23 Aralık 2011 Cuma

Namuslu olmak yetmiyor...

Yazılarını merak ve ilgi ile takip ettiğim blog yazarı sayın Serdar Ant'ın ünlü şair ve düşünür Sabahattin Ali'nin aşağıdaki sözleri ile başlayan ve "NAMUSLU OLMAK NE ZOR ŞEYMİŞ…" başlığı altında yayınlanan makalesi vesilesi ile (kendisine de yorum olarak ilettiğim) düşüncelerimi, bu vesile ile burada da paylaşmak gereği duyuyorum. 




Şöyle diyor Sabahattin Ali: 


"Namuslu olmak, ne zor şeymiş meğer? 


Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika`ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Yalnız ve yalnız bir tek milletin önünde secdeye vardık. O da kendi cefakeş milletimizdir. Meğer ne büyük günah işlemişiz! 


Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmadık, han apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. 


Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: “Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…”


Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?" 


* * * 


İşte, eğer bu meselenin cevabı doğru olarak verilirse, Türkiye Cumhuriyeti, ayağına batıp durmakta olan o büyük dikenden de “nihayet” kurtulmuş olacak!.. 


Mesele şudur: Bu cumhuriyeti kuran iradenin mahiyeti önemli bir halk kitlesi tarafından anlaşılamamış, bu ülkenin aydın sınıfı da bu "anlaşılmazlığa" bilerek bilmeyerek büyük katkılarda bulunmuştur. 


"Sol Fetişizmi"nin Türkiye'ye maliyeti" başlığı ile geçen yıl aynı konuyu, aynı, Sabahatti Ali örneği ile ele almış biri olarak şunu söylemek isterim ki; "Atatürkçü" olduklarını her fırsatta ifade eden okumuş-yazmış pek çok insan, onun kurduğu rejimin mana ve mahiyeti üzerine pek kafa yormaya gerek görmemiş ve Mustafa Kemal'i akıllı, kahraman ve vatansever bir komutan olarak sevip takdir etmekten öte, onun fikir ve düşüncelerini derin bir tahlille ele almak gibi bir ihtiyaç içinde olmamıştır. 


Böyle olmasaydı, bu ülkenin rejiminin temelinin “müdafaa-i hukuk”a dayandığı, “Kemalizm”in ise bir ideoloji değil bir “proje” olduğu herkesçe bilinir, bugün, 30’lu yıllarda kalmış bir ideolojiye saplanıp kalmış insanlar olmakla suçlanan(!) Atatürkçü(!) aydınlar da, bunu söyleyen insanlar karşısında duygusal tepkiler vermek yerine bu ülkenin “ideolojisi” hakkında oldukça “net” ve “sağlam” fikirler ortaya koyabilirlerdi.


Daha açık konuşmak gerekirse, ortada “müdafaa-i hukuk” gibi bir ideoloji varken ve bu ideoloji üzerine kafa yormak gerekirken bir kısım aydınımız o günlerde “Sovyet” devrimi ile vücut bulmuş olan “komünizm”e meyletmiş ve ister istemez kendisini “müdafaa-i hukuk”un karşısında bulmuştur. 


İlerleyen yıllar içerisinde ise ülke içerisindeki mevcut “sol” akımlara karşı bu defa da ortaya (mesela)  “Dokuz Işık” doktrini adıyla bir doktrin atılmış ve bir kısım insan da bir müddet bunun arkasından koşmuş, halen de koşmaya devam etmektedir. Yani, bu ülkenin insanları ortada durup duran şu “müdafaa-i hukuk” da nedir diye merak dahi etmemiş ve kendilerine hep yeni idealler arayıp durmuşlardır. 


Sadece “okur-yazar” olmanın bile yeni kurulan bu ülkeye hizmet fırsatı sunduğu o yıllarda, “komünist” suçlaması ile cezaevinde yatan Şevket Süreyya (Aydemir), devletin milli eğitiminin ne olmasına dair fikirlerini yazıp, bunları dosyalar halinde cezaevinden Milli Eğitim Bakanlığına yollamak sorumluluğunu içinde hissetmişken, onun bu çalışmalarından etkilenerek ona düşündüklerini hayata geçirme fırsatı veren Mustafa Kemal, Şevket Süreyya vasıtası ile haber saldığı Nazım Hikmet’ten ise umduğu cevabı alamamış ve akabinde ise Nazım’ın yurtdışına kaçtığı haberi gelmiştir. 


"Devrimci Mustafa Kemal Atatürk varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar? Devrimci Atatürk bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır. Büyük bir deha ve komutan olan Kemal Atatürk'ün kıymetini bilin." 


sözleri ile bu “şaşkınlığı” ta Küba’dan gören Castro’ya bu konuda bilmem hak vermemek mümkün mü?


