5 Haziran 2012 Salı

"Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor!"

Dışarıdan bakıldığında "demokrasi mücadelesi" gibi görünen ama esası yüzyıllardır "akıl ve bilim ile dogmalar arasında sürüp gelen bir mücadele" olan Türk siyasi tarihi, günümüzde yeni bir safhaya girmiş bulunuyor. Fakat bu tarihi mücadelede akıl ve bilim cephesi, zamanında doğru ve "samimi" bir şekilde değerlendirmeye pek gerek görmediği "din" olgusunu dışlamakla ve onun "dogmalar" tarafından istilasına göz yummakla büyük bir hata etmiş görünüyor.


Şurası muhakkak ki, içeriği değiştirilmiş bir din anlayışı ile berbat bir siyasi argümanın aracı haline gelmiş bulunan bu dogmalar, çorak bırakılmış yamaçlardan aşağıya doğru bir anda kayıp ne varsa silip süpüren bir heyelân gibi her şeyin bir anda üstünü örtebilecek bir potansiyelle çoktan hareketlenmiş ve akıl ve onun ürünü olan bilimselliğin üzerine adeta tonlarca bir ağırlıklıkla çökmeye başlamıştır.


Bu durumun son halini fotoğraflayan ve yaşanan sorunlara dair bize önemli ipuçları verdiğine inandığımız bir röportajın son bölümünü buraya olduğu gibi alarak kayıtlarımıza geçirmeyi gerekli bulduk. Umuyoruz ki, bu konulara kafan yoranlar için gün gelir bir yararı dokunur.


"Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor!"


BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ SOSYOLOJİ BÖLÜMÜ ÖĞRETİM ÜYESİPROF. FARUK BİRTEK: 



Bugün büyük cami yapmak bir güç göstergesi değil, bir uydurmanın göstergesi! Bir şeyi bilmiyorlar; kubbe yapmak 16. yüzyılda çok zor, onun için çok önemli. Onun için Sinan en büyük kubbeyi yapmaya çalışmış Selimiye’de ve başarmış. Artık herkes kubbe yapıyor. Ama bunların haberi yok! Ismarla Çin’e dört tane kubbe, göndersinler! Yarısı plastik olsun, yarısı altın! Çamlıca’ya büyük bir cami koysanız ne olur? Tamamen gösteriş olur. Yazık! Çünkü bilmeden gelmişler. Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor şu anda. Aynı Hazreti Peygamber’den önceki dönem gibi... Bugün Türkiye’de cahil insanlar yetkiye sahip...


- Hocam dünkü konuşmamızda şöyle demiştiniz; “AKP, ‘Hayat tarzına karışmayız’ diyordu, karışmıyordu. Şimdi karışmaya başladı. Bugün kadının nasıl doğum yapacağına karışırsan, yarın başına da karışırsın. Ve bir kulp bulursun! Dersin ki; ‘Bunlar kışın grip oluyorlar, bunun devletimize maliyeti oluyor! En iyisi mi başlarını örtsünler!” Peki Çamlıca’ya cami yapılmasına ne diyorsunuz? 


Komedi! Neden komedi biliyor musun? Mimar Sinan’ın camileriyle bezenmiş, Süleymaniye ve Sultanahmet’i olan, bütün silüetini, benliğini camilerle bulmuş İstanbul’un tepesine bir uyduruk cami yapıyorsun! Bir şeyi bilmiyorlar; kubbe yapmak 16. yüzyılda çok zor, onun için çok önemli. Onun için Sinan en büyük, en yüksek kubbeyi yapmaya çalışmış Selimiye’de ve başarmış. Şimdi kubbe yapmak ne ya! Çelik hasırı koyuyorsun, üzerine çimentoyu döküyorsun, istediğin büyüklükteki camiyi yapıyorsun. Bugün büyük cami yapmak hiçbir şey anlatmıyor. Bir güç göstergesi değil, bir uydurmanın göstergesi! Onun için Çamlıca Tepesi’ne büyük cami yapmak, bütün Mimar Sinan’ı ve Osmanlı geçmişini reddetmektir ve komik kalmaktır. Bu plastik otomobille dolaşmaya benziyor. Bu plastiktir. Camiyi de plastik yapsınlar daha iyi! Herkes artık kubbe yapıyor. Haberleri yok ya! Ismarla Çin’e dört tane kubbe, göndersinler sana! Yarısı plastik olsun, yarısı altın! Oraya büyük bir cami koysanız ne olur? Tamamen gösteriş olur. Yazık! Çünkü bilmeden gelmişler. Türkiye cahiliye dönemini yaşıyor şu anda. Aynı Hazreti Peygamber’den önceki dönem gibi... Bugün Türkiye’de cahil insanlar yetkiye sahip. Cahil insanlar karar mekanizmalarının içinde. Bakıyorum, Sağlık Bakanı işini bilmiyor, Ulaştırma Bakanı bilmiyor, Enerji Bakanı da bilmiyor, hele Çevre Bakanı hiçbir şey bilmiyor. Çevre düşmanı bir Çevre Bakanı var, enerji düşmanı bir Enerji Bakanı var. 


