7 Ocak 2012 Cumartesi

Yurttaşlığın Yabanıl Düşmanları: Etnik Ayrımcılık ve Aşiret Sorunu 2

Birinci yazımda ele aldığım bütün bu olgular, Avrupa'da aşirete, kana, döle, soya dayalı toplulukların mezar kazıcısı olan 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin köklerinin doğuda olduğunu, insan haklarına aykırı aşiret yasalarını "antla edinilebilir kan kardeşliği"yle etkisizleştiren ve Tanrı'nın "hepiniz Adem'le Havva'nın çocuklarısınız, dil ve ırk ayrımlarına dayanmayın" bildirgesine bağlı Müslüman Türk yönetim biçiminin, İnsan ve Yurttaş Hakları'nın oluşum sürecinde önemli bir etkisi bulunduğunu kanıtlamaktadır.


Goethe'nin yapıtları ve Beethoven'in günümüzde Avrupa Birliği Marşı olarak benimsenen 9. Senfonisinde yankılanan "Kardeş olun ey insanlar bunu ister Tanrımız!" çığlığı; "soygüdücü feodal aşiretler Avrupası"nın, "özgür yurttaşlar Avrupası"na dönüşüm sürecinde Müslüman Türk etkisinin Antik Yunan ve Roma etkisinden çok daha güçlü olduğunu göstermektedir.


Karanlıklar Avrupa döneminde "ışık Doğu'dan yükselir" diyerek Doğu'nun ışığını Prometheus gibi "çalıp" Batı'ya getiren "hümanist", "masonik" çevreler; ilk iş olarak Doğu'nun ışığını söndürmeye, böylelikle tüm aydınlığı kendi tekellerine almaya kalkışmışlardır. Emperyalistler kendi toplumlarını hızla uluslaştırırken, Müslüman Türk coğrafyasındaki aşiret kalıntılarını koruyup yaşatmak için var güçleriyle çalışmış; bir yandan Peygamber'in "Veda Haccı Söylevi"nin ve Kuran'ın soygüder aşiret yasalarını geçersiz kılan buyruklarına aykırı "Medine Vesikası" diye bir yazı ortaya atıp, bunu "Peygamber tarafından hazırlanmış ilk İslam Devleti Anayasası" diye yutturarak, aşiret yapılanmalarının dinen dokunulmaz olduğunu söylemişlerdir. İslam'a en uygun düşen yönetim biçiminin aşiretler konfederasyonu olduğu yalanını Müslümanlar arasında yayarken; öte yandan soygüderlik, üstün ırkçılık tohumları aşıladıkları Osmanlı uyruklarını ayrılıkçılığa ve ayrı devlet kurmaya yöneltmişlerdir.


1840'larda uluslaşmaya yönelen Osmanlı Devleti'nin merkezden uzak sarp bölgelerdeki aşiretleri dağıtmaya yönelik nitelikler taşıyan 1858 Toprak Kanunu, aşiret bağlarını kırmayı amaçlamış; fakat emperyalistler, yöredeki konsolosları aracılığıyla o bölgedeki Hıristiyan Ermenileri kışkırtmaya başlayınca, aşiretlerin dağıtılması tasarısı uygulanamamış, 1890'larda Müslüman Kürt aşiretler Hamidiye Alayları biçiminde örgütlenerek Hıristiyan Ermeni ayrılıkçılara karşı kullanılmıştır.


Doğu Anadolu'da Büyük Ermenistan düşleri 1921'de kırıldıktan sonra Türkiye, 1923'te yurttaşlığa dayalı Cumhuriyet'i ilan etmiş; aşiret başları, kendi soya, kana, ırka, döle dayanan çağdışı aşiret düzenlerinin yurttaşlığa dayanan Cumhuriyetle ortadan kaldırılacağını derhal kavrayıp, peş peşe ayaklanmaya başlamışlardır.


Silahlı ayaklanmaları bastırmak için silaha başvuran Atatürk, aşiret yapılanmasını ortadan kaldırmak için silaha değil, ekonomik, siyasi ve eğitsel önlemlere başvurmuştur. 1927 yılında Milli Eğitim Bakam Mustafa Necati Bey'i Van'a göndermiş, Mustafa Necati Bey, Van'da üniversite kurulmasını gerekli görmüş; bu öneriyi yerinde bulan Atatürk, 1928 yılında, öğretmen Ferit Nur (Kuran) Bey'i Van'a gönderirken, oradaki ortaokulu liseye dönüştürerek, kurulmasının tasarlandığı üniversitenin çekirdeğini oluşturmasını istemiştir.