* * *


Bir diğer çok önemli husus, “sol” aydınların bu milletin “dini” hakkında takındığı tavırdır. Çoğu zaman dine sövmeyi ilericiliğin ve Atatürkçülüğün vazgeçilmez bir koşulu gibi kabul eden bu aydınların takındığı bu küçümseyici ve aşağılayıcı tavrın neticesi ise bugün ortadadır!.. Tayip Erdoğan’ın seçim meydanlarında sürekli buna atıfta bulunarak bunu bir yara gibi kaşıması ve bundan puan alması boşuna mıdır? 


Bugün bile, Atatürk’ün resmini ve sözlerini sitelerinin başına koyan kimi “ulusalcı” internet siteleri, sitelerine bir de “din” bölümü açıp, orada malûm bir ismin makale ve görüşlerini yayınlayarak “İslam dini”nin ne kadar boş ve “hafif” bir din olduğunu ispat etmeye, bu konuda deliller(!) sunmaya kendilerini adayabiliyorlar!.. 


Bırakın mütedeyyin insanları, içki de içse, her türlü muzır işin içinde de bulunsa, iş Allah’a ve Kitab’a laf söylenmeye gelince bir anda nevri dönen bir yapıya sahip olan bir milletin dinine bu kadar rahat laf söyleyerek Atatürkçülük yapmaya kalkmak ve ondan sonra da bu milletin neden kendilerine bir türlü rağbet etmediğine şaşırıp kalmak nasıl bir iştir? 


Daha geçenlerde, ULUSAL KANAL’da, Sumerler konusunda çalışmalar yapmış Muazzez İlmiye Çığ’ın Sumer tabletlerini çözerek, orada anlatılan efsaneleri ortaya çıkardığı ve dolayısı ile de dinlerin aslında Sumer efsanelerinden alınmış hikayelerden ibaret olduğunun böylece ortaya çıkmış olduğu, yani Çığ’ın bu anlamda “önemli” bir hizmeti daha yerine getirmiş olduğu “övünçle” anlatılıyordu!.. 


Şimdi, burada şunu diyebilirsiniz: “Bu ülkenin bugünkü hale gelmesinde bu din anlayışının payı büyüktür.” (Ki, öykedir de...) Bunda yadırganacak bir nokta yoktur. Ancak bununla mücadele etmenin yolu dine sövmek ve ona inananları küçümsemek değildir ve bu hata yapılmış ve halen de yapılmaktadır.


Geçen yıl, “Ergenekon” adı verilerek yapılan o malûm davaların bir duruşmasında, “CHP” ile yakın olduğu iddiasından hareketle davaya dahil edilmiş sanıklardan biri, iddianın aksini ispata çalışırken şöyle diyordu:


“Ben CHP’li değilim, hatta şunu da hep söylerim; bugün CHP, ben seçimlere katılmıyorum dese, AKP, mümkün değil bu kadar oy alamaz!..” 


Az laf, çok şey dedikleri sanırım bu olsa gerek!.. 


Şunu da bir düşünün ki, bugün o gitmesini çok istediğimiz AKP, iktidardan düşse yerine kim gelecek?!.. 


Nohuta kömüre fit olduğu iddia edilen vatandaş bunu sizce görmüyor mu? 


“Oxford vardı da biz mi okumadık?!..” misali, karşılarına “adam gibi adamlar” çıktı da bu millet oy mu vermedi?!.. 


Kendinizden pay biçin, sandığa gittiğinizde “evet” mührünü gönül rahatlığı ile basıp, huzur içinde sandık başından ayrılabildiniz mi? 


Bu hatırlatmadan maksadım şu ki, şu içinden geçtiğimiz dönemde başımıza gelenler bizim için yeni bir toparlanma ve uyanma süreci olabilirdi. Fakat görünen o ki, böyle bir süreç bile bize gerekli dersler çıkartmak için yetmiyor!.. 


Daha birkaç ay önce İlk-Kurşun sitesinde, sayın Erol Bilbilik, aynı “Amasya Kongresi” gibi “Milli” bir “kongre” yapılması çağrısında bulundu. Bir çok fikrim uyuşmasa da, sayın Bilbilik’in bu fikrinin en hararetli destekçilerinden biri ben oldum. Lâkin, “valla iyi olur aslında” mealine gelen birkaç cılız okuyucu yorumu dışında, asıl ses vermesi gerekenlerden müspet ya da menfi, nedense ses çıkmadı?!.. 


“Vatan için kimimiz öldük, kimimiz türkü söyledik” misali, kimimize akşamları internet başında yazıp-çizmek, kimimize de, bu konuda konferanslar vermek, kitap yazmak, tv.lere çıkmak, “şöyle satıldık, böyle katıldık” demek daha cazip gelir oldu. Halbuki, benim sade bir vatandaş olarak bu vatanın gittiği noktayı bilmem için artık daha fazla “konferans” dinlemeye, bu konuda yazılıp duran kitapları alıp, uzun uzun okumaya ihtiyacım yok!.. Artık siyaseten ortaya somut olarak konacak projeler duymaya ihtiyacım var. Ortada her şey var ama bu yok!.. 


Hülasa, konu önemli ve bunun üzerine gitmek ise şu an her şeyden çok daha önemli ve çok daha öncelikli…





0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.