Mimar Sinan şehrinde cami yapmak, plastik otomobille dolaşmaya benziyor...


- Niye enerji düşmanı?


Enerji Bakanı’nın görevi, Türkiye’ye petrol almak değil kardeşim. Almanya’da olduğu gibi nasıl olur da yüzde 25 az enerji harcayabiliriz onu bulmak. Esas bakanlık o. Yoksa Azerbaycan’dan petrol almak iş mi? Herkes alıyor. Mesele Türkiye’de sen nasıl tasarruf edeceksin? Almanya’nın başarısı 10 senede fosil enerji kullanımını yüzde 25 düşürmüş olması. Bizde de Enerji Bakanı’nın bunu yapması lazım. Binalarda izolasyonla uğraşması lazım. İnsanlara yenilik getirmesi lazım. Yoksa Azerbaycan’dan benzin alması değil. Ulaştırma Bakanı desen hiçbir şeyin farkında değil. Bu kadar durakları aralıklı metro olmaz şehirde. Bu, köy metrosu! Bunlar da kasaba iktidarı! Kasaba dünyada siyasetin en becerikli olduğu yer. Kasaba kadar siyaseti iyi yapan bir yer yok. Çünkü hem şehirle yarışacaktır hem köyü sömürecektir. Kasaba çok başarılı bir yerdir. Bu benim iki senedir üzerinde çalıştığım bir konu. Bu iktidar tam bir kasaba iktidarı; çünkü şehirleşmemiş. Türkiye’nin problemi şehirleşmeden metropolde yaşama çabasıdır. Onun için böyle yapay ve yampiri oluyor her şey. Onun için Türkler ne yazık ki kendilerini AVM’lerde buluyor. Herkes AVM’ye gidiyor, medeniyeti kazandığını zannediyor. Gökdelenlerde daire alıp 100 metre yukarıya çıkıyor, uzaya ulaştığını zannediyor. Yanlış anlamayın, Müslümanlığa büyük sevgi, saygı ve muhabbetim var. Muhafazakârlık çok kıymetli. Benim hakiki muhafazakâr, dindaş kardeşlerim var. Bunlar bir lokma bir hırkayla dolaşırlar, kalpleri açıktır, herkesi severler. Ama bir ayrışma var. Muaviye dönemi var bugün Türkiye’de. Türkiye Muaviye halifeliğini yaşamaktadır. Bu çok tehlikeli. 


- Peki çıkış yok mu?


Türkiye’yi bu beladan, 3 bin 500 senelik erkek hegemonyasından kadınların kurtaracağına inanıyorum. Bilhassa, en büyük ümidim AKP’nin ve muhafazakâr kesimin kadınlarıdır. Orada pırıl pırıl genç kızlarımız var; fikirleri açık. Dünyayı öğrenmek istiyorlar. Bunların tahammülü bir gün bitecek. Bu erkek yoğun politikalardan usanacaklar. Benim üniversitemde birçok kız öğrenci var Müslüman, mutaassıp, başlarını örterler. Kendilerini çok severim, pırıl pırıldırlar, çok zekidirler. Müslüman erkek öğrencilerse zayıftır. Hantaldırlar, kafalarını çalıştırmazlar, tembeldirler. 


- Neden?