1937'de, Meclis'i açış söylevinde:


"Doğu bölgesi için Van Gölü sahillerinin en güzel bir yerinde ilkokulu ve nihayet üniversitesi ile modern bir kültür şehri oluşturmak yolunda şimdiden faaliyete geçilmelidir" diyen Atatürk; bu amaçla, dönemin Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan'ı, arazi tespiti için Van'a göndermiştir.


1938 yılı Meclis'i açış konuşmasında; "Doğu Üniversitesi'nin yapılan çalışmalarla saptanmış olan ilkeler çerçevesinde Van Gölü dolayında kurulması hızla ve önemle sürmektedir" diyen Atatürk'ün, aşiret yapılarını tasfiye doğrultusundaki ekonomik girişimiyse, aşiret üyelerini toprak sahibi, özel mülk sahibi yaparak aşiret başkanlarına bağlılıklarını koparmaya yönelikti. 1929 yılı Meclis'i açış konuşmasında; "Çiftçiye toprak dağıtılması da hükümetin aralıksız izlenmesi gereken bir uygulamadır. Çalışan Türk köylüsüne işleyebileceği kadar toprak sağlamak, ülkenin üretimini arttıracak başlıca önlemlerdendir" diyen Atatürk, 1936 yılı Meclis'i açış konuşmasında ise; "Toprak yasasının bir sonuca eriştirilmesini TBMM'nin üstün çabalarından beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması kesinkes lazımdır" demiş; bu konunun peşini bırakmayarak 1937 yılı Meclis'i açış konuşmasında; "Her şeyden önce ülkede topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemlisi de bir çiftçi ailesini geçindirebilecek toprağın -hiçbir nedenle ve biçimde- bölünemez hale getirilmesidir. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işleyebilecekleri toprak genişliği, söz konusu toprağın bulunduğu bölgenin nüfus yoğunluğuna ve toprağın verimine göre sınırlandırılmalıdır" sözleriyle, aşiret yapısının ortadan kaldırılmasının demokratik ve ekonomik yolunu göstermiştir.


Atatürk'ün başını çektiği bu Demokratik Açılım'a Emperyalizmin verdiği yanıt, 1930'da Kurt Ziemke tarafından açıklanmıştır: "Kemalizm'in Kürt düşmanı ve İslam düşmanı olduğu propagandası yapmak..." Çağdışı aşiret yapılarını dağıtıp insan haklarından yoksun yaşayan aşiret üyelerini özgür birey yurttaşlara dönüştürmeye yönelik ekonomik ve eğitsel bütün girişimler; kendisini insan ve yurttaş haklarının beşiği olarak yutturan Batı tarafından "Kürt ve İslam Düşmanlığı" damgası vurularak aşiret isyanlarıyla engellenmeye çalışılmıştır.


Atatürk'ün önerileri 1939-1945 arası II. Dünya Savaşı ortamında uygulanamamış; çok partili düzene geçişle birlikte oy avcılığı başlayınca, aşiret başlarını kendi partilerine katarak aşiretin tüm oylarını almayı yeğleyen partiler, Atatürk’ün önerdiği toprak dağıtımı ve aşiretlere yönelik yurttaşlık eğitimini rafa kaldırmışlardır.


1978'lerden önce yapılan yerli yabancı bütün antropolojik yayınlarda "çağdışı soya dayalı aşiret örgütlenmeleri" olarak adlandırılan sorun, 1980'lere doğru birden bire "Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı" (!) olarak adlandırılmaya başlanmıştır.


O güne dek "aşiret' dedikleri yapı değişmediği halde, Batılı akademik odaklar, yeryüzünde 4000 dolayında ayrı dil konuşulmasına karşın yalnızca 200 dolayında devlet bulunduğunu, bir topluluğu "ulus" sayıp ona ayrı devlet kurma hakkı tanımak için dil ayrılığının tek başına yeterli olmadığını çok iyi bildikleri halde, 1978'de PKK kurulur kurulmaz Kürt "aşiretleri" demeyi bırakmış, yayınlarında Kürt "ulusu" demeye başlamışlardır.


