19 Mayıs 2012 Cumartesi

Ah Enver Paşa, vah Enver Paşa...

Bilindiği üzere, yakın tarihimize damgasını vuran İttihat Terakki Cemiyeti'nin üç önemli adamından biri olan Enver Paşa, Osmanlı imparatorluğunu içine düştüğü çıkmazdan kurtarmak uğruna arkadaşları ile beraber giriştiği amansız mücadelenin hüsranla sonuçlanması üzerine, diğer iki arkadaşı; Cemal ve Talat paşalarla birlikte ülkeyi terk etmek durumunda kalmıştı. 


Herşeye rağmen mücadele azmini kaybetmeyen bu vatansever adamlar, ülkeleri adına birşeyler yapmak için ülke dışında da didinip durdular. Yalnız, şurası da muhakkak ki, böyle bir mücadele için sadece vatansever olmak yetmiyor; bu mücadelenin olayları hakkı ile değerlendirebilecek bir akıl ve yetenekle desteklenmesi de gerekiyor. Aksi halde, o mücadelenin başarı ile neticelenmesi ve "talihinizin yaver gitmesi"(!) imkânsız denecek kadar zordur!    


Son zamanlarda, Türkiye siyasetinde gözlenen aşırı dalgalanmalar ve yön arayışları siyasi kadrolarla beraber vatandaşlar arasında da derin fikir ayrılıklarına yol açmakta, bu vesile ile de geçmişte yaşanmış olaylar ve kişiler yeniden ele alınmakta, çünkü taşların yerli yerine oturmadığı düşünülmektedir. Eskilerin dediği üzere, evveliniz neyse, ahiriniz de odur. Öyle ise, demek ki biz şimdi bu anlamda geçmiş hayatımızın ahiretini yaşıyoruz ve bizim bugün yapıp ettiklerimiz de yarın, bizden sonrakilerin ahireti olacaktır. O halde biz, bizim bu günlerde yaşadıklarımızda artı ya da eksi katkısı olanları doğru değerlendirmeli ve sırtımızı kimlere dayadığımıza dikkat etmeli, geçmişten doğru dersler çıkarmalıyız. 


Şu halde, yukarıda söylediklerimiz ışığında, "Sarıkamış Hareketi" dahil, bir çok hatalı karara imza atan ama bütün bunlara rağmen bugün bir kısım insanımız tarafından, "kıymeti bilinmemiş, talihi yaver gitmemiş, şanssız bir kahraman" olarak değerlendirilen ve 4 Ağustos 1922 yılında, Türkistan'da Rus Bolşeviklerine karşı adeta "intihar" gibi yaptığı bir saldırıda, henüz 41. yaşında iken hayata veda eden Enver Paşa'nın, kendisini böyle bir sona götüren bu hareketine dayanarak, onun siyasi kişiliği ve vizyonu hakkında bize yeteri kadar fikir verebilecek tarihi bir mektuptan bahsetmeye geçebiliriz. 


Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere, I. Dünya savaşının aleyhimize sonuçlandığı kesinleşir kesinleşmez bir Alman denizaltısı ile Rusya üzerinden Almanya'ya geçen Enver, Cemal ve Talat Paşalar, yurtdışında da boş durmamışlar, Anadolu'da mücadeleye devam kararı alan Mustafa Kemal Paşa ile de temaslarını korumuşlardı. 1917'de vuku bulan Bolşevik ihtilalinin lehimize yarattığı tarihi fırsatı Mustafa Kemal kadar onlar da görmüş, bilhassa Enver ve Cemal Paşalar, Berlin ve Moskova arasında adeta mekik dokuyarak yeni Sovyet hükümeti ile yakın ilişkiler içine girmişlerdi. Aynı dönemde, Anadolu hükümetinin Moskova'ya yolladığı heyetlere de ellerinden geldiğince destek olmaya gayret göstermişlerdi.


* * *


Sovyet ihtilali ile saf değiştiren Rusya, sadece Anadolu yarımadasında emperyalistlere karşı sürdürdüğümüz mücadele için bir şans olmakla kalmamış, ayrıca İngiltere'nin, en büyük sömürgeleri olan Hindistan üzerinden Afganistan'a, oradan da orta Asya üzerinden yeni Sovyetler Birliği devletini kuşatma çabalarına karşı Rusllar için güneylerinde bir "Türk Seddi" oluşturulmasına sıcak bakmalarını da sağlamıştı. Bunun gayet iyi farkında olan Cemal Paşa, vaktinin büyük kısmını Afganistan'ın güçlü bir devlet yapısına kavuşmasına harcamış, Sovyetlerin Kabil'de bir büyükelçilik açmalarını bile sağlamıştı. 