Çünkü erkekler her taraftan istifade ediyorlar. İsterlerse mutaassıp oluyorlar, isterlerse modern! Çaktırmıyorlar. Hegemonik sınıf bunlar. Onun için kafaları tembel. Kızlar öyle değil. Ve benim onlardan çok ümidim var. İnşallah onlar bu iktidarı uyandıracaklar. İnşallah bir gün kafaları, zihinleri açılacak, başörtüleri değil! Benim başörtülü kadınlara fevkalade büyük saygım var. Çünkü inançları yüzünden bu kadar sıkıntıya katlanıyorlar. Ne kadar şayanı takdirdir ki sıcak yaz gününde bile başlarını örtüyorlar, sıcağa tahammül ediyorlar. Bu nefsi kontroldür. Başını örten bir üniversiteli gördüğüm zaman gidip tebrik ediyorum, “Aferin kızım” diyorum. İnancıyla yaptığı için... Siyaseten yaptığına da katiyen inanmıyorum. 


- Siyaseten yapan yok mudur peki?


Siyaseten de vardır tabii ama ne yapayım, her yerde yampirisi, yapayı var. Yok mu Allah’ını seversen! Yalpalayan, sağa sola dönen, bir öyle bir böyle olan yok mu? Şimdi birileri çıkıp diyecek ki, “Sen de bir zamanlar AKP’yi destekliyordun! Ne oldu?” Evet, destekliyordum eskiden. Bilen bilir! Ben AKP’nin bir yenilik getireceğine güveniyordum. Ben Halk Partisi’ne, Baykal’a çok kızıyordum. Hâlâ çok kızıyorum. Ben Halk Parti karşıtıydım o zaman. Ama şimdi Halk Partisi beni kazandı. Aslında AKP itti, CHP beni kazanmadı. Sayın Başbakan’ın mütecavizkâr lafları yüzünden böyle oldu. Sen kalkıyorsun, İsmet Paşa gibi bizi Yunan işgalinden koruyan, Milli Mücadele’nin kahramanına, ki bugün Türkiye’nin insanları camiye gidebiliyorlarsa İsmet Paşa’nın kazandığı harplerin neticesinde gidebiliyor, büyük Atatürk’ün dediği gibi makus talihimizi yenmiş olan İstiklal Harbi komutanına bıyığından laf ediyorsun! Onu Hitler’e benzetiyorsun. Niye Hitler’e benzetiyorsun ya? Hitler nereden geldi aklına? O zaman beni kazanan Halk Partisi oldu. Çünkü benim ruhi ecdadıma, benim İstiklal Harbi kahramanlarıma dil uzattığı vakit ben artık o partinin yanında olamam. Çünkü ben bu vatanı böyle korumuşum. Benim ailem, benim tıbbiyeli babam İstiklal Harbi’nde gazi olmuş. Ben o inançla bu memlekette yaşıyorum. O inançla ben 23 sene sonra Türkiye’ye döndüm. Ama Türkiye beni kaybediyor. Çok acı verici bir şey bu. 70 yaşına geliyorum, vatanım bana yabancı gelmeye başlamış. Halbuki ben 23 sene yurtdışındaydım, İngiltere’de okudum, Amerika’da, Fransa’da dersler verdim, bin yerde dolaştım ama bir gün bile vatanım bana yabancı değildi. 


Herkes bana çok kızacak ama bu ülkede demokratik dengeyi asker sağlıyordu!


- Çok dolmuşsunuz siz hocam?


