7 Haziran 2012 Perşembe

27 Mayıs'çı bir subayın Türkiye ve "anayasa" hakkındaki görüşleri

Tam olarak ne olduğu konusunda kimse ittifak içinde bulunmasa da, "demokrasi" kelimesi, arkasına sığınılacak bir sutre vazifesi görmeye devam ediyor.


"Demokrasiye karşı çıkan adam" damgası yememek, bugün ucundan kıyısından da olsa memleket meselelerine dokunan insanlar için bile önem taşıyor. Çünkü, çerçeveyi bir kere "demokratik mücadele" adıyla belirledin mi, içini ne kadar melanetle doldurursan doldur, bu çerçeve onu meşru bir söylem haline getirmeye yetiyor!..


Hemen her yazımızda bu durumun altını yeniden yeniden çizmek ihtiyacını boşuna duyuyor değiliz! Zira, kendilerini bu sutrenin arkasına gizleyerek ne kadar insanî ve millî değer varsa onları hedef seçenler, işlerine gelmeyen ne varsa onu derhal "demokrasi dışı" ilan ediveriyorlar!..


Bunlara göre, mesela, asker siyasetle uğraşmamalı! Siyaset dediğiniz, eline bir parti bayrağı alıp ordan oraya koşturmaksa, elbette bu "asker"in işi olmamalı ve bu anlamda asker siyasete "bulaşmamalı!.." Lâkin bu, asker ülkesine dair meseleleri "düşünmemeli" anlamına da gelmemeli!..


İşte bizim demokrasi "çerçevemiz" de bu. Ve bu çerçeve içinde, merhum gazeteci Uğur Mumcu'nun sararmış bir mektup kâğıdının unutulup gitmiş satırlarında rastgeldiği; bir "asker"in ülkesine dair düşüncelerini bugün okuyucu ile paylaşmak istiyoruz.


27 Mayıs ihtilalinin en sıcak günlerinde yazılmış olan bu satırlarda bir "asker"in ülkesi hakkındaki düşüncelerine şahit olacaksınız. Önyargılarla örülmüş zihinler için değil ama hür bir fikir ve hür bir vicdanla bu konulara ilgi duyup kafa yoranlar için, içinde bugün bile geçerli ve önemli hususlar bulunduğuna inandığımız bu mektup, 27 Mayıs 1960 yılında vuku bulan ve tarihe "27 Mayıs ihtilali" olarak geçen bu ihtilalin önde gelen isimlerinden Kur. Albay Osman Köksal'a hitaben, sınıf arkadaşı olan Kur. Albay Bedrettin Demirel tarafından yazılmış bir mektuptur. 


"12 Eylül" döneminde 2. Ordu Komutanlığı da yapan ve 27 Mayıs ihtilalini "milli bir kurtuluş hamlesi" olarak gören Bedrettin Demirel, 11 Haziran 1960 tarihli mektubunda şöyle diyor:


"Aziz ve Sevgili Kardeşim Osman,

İnkılâp hareketindeki büyük rolünü ve hizmetini düşünerek sana kendi fikirlerimi tabiî bir sınıf arkadaşın olarak yazmayı münasip gördüm. Bundan maksadım seni methetmek ve sana fikir vermek değil, sadece müşterek olan millî dertlerimizi, musibetlerimizi ortaya dökmek ve bizzat kendimi teselli etmektir.Benim fikirlerime asla ihtiyacın olmadığını takdir ediyorum. Fakat bunları yazmaktan kendimi alamadım. Belki yazmak da millî bir borç, bilmem okumak fırsatını bulabilir misin?

1. Evvelâ, derhal, meselâ 150 kişiden mürekkep bir kurucu meclis teşkil edilmelidir. Bu meclise memleketimizde ilmî ve ahlâkî otorite tesis etmiş bitaraf ve temiz sivil şahsiyetler katılmalı ve bu meclise teşrii selâhiyet verilmeli, anayasa ve seçim kanunu bu meclis tarafından süratle yapılmalıdır.

2. Miliî birlik Komitesi, silâhlı kuvvetlerin bütün arzu ve isteklerini bu kurucu meclis kanalı ile, hukukî bir lisanla bütün millete duyurmalı ve süratle tatbik ettirmelidir. Hainlerin mahkemelerine derhal başlatılmalıdır.

3. Meclis içerisinde anayasa, seçim kanunu ve diğer tahkik ve tetkik komisyonları gibi ilim ve istişari heyetler kurulmalıdır.

4. Bu meclisin bütün teşriî ve icraî faaliyetleri Millî Birlik Komitesi'nin ve dolayısiyle silâhlı kuvvetlerin kontrolü altından asla çıkarılmamalı ve silâhlı kuvvetlerin ve komitenin isteklerini yerine getirmeyen mebuslar meclisten süratle tasfiye edilmelidir. Bu meclis, komitenin, silâhlı kuvvetlerin ve hepimizin arzu ve isteklerinin yerine getirilmesinde milletle ordu arasında ilmî ve hukukî bir rabıta kurmalı ve Millî Birlik Komitesi «Demokles'in Kılıcı» gibi bu meclise istikamet vermelidir. Bu takdirde efkârı umumiyedeki bütün menfî cereyanların tesirsiz hale getirilmesi ve yapılması muhtemel bütün tarihî hataların bu meclise yüklenmesi mümkündür. Bu kukla meclis, Büyük Atatürk'ün kurduğu ilk Büyük Millet Meclisi'ne benzetilebilir.