Beraberindeki Türk subayları ile beraber güçlü bir Afgan ordusu vücuda getirme gayretlerini sürdüren Cemal Paşa, bunun için gerekli silah ve teçhizatın sağlanması konusunda Sovyet hükümetini ikna da etmişti. Bu arada İngilizler de boş durmuyor, Afgan Emiri'ni yanlarına çekerek hem Hindistan'da olası bir Müslüman ayaklanmasının önüne geçmek, hem de Afganistan'ı elde ederek orta Asya yolunu açık tutmak istiyorlardı. Hatta, bir ara buna muvaffak da olmuşlar, Afgan Emiri ile Cemal Paşa arasına soğukluk sokmayı başarmışlardı. Her şeye rağmen mücadelesinden vazgeçmeyen Cemal Paşa, Emir ile arayı düzeltmeyi başarmış ve onu, izlemesi gereken doğru siyaset konusunda ikna etmeyi bilmişti. Böylelikle, hem Anadolu üzerindeki İngiliz baskısı hafifleyecek, hem de yakın bir gelecekte Afganistan başta olmak üzere diğer Türk devletlerinden oluşan güçlü bir ittifak oluşturulabilecek ve böylece Hindistan'a kadar uzanan bir coğrafyada "anti-emperyalist" bir "Türk-İslam Birliği"nin yolu açılmış olacaktı. Öyle ki, İran deseniz, o da zaten böyle bir birlik içine girmeye çoktan hazırdı.


Gel gelelim ki, tarihin kimbilir kaç yüzyılda bir bahşettiği bu "altın fırsat" ve bunu görerek gayrete gelen Cemal Paşanın onca emeği, Enver Paşanın akla havsalaya sığmayacak bu hamlesi ile maalesef yerle bir oldu!..       


"Anti-emperyalist" bir düzlemde gelişen Türk-Sovyet dostluğuna Enver Paşanın düşüncesizce vurduğu bu darbeyi, Cemal Paşa, 1 Temmuz 1922 yılında, (yani Tiflis'te Ermeni komitacılarca katledilmesinden 20 gün önce) Moskova'dan Afgan Emiri'ne yazdığı mektupta(*) şöyle dile getiriyordu:


"...Deniliyordu ki: "Müslümanlar düşmanlarının İngiliz olduğuna umumen kâni olmuşlar ve onlar aleyhine müttehiden (beraberce) çarpışmağa karar vermişler.


Mücadele için muhtaç oldukları şeyleri şimdilik kendileriyle müttehit olan Sovyet Rusya'dan tedarike çalışıyorlar. Fakat Avrupa devletleri arasındaki ihtilâf-ı menafii (çıkar çatışmalarını) de nazarı dikkatten kaçırmıyorlar. Ve İngilizlerin en kuvvetli râkibi siyasîleri olan Fransızlarla münasebat-ı hasene idamesini (iyi ilişkilerin sürdürülmesini) ve İtalya'yı kendi taraflarına imale etmeği (çekmeyi) ihmal etmiyorlar. Bu hususta bütün Müslümanlar müttefik!"


Fakat bir de bakıyorlar ki, günün birinde bir Enver Paşa çıkıyor. Sovyet Rusya'ya karşı ilân-ı husumet (düşmanlık ilanı) ediyor. Afganistan ona karşı mümaşatkâr (göz yumar) bir vaziyet alıyor. Anadolu ile diğer mücahidin-i İslâmiye bu hareket karşısında ne yapacaklarını tayinde mütehayyır (şaşkın)! Hem bu hal ne zaman hâdis oluyor? Anadolu'nun henüz muharebeden kurtulmadığı, başında izmihlâl (yok olmak) tehlikelerinin olanca şiddetiyle dolaştığı ve Afganistan'ın hattâ bir fırka teçhizine kâfi malzeme ve teçhizat-ı askeriyeden mahrum bulunduğu sırada!


