27 Mart 2012 Salı

"İzmir Marşı" ve bir ihanetin düşündürdükleri...



I. Dünya savaşı esnasında Lawrence adlı İngiliz casusunun yalanlarına kanıp bizi arkadan vuran "İstanbul doğumlu" Mekke Emiri Şerif Hüseyin ve ona bu ihanetinde destek olan oğullarının ibretlik sonlarını gözler önüne seren bu hikaye, sadece tarihe ışık tutan bir belge olmakla kalmıyor, bugün aynı yola sapan benzerlerinin sonlarının ne olacağı konusunda bize de, onlara da fikir verebilecek tarihi bir vesika niteliği de  taşıyor. Bundan sonrasında sözü sahibine bırakaca olursak:


Dışişlerinde 34 yıl hizmet etmiş olan eski Büyükelçi ve Dışişleri Bakanı Feridun Cemal Erkin, İkinci Dünya Savaşı yıllarında, Siyasi Daire Genel Müdürü olarak, 1942 yılında, geçici bir görevle Arap ülkelerine gönderiliyor. O tarihte henüz bağımsızlığını kazanmamış olan Ürdün'e de uğrayan Erkin, Şeria nehrinin karşı yakasında kurulmuş bir çadırda, Ürdün Emiri Abdullah tarafından kabul ediliyor. 


Emir Abdullah'ın babası bilmem kaçıncı göbekten peygamberin torunu olan eski Mekke Şerifi Hüseyin'dir. Hz. Muhammed'in bu hayırsız torunu, İngiliz altınına tamah ederek, Osmanlı devletine ihanet etmiş ve I. Dünya Savaşında, İslamın kutsal topraklarını savunmaya çalışan Türk askerini arkadan vurmuştur. 


Şerif Hüseyin'in oğlu Abdullah, İstanbul'da büyümüş, İstanbul'da okumuş ve eski Şûrayı Devlette (yani Danıştay'da) üyelik yapmış bir İstanbul efendisiydi. Tabii, pürüzsüz bir İstanbul Türkçesi konuşuyordu. Erkin'le karşılaşınca, âdeta eski günleri hatırlayarak hasret gidermek istemiş, Türk konuğunu yemeğe alıkoymuş ve bir ara başbaşa kalınca ona içini dökmüş. Âdeta günah çıkarmak istercesine, Erkin'e şu ibret verici hikâyeyi anlatmış:


"Müttefikler, daha doğrusu İngilizler demiş, babamı, Osmanlı idaresine isyan edip, İmparatorluğun düşmanlarıyla işbirliği yapması karşılığında, kendisini, Hicaz Krallığına getirmek vaatlerini tuttular. Babam gerçi Hicaz Kralı oldu; fakat bir süre sonra Vahabiler kendisini düşürdüler. Kral Suud onun yerine geçti. Babam, İngilizlerin himayesi altında Kıbrıs'a yerleşti. Orada hastalandı, kendisini Amman'a aldım, uzun müddet hasta yattı, çok ıstırap çekti. Günün birinde, ikindi vakti, sarayın bandosu öteden beri âdet olduğu üzere, bahçede konser veriyordu. Hava sıcak, pencereler açıktı. Bir ara bando, hepimizin bildiği, İzmir marşını çalmaya başladı. Babamın birçok eski hatıralarını hafızasında canlandırmasını önlemek için pencereyi yavaşça kapadım. Babam seslendi:


"Evlat, neden o pencereyi kapıyorsun? İzmir marşının bana eski günlerimi hatırlatmaması için değil mi? Ben velinimetine ihanet etmiş âsi bir kulum, günahım büyüktür. Kral olabileceğimi sandım, Tanrı beni sürgünlüğe düşürdü. Hasta oldum, buraya sığındım. Bırak, pencereyi aç, şu marşı dinleyeyim, duyduğum vicdan azabının şiddeti, o eski hatıraların canlanması ile büsbütün ağırlaşsın, ta ki Cenabı Hak bu günahkâr kulunu dünyada affederek, ahirette hesap gününde daha büyük cezadan korusun" dedi.(*)


Feridun Cemal Erkin, bu dehşet verici öyküyü derin bir şaşkınlıkla dinlemiş. Peygamber torununun o korkunç macerasını ve sonunu, bir daha aklından çıkaramamış. Yıllar sonra, kaderin cilvesini düşünmüş durmuş. İnanılır gibi değil ama, Osmanlıya ihanet eden o peygamber torunları iflah olmamışlar; Kral Hüseyin'in, sürgün, hastalık ve ölümle noktalanan sonu ibret verici olmuş; büyük oğlu Irak Kralı Faysal, esrarlı bir biçimde zehirlenerek ölmüş; onun oğlu bir gezintiden dönerken yolda arabasının garip biçimde bir ağaca çarpması sonucu can vermiş. Torunu, yani Irak'ın genç Kralı İkinci Faysal, 1958 askeri darbesinde, amcası Emir Abdülillah ile birlikte feci biçimde parçalanarak katledilmiş. Feridun Cemal Erkin'e yukarıdaki öyküyü anlatan Ürdün Kralı Abdullah'a gelince, o da Kudüs'te, ünlü Mescidi Aksa'nın merdivenlerinde, bir Arap tarafından hançerlenerek öldürülmüştür. Onun oğlu Kral Tallal, çıldırmıştır ve tedavi için getirildiği İstanbul'da, bir şifa evinde, çırpınarak, son nefesini vermiştir. Etti: Yedi.


İşte peygamberin son torunlarının sonu.  Hepsi feci biçimde can vermiş. Sanki hepsi lanetlenmiş. Feridun Cemal Erkin, "Birinci Dünya Savaşında, diyor, İngiliz ordusunun muhasara ettiği Medine'yi savunan Fahrettin Paşa (Türkkan) ordusuna karşı düşmanla işbirliği yapanlar, peygamberimizin bu torunlarının tâ kendileri değil miydi?... İlahi takdir, ahiretteki mukadder hesaplaşma anını bile beklemeden, peygamberimizin mübarek mezarını savunan Müslüman Türk ordusuna silah çeken torunlarını daha bu dünyada korkunç bir kadere mahkûm etmişti.


Hey gidi peygamber torunları hey!(**)


* * *


Evet, ne derler: "Herkesin bir hesabı varsa, Allah'ın da bir hesabı var". Hırsları akıllarının önüne geçmiş nankörlere bu kıssadan bir hisse düşer mi dersiniz? 


Hiç zannetmiyoruz! Öyle olsa tarih tekerrür eder miydi hiç?!..



-----------------------


Kaynak:


(*) Feridun Cemal Erkin, Dışişlerinde 34 Yıl., s.125-126
(**) Bilâl N. Şimşir, Bizim Diplomatlar., s. 554-557






0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.