5. Diğer bir husus bütün partilerin 
derhal feshedilmesidîr. Bugün ve derhal bütün partiler lâğvedilmeli ve ileride asla çok partili bir iç politikaya meydan verilmemelidir. Muayyen seçim bölgelerinden seçilen mebuslar partilerin değil bütün milletin vekili olmalıdırlar. Millet Meclisi ayan meclisinin kontrolü altında kalmalıdır. Partiler feshedilmezse bugün ve yarın için millî birlik tesisine imkân yoktur. Onbeş yıllık bir tecrübe hâlâ kâfi görülmedi mi? Hangi parti olursa olsun daima Atatürk'ün çizdiği yolları takip etmek mecburiyetinde iken, particilik zihniyeti, parti hastalığı, parti disiplini istikbalde partileri daima bu salim istikametlerden ayıracak, memleket meseleleri şahsiyata dökülecek, daima birbirlerine hasım zümreler yaratacak, iltimasların, suiistimallerin, haksız zenginliklerin, mütegallibe sınıfının ve nihayet cehaletin istinatgahı olacaktır. Çok partili bir iç politika halkı ve bilhassa ekseriyet olan cahil zümreyi birbirlerinden ayıracak, millî birlik tehlikeye düşecek ve hangi seçim usulü tatbik edilirse edilsin hâkimiyet milletin değil bir partinin veya zümrenin elinde olacaktır.

6. Müstakbel anayasa içerisinde silâhlı kuvvetlerin anayasayı kontrolü ve murakabesi mutlaka sağlanmalı ve silâhlı kuvvetler kumandanlığı başka bir makama değil doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi'ne bağlanmak veya bu meclise karşı sorumlu olmalıdır.

7. Sonra, müstakbel anayasada millî veya sosyal devletçilik esasları vazedilmedikçe gerilikten, sefalet ve cehaletten kurtulmamıza da imkân yoktur. Bu memleket alın teri dökenlerin, çalışanların ve çalıştığı nisbette refah sahibi olanların memleketi olmalıdır. Alabildiğine ticaret, spekülasyon, haksız zenginliklerin ve suiistimallerin amillerinden birisi de soluk devletçiliğimizin her sahada particilik zihniyeti içerisinde soysuzlaşması ve kifayetsizliği olmuştur. Bir taraftan halkı ve diğer taraftan devleti soyan müteahhitlerden, komisyonculardan ve bilhassa sırtını devlete dayayan vurgunculardan kurtulmamız şimdi sizin elinizdedir. Hakiki devlet olmadıkça köyde ve şehirde, iktisadî ve içtimaî hayatımızın her bölümünde bir adım dahi ilerlemek mümkün değildir.


İşte arslan ve asil kardeşim, benim ifadeye çalıştığım naçiz fikirlerim bunlar. Bu memlekette subay düşmanı bir kitle vardır. Evlâtlarını (...) Menderes'e kurban edecek cahiller ve partizanlar da sayısızdır. Hâlâ geçmiş ve gelecek parti hülyaları ve saltanatı içinde birbirlerine ve bizlere hasım durumda milyonlarca vatandaşımız vardır.Elinizde olan meşru ve mukaddes kılıcın hiçbir zaman müstakbel devlet otoriteleri üzerinden eksik edilmemesi ve silâhlı kuvvetlerimizin her zaman perde arkasında ve nazım durumda olması benim şahsî dileğimdir. Cenabı Hak'tan muvaffak olmanı bütün kalbimle diler, hasretle seni kucaklarım aziz kardeşim. Daima daha yüksek mertebelere.(*)


* * *


Demirel'in bu mektubunda, geçici bir önlem olarak düşündüğü bir meclis için de olsa, onun hakkında zikrettiği "kukla meclis" ifadesini hoş karşılamamız mümkün değilse de, iki arkadaş arasında mahrem kalacağı varsayılarak yazıldığı açık olan ve sonu iktidarı devirmeye kadar varan bir öfke ortamının sürmekte olduğu bir dönemde kaleme alınmış bulunduğu için bu mektupta böyle bir ifadenin geçmiş olmasını doğrusu pek de yadırganmıyoruz. Lâkin, yukarıdaki satırlarda altını çizdiğimiz hususların, varlığını bugün bile sürdüren sorunlar olduğu gerçeğini inkâr edebilir miyiz?


Sadede gelecek olursak, buradaki maksadımız bir dönemin lehinde veya aleyhinde tavır almak değil, Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurulduğu günden bugüne kadar yaşadığı siyasi bunalımların köklerine kadar inmek ve hastalığı sürekli tetikleyen nedenleri iyi tetkik etmek gerekliliğine dikkat çekmektir. 


Mesele, soyut demokrasi söylemleri ile aşılamayacak kadar derindir. Sürekli yinelenen soyut söylemleri ısıtıp ısıtıp milletin önüne koymak yerine, artık insanını insanca yaşatacak ve ne devleti millete, ne milleti devlete, ne de milleti birbirine ezdirmeyecek bir devlet sistemi üzerinde kafa yorulmalı, yanlış ve hatanın sadece kişilerde ve partilerde olabileceği ve onların değiştirilmesi ile bütün sorunların aşılabileceği inancını, bir havuç gibi bu milletin önünde sallandırıp durmaktan artık vazgeçilmelidir.   


--------------------------------------


(*)"İNKİLAP MEKTUPLARI" / UĞUR MUMCU-Ankara / 1996





0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.