30 Haziran 2012 Cumartesi

Arapça Kur'an ve Türkçe İbadet üzerine bir kaç not...


Türkiye Cumhuriyetini kuranların üstünde en çok durdukları konulardan biri de geçmişte yaşanmış olumsuzluklarda din anlayışımızın önemli bir payı olduğu kanaati idi. Zira, özü ve verdiği mesajlar itibarı ile kendisine inananlar üzerinde herhangi bir eseri görülemez hale gelmiş olması, dinin din olmaktan çoktan çıkmış olduğunun en açık göstergesiydi. 


Şurası muhakkak ki,"günah korkusu" ile olur olmaz herşeyin "günah kapsamına" dahil edilmesini teşvik eden bir İslam anlayışı Müslümanlar üzerinde giderek daha etkili olmaya başlamış ve bu durum da Müslümanları yerlerinde saydırmak bir yana, geldikleri yerden çok daha gerilere atmıştır.


Konuyu dağıtmamak adına, Kuran-ı Kerîm'in orijinal hali ile, yani Arapça okunmasının şart olduğu, aksi halde ondan beklenen faydanın hasıl olamayacağı konusunda ısrar edenler, nasıl oluyor da Kuran-ı Kerîm'i asırlardır kendi dillerinde okudukları halde ondan bir fayda elde edememiş Arap milletinin bu hallerini göz önüne getirmiyorlar?..  Kaldı ki, Osmanlı döneminde aynı usule biz de devam ettik ama yıkılmaktan, parçalanmaktan kurtulabildik mi?!.. Demek ki, mesele dilde değil anlayış ve kavrayıştadır. O halde Allah kelamını hakkı ile anlayacak ve kavrayacak yeni bir anlayışa ihtiyaç vardır ve Türkiye, yeni kurulan cumhuriyetle birlikte işte böyle bir anlayış ihtiyacı içinde ezanın Türkçe okunması kararı alarak bu yönde ilk adımı atmıştır.


Bu noktada küçük bir parantez açarak şunları da kısaca not edelim ki, o dönemde hâlâ eski zihniyeti sürdürmekte ısrar edenlere karşı yönetimlerce takınılan sert ve kararlı tavır, bugün bile "dine karşı bir tavır" olarak anlatılmaya ve aktarılmaya çalışılmaktadır. Bu ayrı bir tartışma konusu olduğu için biz yine dönelim "dil" meselesine...



Şimdi yeri gelmişken hemen şunu da bir bilgi olarak not edelim ki, bu konuda biz dünyada ilk değiliz. Sosyal ve siyasal sıkıntılar bakımından bir çok noktada benzerlik gösterdiğimiz Rusya, bu konuda bizden önce davranmış bir ülkedir. Şöyle ki, yanılmıyorsam "Deli Petro" olarak isim yapan ünlü Rus Çarı I.Petro, daha 1700'lü yılların başında, kendi ülkesinin Batı karşısındaki geriliğinin nedenlerinden biri olarak kendi İncillerinin Latince yazılıp okunmasında görmüş ve Ortodoks İncili'ni Rusça'ya çevirterek Rus halkının kitaplarını kendi dillerinde okumalarını sağlamış ve bunun için büyük mücadeleler vermiştir.


Kutsal olan Arapça mı, yoksa Allah kelâmı mı?
Biz ise, 21. yüzyılı yaşadığımız şu zamanlarda bile bu "sorunun" önemini ne yazık ki hâlâ kavramış görünmüyoruz. Öyle ki, iş artık Cenab-ı Allah'ın mesajlarını doğru anlamak meselesi olmaktan çıkmış, gelip Arapça'nın çok zengin bir dil olduğu konusuna kadar dayanmıştır! Yani, bu öyle bir durum ki, şayet yeryüzünde Arapça gibi bir lisan olmasa, Allah-u Tealâ vermek istediği mesaj konusunda sanki (haşa) sıkıntıya düşecekti?!..  


Bu konuda katı tutumlarını "inatla" sürdürenlere şunu sormak isteriz: 


Allahu Tealâ, dilese vermek istediği mesajı Türk dilinde, Alman yahut Felemenk dilinde de veremez miydi? Şüphesiz ki, verirdi!.. Hem de öyle bir verirdi ki, o dili en ustalıkla konuşup yazabilen insanların dahi nutku tutulurdu! Şüphesiz, bu Allah için hiç de zor iş değildir. 


Ama öyle anlaşılıyor ki, Allahu Tealâ, (hikmetinden sual olunmaz) insanlık alemine yapacağı ikaz, ihtar ve nasihatlere ilk olarak Arap yarımadasından başlamayı gerekli görmüşse kitabını da elbette Arapça olarak indirecekti. Her eserin orijinali kıymetli olduğu gibi, O'nun kitabının da orijinal hali ile muhafazası elbette esastır. Zaten onun orijinal hali ile korunması işini bizzat uhdesinde tutanın da kendisi olduğunu Cenab-ı Allah kitabında özellikle vurgulamaktadır. Ama bu durum, asl'olanın onun muhtevası yani içeriği olduğu gerçeğini değiştirir mi? 


Dünyevi ve uhrevi anlamda olgunluk kazanmak isteyenler kendi özel hayatlarında Arapça "zikir" çekebilir, zaman zaman itikafa çekilip ibadetlerinde kimi tavsiye edilen Arapça metinlerden müteşekkil duaları da okuyabilir ve bunlardan manevi fayda da görebilirler ama bunlar başka bir şey, yukarıda vurgulamaya çalıştığımız hususlar ise daha başka bir şeydir. Ve bu durum, yukarıda yazdıklarımızla ters düşen bir durum da değildir.  


Son olarak şunu söyleyelim ki, Ahmed Hulusi'nin bu konuda söylediği  çok güzel bir söz var. (Aklımda kaldığı kadarı ile) diyordu ki:


"Kur'an-ı Kerim'in orijinal dili ne Arapçadır, ne de başka bir dildir. Onun dili Allahça'dır..."


Bilmem daha başka bir şey eklemeye gerek var mı?..










0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.