Ben artık dolmuşa binerken bile 5 kişi olmamasına gayret ediyorum. Korkuyorum, 5 kişiyse binmiyorum. “Aman durma kardeşim” diyorum. Korkuyorum ya! 5 kişiyse terör örgütü diye götürebilirler bizi çünkü. Artık Türkiye’de işler böyle. Tabii şunu unutuyor herkes; Soğuk Harp bitti. Soğuk Harp olsaydı bugün, yani Rusya tehlikesi, Sovyet tehlikesi olsaydı bu kadar çok askeri içeri alamazdın. Soğuk Harp bitti. Şimdi rahat ettiler. Bu biraz Soğuk Harp’in neticesiyle ilgili. Bu birincisi. İkincisi, şunu görüyoruz, ki şimdi bir şey söyleyeceğim herkes ama herkes bana kızacak, Taraf Gazetesi başta olmak üzere... Türkiye’de demokrasi için bir denge lazım. Her demokraside bir denge lazım. Amerika’da başkanlık sisteminin dengesi parlamentodur, Anayasa Mahkemesi’dir ve biraz da Wall Street’tir. Yani Wall Street’te hisseler iner çıkar, başkanı dizginler bunlar. Yanlış değil bu, Amerika kapitalist bir ülkedir. Burada kapitalin ülküsü önemlidir. Tabii dengeleyecek. İtalya’da kilise çok önemlidir. Berlusconi’yi en son kilise gönderdi, “Çok oldun kardeşim, güle güle” dediler. Fransa’da üst bürokrasi çok etkilidir. Üst bürokratı ikna edemeyen iktidarın yerinde kalması zordur. Sarkozy ikna edemiyordu. Ondan gitti demiyorum ama bir türlü icraatlarını yapamıyordu... Şimdi bizde de çok önemli, çok ironik bir durum var. Demek ki bizde de demokrasi için asker gerekiyor. Şimdi beni herkes kesecek ama bu ülkede dengeyi asker sağlıyordu! Aksi halde güçlü muhalefetin olacak. Ama iktidar her zaman muhalefeti yiyor. Menderes’i gördük, Menderes Halk Parti’yi doğradı. Ne oldu? 27 Mayıs oldu. 27 Mayıs 3 yıl kaldı ve gitti. Şimdi herkes 12 Eylül’ü konuşuyor. Darbe sonrası yapılan katliamlar var. Çok acıydı. Ama onlar da başka bir şeyin parçasıydı. Herkes bunu unutuyor. Türkiye’de sıcak harp vardı. Şimdi oturup ahkam kesiyorlar. “12 Eylül niye oldu?” diye! Ben asla 12 Eylül’ü tasvip etmiyorum ama dikkat etmek lazım nasıl oluyor bu olaylar? 


Hrant Dink Davası’nda Başbakan’ın tanık olarak dinlenmesi lazım!


- Ya 28 Şubat?


Tutturdular, postmodern darbe diye... Ama Erbakan da gitti kardeşim, ne biçim darbe bu? Darbe olmadı ki! Adama “Git” dediler, o da gitti. Nerede darbe anlamadım. Gitmeseydi! Asker bağırdı, o da gitti. Niye gitti? Nerede darbe ya! Şimdi o yüzden içeri adam atıyorlar. Darbe yok ki! Asker demiş ki, “Git!” Sen de gitme. Ecevit durdu, hapse attılar Ecevit’i. Karşı geldi. Adamı mahkemede hatırlıyorum, tek başına duruyordu. “Ben yazarım, gazetemi de çıkarırım” diyordu, hapse attılar. Bir kahramanı varsa o dönemin, Ecevit’tir. Siyasi olarak çon yanlışları olsa bile... Ben isterim ki Türkiye’de öyle bir muhalefet olsun ki demokrasiyi ben ordu korkusuna bağlamayayım! Bakın işte orduyu attılar hapse, dingili çıktı işin. Saatin zembereyi koptu, dingil gitti. Onun yerine ne lazım? Sağlam bir parlamenter sistem lazım. Başkanlık sistemi bunun en tersi sistemdir. O parlamenter sistem için de, 15 senedir söylüyorum, Seçim Kanunu’nun değişmesi lazım. Sen oraya milletvekili getireceksin, bu milletvekili parti başkanına bağlı olmayacak. Nasıl olacak? Dar bölge yapacaksın. Her seçilen kendi özgüveninle gelecek. Parti, ulustan onu isteyecek, “Aman gel, bizim adayımız ol. Çünkü sen önemli insansın” diyecek. Ama şimdi ne oluyor? Milletvekilleri susuyor, başkanlar konuşuyor. CHP bile herkesin sesini susturdu, şimdi bir tek Kılıçdaroğlu konuşuyor. Erdoğan’la öyle yarışılmaz. Sen bağırarak Erdoğan’la yarışamazsın. Erdoğan senden daha iyi bağırıyor. Bilakis espri yapacaksın, gırgır geçeceksin. Hafife alacaksın. Erdoğan’ın bağırmasını aynayla yüzüne tutacaksın. Ona bağırmayacaksın. Ama başka kimseyi de konuşturmuyorlar partide. Onlar da tek sese karar vermişler. Çünkü Erdoğan tek ses. Şimdi iki tek ses var Türkiye’de. Erdoğan’ın daha çok sesi çıkıyor kardeşim, Kılıçdaroğlu bağıramıyor. Erdoğan çok sesli bir adam, büyük hatip adam, ama işin ucunu kaçırdı. Kendi sesine aşık oldu, dağa çıktı... Bu kadar bağırılır mı ya! Bana soruyorlar, “Türkiye’de şiddet niye arttı?” diye, kardeşim Başbakan bu kadar bağırırsa, şiddet tabii olur bu memlekette. 


