31 Aralık 2011 Cumartesi

“Belki bizi mahvedecekler ama, yolumuz mezbahaya uğramayacaktır”

Bir önceki bölümdeki kaldığımız yerden devam ederek hatırlayacak olursak; Hitler’in temel stratejisini İngilizlerin tarafsızlığını sağlamak üzerine kurduğu anlaşılıyor. 

Bunu da şu sözleri ile teyid ediyor: 

“Biz her zaman anlaşma yollarına gitmeye ve Britanya İmparatorluğunun devamını sağlamak için, bütün kuvvetimizi terazinin kefesine atmaya hazırdık. 



Kaldı ki hakikatte dünya'nn en sefil insanı dahi bence İngiliz dediğimiz bu azametli adalıların herhangi birinden daha sempatiktir.” 

Ve ardından da detaylara iniyor ve şöyle diyor: 

“Harbin başında İngiltere yolunu seçmek imkânına sahipti. Hiçbir şey İngilizleri harbe atılmaya zorlamıyordu. Halbuki bunlar, yalnız harbe atılmakla yetinmeyip, aynı zamanda mücadeleyi kışkırtmışlardı. Şayet harbe taraftar olan İngiliz ve Fransızların kötü niyetli politikaları olmasaydı, Polonya intihar politikasına sürüklenmezdi. Bütün bunlara rağmen, İngiltere bu hataları işledikten sonra bile, ya Polonya'nın harp dışı edilmesinden veya Fransa'nın mağlûbiyetinden sonra oyundan dışarı çıkabilirdi. Böyle bir davranış, muhakkak ki İngiltere için çok şerefli sayılmazdı. 

Bununla birlikte bu konularda zaten İngilizlerin izzeti nefsi pek hassas değildir. İngiltere hiçbir şey yapamasaydı, Fransa'nın 1940 Mayısında Belçika için yaptığı gibi mağlûbiyetinin büün mesuliyetini eski müttefikleri üzerine atamaz mıydı?” 




6 Şubat 1945 tarihli günlükte ümitsiz bir durumda olduklarını kabul eden Alman Führer’i, o günkü notlarının bir yerinde şunları söylüyor: 


“…kendimizi koyun gibi boğazlatmak alışkın olduğumuz bir davranış tarzı değildir. Belki bizi mahvedecekler ama, yolumuz mezbahaya uğramayacaktır.” 



Ve kendisine karşı bir cephe oluşturan “müttefik kuvvetler” karşısındaki yenilgisi artık kesinleşmişken bile, yine de-umut dünyası bu dünya-der gibi “son bir ümit” ile ne şöyle diyor: 


“Kaldı ki bir (düşman) koalisyon(u) sabit bir realite değildir. Mevcudiyeti daima birkaç şahsın varlığı ile söz konusudur. Bir Churchill ölmeye görsün, her şey değişebilir. O zaman İngilizlerin ileri gelenleri, belki önlerinde açılacak uçurumun farkına varacak ve bağırıp, çırpınacaklardır. Endirekt olarak biz bu İngilizler için mücadele ettik. Günün birinde zaferimizin faydasını göreceklerdir.”


Harbin neden çıktığı konusunda ise ilginç bir şey söylüyor: 


“Bu harp zaten kaçınılmaz bir harpti: Nasyonal-Sosyalist Almanya’sının düşmanları bana bu harbi hakikatte 1933 Ocağından beri zorla kabul ettirmişlerdi.“ (Bu iddiasının nedenlerini de ilerleyen sayfalarda yeniden ele aldığını göreceğiz.) 


* * * 


Günlüğün 7 Şubat 1945 tarihli sayfasında ise Avrupa ülkelerinin “sömürgeci” yaklaşımına değinerek bu konudaki düşüncelerini şöyle açıklıyor: 


“Kökleşmek ihtiyacının kıt'a milletlerine, bilhassa ve özellikle Alman milletine uyan bir gerçek olduğunu zannetmiyorum. Neden bugüne kadar sömürgeci kaderine sahip olmadığımızı bu gerçek açıklamaktadır. 


İster eski, ister yeni çağlarda olsun, denizlerin ötesindeki teşebbüslerin, milletleri alabildiğine fakirleştirdiği, gözle görülen bir gerçektir. Bu yolda gitmekte ısrar eden ve aynı şekilde hareket eden milletler, kendi kendilerini bu çeşit maceralarda tüketmişlerdir. 


Mükemmel işleyen bir tekrarlar kuralı içinde bütün bu milletler, ya yarattıkları veya uyandırdıkları kuvvetlerin yükselişinin kurbanları oldular. Eski Yunanlılardan daha iyi örnek bulunabilir mi?”


Dedikten sonra, devam eden satırlar içinde; “Bazen kendi üzerine katlanmanın milletler için bir zaruret olduğu şüphesizdir” şeklinde bir cümle ile karşılaşıyoruz. Bu cümle, Hitler’in Alman milleti için gerekli gördüğü “Lebensraum / Hayat alanı” tezini neden gerekli gördüğüne dair bize önemli bir ipucu veriyor: O, diğer Avrupalı milletler gibi diğer milletleri “sömürgeleştirerek” hayatiyetini sürdürmek yerine, belli bir coğrafi alanda (kendi deyimi ile) “kendi üzerine katlanmayı” daha doğru buluyor.


