçılar zamanında görünüşte her ne kadar Pâdişah yerli yerinde oturuyor, selâmlık resmi yapıyor, herşey irade-i seniyyeye iktiran ediyor idiyse de, hakikat-i hâlde saray ve teşkilâtı bir kukla hâline gelmişti. Ricâlü'l-gayb denen Şeref Efendi sokağındaki İttihat ve Terâkki Fırkası'nın Merkez-i Umûmisi fiilen devlete hâkim idi. Kara Kemal Bey gibi büyük komiteci olanlar işbaşında görünmek istemiyorlar, fakat nüfuzları devlet ricâline hükmediyordu. İşte İttihat ve Terâkki Cemiyeti'nin sıfıra indirdiği Salatanat ve Hilâfet kudretini, Mustafa Kemal Paşa bütün bütün kaldırdı.(s.127) 

* * *

İşte böyle!

Bugün Atatürk'e hem bu sebepten düşman kesilip onu İttihatçı ilân edenler, ittihatçıların bu son iktidarı ele geçirme hamlesine malzeme yaptıkları "saltanat ve hilâfet" zokasını afiyetle yuttuklarının farkına bile varmadan bu husumetlerinin ateşi ile kavrulup duruyorlar...

---------------------------------------------

(*) "Tavâif-i mülûk halîfeleri": Abbasi Devletinin parçalanması ile meydana gelen küçük devletlerin halifeleri

Merhum Mahir İz Bey (1895-1974), babasının "Kadı" olarak muhtelif yerlere tayini ve aile efrâdını beraberinde götürmesi sebebiyle çocukluk çağında Midilli, Balıkesir, Isparta ve Medine-i Münevver'de bulunmuştur. Gençlik yılları İstanbul ve Ankara'da geçmiştir. Millî Mücadele senelerinde Ankara Sultânisî'nde genç yaşında muallimlik yaparken, Büyük Millet Meclisi'nin Zabıt Kalemi'nde vazife görmüş; Millî Mücadelenin gerçek tarihini hem yaşamış, hem de-Meclis'in alenî ve gizli celse zabıtlarını tutmak suretiyle-yazmıştır. Bu sebeple İttihat ve Terakkî devri, Millî Mücadele ve Cumhuriyet devrine âit yaşanılmış, bâkir hâtıralara sâhiptir.



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.