- Beş yıl sonra ne olur peki?


Ben bu akışı iyi görmüyorum. Herkes bana diyordu ki, “Endişe etme, iktidar olduktan sonra, emin olduktan sonra yumuşayacaklardır. Daha alışacaklar şehirli olmaya!” Ama daha sertleştiler. Bugün AKP beş sene evveline nazaran çok daha sert. Böyle tırmanırsa ne olacak bilmiyorum. Dünyada Çin’den sonra en çok internet ortamında sansür olan ülke Türkiye. En çok insanın hapiste olduğu ülke Türkiye. Gençler hep içerde. Benim öğrencim zafer işareti yapmış, içerde. Nedeni belli değil, ne kadar kalacağı da belli değil. Büşra Ersanlı içerde. Alakası yok ya, Büşra’nın terörle! Ben onun tıfıl çocuk halini hatırlıyorum, Büşra terörden ne anlar ya! Gitmiş de ders vermiş! Büşra Ersanlı siyaset biliminin önemli bir insanıdır, tabii ders verecek. Ama hapiste! Gazeteciler hapiste. Çetin Doğan hapiste. Ne yapmış? Senaryo yazmış! Amerika devamlı aynı şeyi yapıyor. Ne senaryoları var Amerika’nın. Yazılsa ortalık karışır. Bu da askerin senaryosu. Asker diyor ki, “En fena durum olduğunda ne yapacağız? Bu strateji çalışır mı?” Şimdi asker hapiste. Bu kadar askerin hapiste olduğu dönem bir tek Nürnberg’te oldu. Onu geçelim; Ergenekon diye çok yanlış bir işlem var. Dosyaları birleştirdiler. Hrant Dink de orada. Ne olacak? Hrant Dink’in davasının sonunu görebilecek miyiz? Göremeyeceğiz tabii! 


- Neden?


Görmene imkan yok. Tanık olarak Başbakan’ın gelmesi lazım. Çünkü Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek’den kimse bahsetmiyor. Hrant’ın cinayetinde bifiil hazır nazır olan o. Trabzon Emniyet Müdürü’nü oradan sürdüler, nereye sürdüler biliyorsun değil mi? İstihbarat Genel Müdürü yaptılar. Peki İstihbarat Genel Müdürü olarak ne yaptı bu adam? Gazeteden okuyorum ben de, Başbakan’la bir saat görüştü. Demek Başbakan ya Trabzonspor’u konuştu, ki mümkündür, yoksa bir saat ne konuşmuşlardır başka, yemek konuşmuş olabilirler mi? Zannetmiyorum. Belki Hrant Dink konuştular değil mi? Şimdi Hrant Dink’i Ergenekon’da araştıracak komisyonun Başbakan’ı çağırması gerekmiyor mu? “Ne konuştunuz, Trabzonspor mu, o zaman herhalde Aziz Yıldırım sohbetiniz de olacaktır?” diye... Hayatımı riske atıyorum bunu söyleyerek. Ben bugün çok tehlikeli bir şey yapıyorum. Çünkü bazı insanlar var; aralarda, arka taraflarda saklanıyorlar. Hrant Dink davası çok yazıldı, “Bu hukuk sistemi yanlış, dosya birleştirme yanlış” diye... Çünkü olay böylece hiç bitmiyor. Çünkü bizde adalet, süründürme mekanizması olmuş. Adalet yok olmuş. Adalet yok olunca mülk de yok olmuş. Mülk dediğin mal, tapu değil. Mülk, malikten geliyor, iktidar yok olmuş. Hükümet yok olmuş demek. Adaletin böyle olduğu yerde hükümetin yok demek. Devletin yok demek. Şimdi burada Halk Partisi muhalefet yapamıyor. Çünkü Soğuk Harp’ten kalma, kendisini yenilemesi lazım, yenileyemiyor. Dolayısıyla iş basına kalıyor. Türkiye’de demokrasinin geleceği basının elinde! 


-BİTTİ-


Mine ŞENOCAKLI / 5 Haziran 2012 


KAYNAK: http://haber.gazetevatan.com/Haber/455524/1/Gundem

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.