Artık bu neticeyi tevlit eden (bu neticeye sebep olan) bir harekete taraftar bulunmadığımdan tayinini erbab-ı insafın vicdanına terkederim. Enver Paşa'nın bu hareketinde bir de manevi ve ahlâki bir leke var: Arkadaşlarına verdiği sözde durmamak, dost olan veya hiç olmazsa öyle görünen devlet-i ecnebiyenin emniyetini suiistimal etmek lekesi. (..) 


Halbuki Enver Paşa son hareketini tespit etmezden evvel ne benim ne de diğer arkadaşlardan hiç birinin reyine müracaat etmemiş ve binaenaleyh bize karşı verdiği söze ve aldığı taahhüde riayet etmemiştir.


Rusya hükûmetinin emniyetini suiistimal keyfiyetini ise izaha lüzum görmüyorum. O hükûmetin gösterdiği büyük itimat sayesinde ve onun ihzar ettiği vesaitle Buhara'ya kadar gidiyor ve sonra ona karşı muhasimetkâr (düşmanca) bir vaziyet takınıyor.


Zât-ı şahanelerini suret-i kat'îyede temin ederim ki, Avrupa'da ve Rusya'da bulunan arkadaşlarımızdan hiç birisi Enver Paşa'nın bu hareket-i ahiresini (bu son hareketini) siyaseti umumîye-i İslâmiye nokta-i nazarından tasvip etmiyorlar.(..)"




Cemal Paşa, mektubunun devamında daha da ilginç bir cümle kuruyor ve:


"Damâd-ı Halife-i Müslimin, Emir-i Buhara ve leşkeri İslâm" imzasını takınmış olduğuna göre, bu badireden âlem-i İslâmın en az zararla çıkmasıını temin edecek vasıtaya tevessül etmek ukalâyı İslâmiyenin (İslamın aklı başında insanlarının) vazifeleri cümlesindendir."


diyerek, Enver Paşa'nın giriştiği bu manasız hareketi önlemenin aklı başındaki bütün Müslümanlar için bir vazife olduğunun altını çiziyor. Ve bu durum karşısında alınabilecek bir dizi tedbiri saydıktan sonra, son olarak şu satırlarla Enver Paşa'nın bu girişimininin sonucuna dair düşüncelerini şöyle beyan ediyor:


"Şurasını da kanaat-i katiyeme müsteniden beyan edebilirim ki, Enver Paşa bu teşebbüsü ile katiyen muvaffak olamayacaktır. Nâhak yere (haksız yere, boşu boşuna) binlerce Müslüman ve Türk kanı dökülmekten başka, Buharalılar ve Türkistanlılar için hattâ mahallî bir faydayı bile mucip olmayacaktır."


* * *


Bir çok tarihçinin üzerinde ittifak ettiği üzere, rütbe ve makamları siyasi yollarla ve kısa zamanda üçer beşer atlayarak çıkan Enver Paşayı yeteneklerinin çok üzerinde kalan bu makamlarda tutan tek şey kişisel hırsı olmuştur. Bu hırs öyle bir hıırstır ki, yukarıda da görüldüğü üzere, çoğu zaman aklının önüne geçmiş, tarihe "önemli işler" başaran bir vatanperver olarak geçeyim derken, hem kendini, hem memleketi, hem de kendisi ile beraber yola çıkanları mahvetmiştir. 


Şurasını da söylemeden geçmeyelim ki, Mustafa Kemal'in İttihatçı liderler içinde en çok sevdiği ve takdir ettiği kişinin niye Cemal Paşa olduğunun cevabı, sadece yukardaki mektubun muhtevasına bakılarak dahi verilebilir diye düşünüyoruz. Ve ayrıca, "kişi taraftarlığı" yapmak yerine "akıl ve fikir taraftarlığı" yapmanın her durumda tutulması gerekli olan en doğru yol olduğuna inanıyoruz. Tıpkı Mustafa Kemal'in yaptığı gibi...


--------------------------------------------------


(*) "İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları" - Hüseyin Cahit Yalçın / Temel Yayınları, 2002, (shf. 299-302) 

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yazınız çok çarpıcı. bu konuyla ilgili önerebileceğiniz kaynaklar olursa sevinirim. gerçekten çok iyi bir yazı.

A. Hüsnü Sezgin dedi ki...

Makalenin altında da belirttiğim üzere; "İttihatçı Liderlerin Gizli Mektupları" - Hüseyin Cahit Yalçın / Temel Yayınları" kitabını öneririm...

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.