3 Kasım 2011 Perşembe

Türkiye'yi ele geçiren vasatlar cuntası!..

Adına "küreselleşme" denilen bir illet, dünya ülkelerinin sadece ekonomik varlıklarını bir sülük gibi emmekle kalmıyor,  binlerce yıldan bu güne süzülerek gelmiş koca bir dünya kültürünü de bir kemirgen hızıyla yeyip bitirerek arkasında, adına "kültür" denilemeyecek kadar iğrenç bir atık bırakıyor. 


Dünyadaki her bir şeyi ölçüp biçmekte "maddiyat ölçeği"nden başka bir ölçek tanımayan bu "küresel elit", yediği bunca herze yetmiyormuş gibi bir de, kurduğu çadır tiyatrosunda sahneye çıkardığı çengilere bizden "sanatçı" muamelesi yapmamızı bekliyor!.. 


Seviyesizliğin her türlüsünün yüceltilmeye ve ödüllendirilmeye değer bulunduğu bu yapay dünyada, olan bitenleri büyük bir merakla takip eden ve yeni katılımlarla giderek büyüyen ve bir "sürü" haline gelen bir "güruh"un varlığı her ne kadar bir gerçek ise de, bu sürüye dahil olmayı sonuna kadar reddeden önemli bir topluluğun varlığını korumakta olduğu da inkâr edilemez. 


"Sürü"ye dahil olmayı reddederek seviyesini korumakta direnen kararlı insanlar için giderek yaşanması zor bir hale gelen bu yapay dünyada, "sufliyet" ile "asalet" arasında derinden derine yaşanan bu çatışma, bakalım nasıl sonuçlanacak diyelim ve konu ile ilgili güncel bir vak'ayı mükemmel bir şekilde tahlil eden aşağıdaki makaleyi okumaya geçelim:  


Neşet Ertaş'tan Nihat Doğan'a Nasıl Düştü Bu Ülke?


Magazin dünyasının klasik zibidilikleri arasında sıradan bir vaka olabilirdi.  Ankara'da bakan, düğün, seks, "sanatçı", hayat kadını kelimelerinin yanyana geldiği ne ilk , ne de son vaka bu.


Bu haltı yiyenin ve haltın derecesine göre gerekirse devlet kurumları bile seferber olabilir örtbas etmek için. Ülkeye hizmet etme ideali ile göreve başlayıp, otel odasında kanlı çarşaf toplayıp, travestilere eskortluk yapmak zorunda kalan güvenlik bürokratlarına sorun bu hikayeleri. Nihat Doğan'ın hikayesi çerez kalır.


Aç adamın ambara düşmesi hikayeleridir bunlar. Yerken dozu kaçırır, yedikçe daha fazlasını ister.


Kendini "feylezof" zanneden , bir de utanmadan kendini Arif Sağ'lar, Neşet Ertaş'lar, Musa Eroğlu'lar ve Aşık Veysel'lerle aynı kefeye koyan Nihat Doğan vakası ise bir magazin konusu değildir.


Nihat Doğan gibiler Türkiye'de her yeri ele geçirmiş olan vasatlar cuntasının ikoncanıdır.


Aslında küreyi ele geçiren vasatlığın Türkiye şubesidir.


İnsanlığı aptallaştıran ve sürüleştiren küreseller, toplumların önüne bu tarz oyun malzemeleri koyarak , insan fıtratının en has ürünü olması gereken düşünceyi, duyguyu ve edebi sıradanlaştırmakta, basitleştirmekte ve içini boşaltmaktadırlar.


Canlı yayında jenital bölgesine ağda yaptıracak kadar kendini mallaştıran Kardashian kardeşleri ABD'nin vitrininde tutan küresel vasatlığın Türkiye'deki şubesinin portföyü Nihat Doğan gibilerle dolu.