Henüz PKK'nın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yönelik tek kurşun dahi atmadığı dönemde, 6 Aralık 1979 günlü Günaydın gazetesinde, dönemin Başbakanının; "Türkiye'yi Ankara'dan yönetmek imkânı kalmamıştır. Türkiye, 15 bölgeye ayrılmalı, her bölge için ayrı plan yapılmalı" demeci yayımlanmış ve 12 Eylül Yönetimi 10 Mart 1981 tarihinde Türkiye'yi eyaletlere bölme tasarıları hazırlamıştır. PKK'nın devlete yönelik ilk eylemi devletin eyalet düzenine geçme hazırlıklarına başlamasından yıllar sonra, 15 Ağustos 1984'te gerçekleşmiştir. Bu öncelik sonralık ilişkisinde, düşünenler için, çıkarılacak çok önemli sonuçlar vardır.


Dünyada insan ve yurttaş haklarının oluşumunda yadsınamaz katkısı bulunan Türk ulusunun bugün içinde kıvrandığı siyasal sorun, bölgenin akarsu (Dicle+Fırat) ve akaryakıt (Musul+Kerkük) kaynaklarını kendi denetimleri altına almayı amaçlayan Batılı odakların, tam da bu kaynaklar üzerinde yaşayan kimi aşiret topluluklarını, 1800'lerden başlayarak siyasal ayrılıkçılığa yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Eğer bu toplulukların aşiret yapıları çözülmüş, üyeleri özgür birey yurttaşlara dönüştürülmüş olsalardı, emperyalizm bölgede kullanılacak aşiret bulamayacaktı.


"Kürt Sorunu" nitelemesi, sorunun özünün doğru kavranmasını ve toplumbilimsel yöntemlerle çözümlenmesini önlemeye çalışan odaklarca yayılan yanlış bir adlandırmadır; sorunun doğru, toplumbilimsel adı, "kan soy döl ayrımına dayalı insan ve yurttaş haklarına düşman toplumsal yapılanmalar", kısaca: "Aşiret Sorunu"dur.


"Aşiret Sorunu"nun demokratik ve ekonomik yöntemlerle nasıl çözüleceğini Atatürk göstermiştir: Toprak dağıtımı ve yurttaşlık eğitimi... Aşiret sorunu, "aşiret"in salt dili ayrıdır diye adım değiştirip onu "ulus" olarak niteleme akademik dalaveresiyle uluslara tanınan "kendi kaderim tayin (ayrı devlet kurma) hakkı"nı aşiretlere tanıyarak çözülemez. Oysa şimdi yapılmak istenen, tam da budur.


1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nden:


I- İnsanlar, haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar ve yaşarlar. Sosyal farklılıklar ancak ortak yarara dayanabilir.


II- Her siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zamanaşımı ile kaybedilmeyen haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir.


III- Egemenliğin özü esas olarak ulustadır. Hiçbir kuruluş, hiçbir kimse açıkça ulustan kaynaklanmayan bir iktidarı kullanamaz.


VII- Bir kimse, ancak yasanın belirlediği hallerde ve yasanın öngördüğü şekillere uyularak suçlanabilir, yakalanabilir ve tutuklanabilir. Keyfi emirler verilmesini isteyenler, keyfi emirler verenler, bunları uygulayanlar ya da uygulatanlar cezalandırılır. Ancak yasaya uygun olarak yakalanan, yasaya uymaya çağrılan her yurttaş anında itaat etmelidir, direnirse suçlu olur.


IX- Her insan suçlu olduğuna karar verilinceye kadar masum sayılacağından, tutuklanmasının zorunlu olduğuna karar verildiğinde, yakalanması için zorunlu olmayan her türlü sert davranış yasa tarafından ağır biçimde cezalandırılmalıdır.


XI- Düşüncelerin ve inançların serbest iletimi insanın en değerli haklarındandır. Bu nedenle her yurttaş serbestçe konuşabilir, yazabilir ve yayınlayabilir, ancak bu özgürlüğün yasada belirlenen kötüye kullanılması hallerinden sorumlu olur.


XII- İnsan ve yurttaş haklarının güvenliği bir kamu gücünü gerektirir, bu nedenle bu güç herkesin yararı için kurulmuştur, yoksa bu gücün emanet edildiği kişilerin özel çıkarları için değil.


XV- Toplumun tüm kamu görevlilerinden, görevleriyle ilgili olarak hesap sormak hakkı vardır.




Makale Kaynağı: Bahadır Kubaş - MakaleMarketi.com


http://www.makalemarketi.com/toplum-ve-haberler/toplumsal-sorunlar/2206-yurttasligin-yabanil-dusmanlari-etnik-ayrimcilik-ve-asiret-sorunu-devami.html#ixzz1iiXtRVj1







0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.