İngiltere ve İspanya gibi sömürgeci milletlerin “hayat verdikleri” ama “ruh, kültür ve öz medeniyetten mahrum” kıtaların (ABD’yi kastediyor) bugün “ister istemez bir egoizme saplandıklarını” (dolayısı ile “şimdi bizim işimizi de zorlaştırıyorlar” demek istiyor…) ve aslında bu yeni ülkelerin bu halleri ile “yeryüzünde lüzumsuz fazlalıklar”dan başka bir şey olmadıklarını iddia ediyor. 


Batı’nın sömürgecilik zihniyeti üzerine söyledikleri ise bir hayli ilginç. Bu konuda Bormann’a şunları dikte ettiriyor: 


“Her şeye rağmen beyazlar bu milletlere bazı şeyler getirmişlerdir. Bunlar getirebilecekleri avantajların şüphe yok ki en fecisidir. Şimdi dünyanın başına belâ olan meselenin hepsi bize aittir: Materyalizm, taassup ve frengi. 


Kısacası bu milletler bizim onlara vermek istediklerimizden, daha yüksek değerlere sahip olduklarından dolayı, verdiklerimizi umursamadılar, kendi değerleriyle yetinerek oldukları gibi kaldılar. Halbuki Avrupa zor kullandığı zamanlar daha önemli sonuçlar elde etmiştir. Kuvvet yolu ile insanların kalbinin fethedilemeyeceğini aklı selim de kabul etmiştir. Bununla beraber sömürgecilerin gelir hanesine kaydedilebilecek bir başarıları vardır: Her yerde kin tohumları ektiler. 


Uykularından bizler tarafından uyandırılmış bu milletleri, bizleri kapı dışarı etmeye, bu kin sevkediyor.” Ne kadar iyimser olunursa olunsun, Avrupa'nın sömürgecilik politikası, tam bir başarısızlıkla neticelenmiştir. 


Bu konuda yalnız bir sathi başarı göz önüne alınabilir ki, bu da yalnızca maddî bir plân üzerinde kalmaktadır: İsmi Amerika Birleşik Devletleri olan bu ucubeyi kastediyorum. A.B.D. hakikaten bir ucubedir. Çünkü bu ucube olmasaydı, anası Avrupa yakasını bolşeviklikten kurtarmaya ümitsizce çalışırken, Yahudi Roosewelt tarafından idare edilen Amerika Birleşik Devletleri, sanki daha iyi bir şey yapamıyormuş gibi, esatiri kudretini Asya'nın bu barbarlarının emrine bırakmazdı. 


Geçmişle ilgili olarak Birleşik Devletlerin omurgasını teşkil eden milyonlarca iyi kalpli Almanın oraya gidip yerleşmelerine teessüf etmekten başka elden ne gelir? Zaten bunlar sadece ana vatanımız için kaybolmuş Almanlar olmakla kalmamışlardır. Aynı zamanda bizler için diğerlerinden daha korkunç düşmanlar olmuşlardır. 


Bir Alman muhaciri şayet ciddiyet ve iş sahasında bazı değerler muhafaza edebilmişse bile, ruhunu kaybetmekte gecikmemiştir. Milliyetini kaybetmiş bir Almandan daha çirkin bir varlık tahayyül edilemez!"  


“İklim”in bir milletin karakteri üzerinde etkili olduğunu düşünen Hitler; “Doğuda ırkımızın karşılaşacağı iklim sertliği, bize sert adam olmak vasıflarını muhafaza etmek imkânını bahşedecektir.” dedikten sonra şu örneği veriyor: 


“Bir Almanı alın Kiev'de yerleştirin, mükemmel bir Alman olur. Miami'de yerleştirin, onu dejenere bir insan, yani bir Amerikalı yapmış olursunuz.”


* * *

Bütün eleştiri ve düşüncelerinde, ele aldığı meseleleri sadece Almanya açısından değil, bir de “Avrupa” ve “Avrupalılık” açısından değerlendirdiği göze çarpan Hitler, yukarıdaki düşüncesini açıkladıktan sonra, ardından gelen satırlarda (bilhassa İngiltere, Fransa ve) diğer Avrupa devletlerinin "sömürge" politikaları hakkındaki düşüncelerini şu cümlelerle ifade ediyor:


"Sömürgecilik bir Alman ideali olmadığına göre, Almanya’nın bu politikayı uygulamakta olan devletlerle kendini birlik içinde saymaması ve bu yolda kendilerine herhangi bir yardımda bulunmaması için yeterli derecede sebep mevcut demektir. Biz Avrupa'ya söz konusu olan Monreo Doktrinini uygulamalıydık. 


"Avrupa Avrupalılarındır!" Bu prensip Avrupalılar'ın diğer kıt'aların işlerine karışmamaları anlamına gelmeliydi.” dedikten sonra Avrupa devletlerinin sömürgeleri hakkında ve bu sömürgelere (bir zamanlar) göç vererek oraların nüfusuna katkıda bulunmuş bir “Avrupalı” olarak şunları söylemek hakkını kendinde buluyor: 


“Meselâ, Avustralya'ya sürgün edilmiş canilerin varlığı bizi ilgilendirmemelidir. Şayet onların hayatiyeti uygun bir ritimle, nüfuslarının yoğunluk derecesini çoğaltmalarına imkân vermiyorsa, bize hiç baş vurmasınlar. Kıt'aların boşluğu, korkunç bir hızla çoğalan Asya nüfusunun fazlalıklarını cezbederse, bunda da bir sakınca görmüyorum. Bu nüfus tufanı ile ne hâlleri varsa görsünler. Tekrarlıyorum. Avrupa'dan arta kalan kırıntılar, hiçbir suretle bizi ilgilendirmiyor.”




Gelecek yazı: Hitler'in "yenilgisi" hakkında özeleştiri yapıyor...









0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.