Aşık Veysel'i , Neşet Ertaş'ı , Arif Sağ'ı doğuran toprağın vıcıklaştığı noktada ortalığa sıçrarlar ve üstünüze başınızı aşağıdakine benzer sözlerle kirletirler...



"Porno skandalı çıkanlar devlet televizyonunda program yapıyor, anchormanlar sunuculuk yapıyor… Ama Nihat Doğan hemen asılıyor… Bu statükocu, ulusalcı bir takım medyanın bana karşı Faşitçe saldırısıdır… Ahmet Hakan bana siyasi açıdan yüklenmiş, kendisi Yalçın Küçük’ün kankası Soner Yalçın ile el ele kolkola olan birisi, Ahmet Hakan’ın bana yüklenmesi şimdiye kadar gördüğüm yüklenmelerin en kötüsü, en önemlisi…

“Başbakana Sesleniyorum”

İnternet yasasının mutlaka çıkaralım. Sosyal Medya denen ırkçı saldırıların çok olduğu, yalan yanlışın sınırsız olduğu bu canavarı dizginleyelim. Ben Anadolu çocuğuyum…Türkücüler suçlu mu, türkücü denince bunun içinde Arif Sağ, Aşık Veysel’de var… Türkücüler kötüymüş gibi gösteriliyor…"


Bu sözlerin kokusu ağırdır. 


Nihat Doğan'ın ağız kokusu değildir bu. 


Bu çürümüş bir toplumun kokusudur. 


Tayyip Erdoğan'ın başbakan, Yiğit Bulut'un gazeteci yazar olduğu bir ülkede, Nihat Doğan da böyle "türkücü" olur elbet. 


Doktora tezinin kopya olduğu ortaya çıkınca bunu yayınlayanları "Ergenekoncu" olmakla suçlayan Ömer Dinçer'in Başbakanlık Müsteşarı/Bakan olduğu memlekette, Nihat Doğan da "statükocu ulusalcı medyanın faşistçe saldırısından" bahsetmeye başlar. 


"Statüko" ve "faşisti" bir başka cümlede kullan deseniz kullanamaz. 


"Nihat Doğan sakal gibidir, kestikçe daha gür çıkar" şeklinde yumurtlayıp tahrif ettiği sözün tarihte hangi vesile ile söylendiğini bilmez. 


O her türlü akıldan, izandan ve edebten muaf örnek bir ikoncandır. 


Yiğit Bulut'un utanmadan Başbakan'dan Internet'in sansürlenmesini isteyebildiği bir ülkede... 


Zamparalığını eline yüzüne bulaştıran Nihat Doğan da, Internet'e sansür ister. 


Uçkurunu toplayamadığı noktada, kendisini Somali'ye götürüp devlet sanatçısı muamelesi yapan Başbakanından uçkurunun perdelenmesini talep eder. 


Nihat Doğan'ın uçkuru değildir bu. Bu ülkenin en derin çukurudur. 


Vasatlığın küstahlıkla, gücün zavallılıkla harman olup bataklık gibi fokurdadığı bir çukur. 


Aşık Veysel gibi bir dağdan , Nihat Doğan gibi bir çukura nasıl yuvarlandık bilmiyoruz. 


Anadolu gibi bir toprak nasıl olur da bu kadar vıcıklaşabilir kestiremiyoruz. 


Seyrediyoruz. 


Gülerek, ağlayarak, kahrolarak, utanarak... 


Yüzlerce yıldan beri bu toprakları vasata çiğnetmemek için şehitler düşen yüzbinlerden... 


Türkülerini, bu topraklarda esaret/sansür çağrısı için değil özgürlük çağrısı için söyleyenlerden... 


Utanıyoruz... 


Anadolu'yu Nihat Doğan'ın "türkücü" olabildiği küresel bir pavyona dönüştürenlerin asla utanamayacağı kadar. 




Açık İstihbarat / 1 Kasım 2011




http://www.acikistihbarat.com/haberdetay.aspx?id=9809

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.