21 Kasım 2011 Pazartesi

"Solcuların tamamını Atatürkçülükle suçlayamayız!.."

Daha önce de ifade etmeye çalışmıştık, "küresel emperyalist elit" geçen zaman içinde hatalarından ders aldı, daha bir tecrübe kazandı, "maşa" kullanmakta artık daha da bir ustalaştı. Yeryüzünde bileğini bükemedikleri tek adam olan Mustafa Kemal'in eseri Türkiye Cumhuriyetini nasıl ortadan kaldırırız diye kıvranıp dururken, ona kendisinden daha fazla düşmanlık içinde bulunan bir zihniyet ile yeniden omuz omuza verip yan yana saf tutacağını ise herhalde kırk yıl düşünse aklına dahi getirmezdi! 


Kendilerini "Kemalist" olarak tanıttıkları halde, ellerine teslim edilen vahayı cennete çevirmek varken bununla yetinmeyip sağda solda yayılacak mera arayanlar yüzünden içi hakkıyla doldurulamamış olan "müdafaai hukuk ideolojisi", böylece meydanı, usul usul, kimi "din tüccarı", parlak tüylü "mahsere cardınlarına"* ve Kürtleri haraca bağlamayı gözüne kestirerek yutkunup duran kimi "Kürtçü" ayakçılara terk etmiş oldu. 


Bu milletin dinine sövmeyi Kemalizmin "amentüsü" sayanlar ile bunlara bakarak Atatürk'e sövmekle dinine sahip çıktığını zannederek, bu öfke ile din tüccarlarının kucağına oturanlar arasında baş gösteren bu guruplaşma, bir zamanlar emperyalist sömürgenlere yasaklanmış olan bu temiz yolu, bunların çamurlu çizmeleri ile kirletmelerine böylece yeniden fırsat vermiş oldu. 


Bu makalede asıl üzerinde durmak istediğimiz husus, din adına Atatürk'e şuursuzca hakaret edenlerin düştükleri durumu ele almak ve bu uğurda kimlerle beraber olduklarını, Atatürk'e hakaret edip sevap(!) kazandıklarını düşünenlerin aslında kimlerin ekmeğine nasıl yağ sürmekte olduklarını kendilerine hatırlatmaktır.


Bu noktada, Müyesser Yıldız'ın "ERGENEKON'U TEZGAHLAYAN CIA AJANI KİM..?" başlıklı makalesinden bir alıntı ile konuyu açmaya başlayalım. 


Bahse konu makalede tüyler ürperten müthiş bir paragraf var. Şunları aktarıyor bize o makalesinde Müyesser Yıldız: 


"FP’nin “Yenilikçiler-Gelenekçiler” diye bölünmeye başladığı günler; yani 2000-2001 yılları. Abdullah Gül yenilikçilerin önderidir. O da Recep Tayyip Erdoğan da her gün yeni bir yabancı heyetle görüşür hale gelmişlerdir. Partili arkadaşları milletvekili Mehmet Bekaroğlu, ne yapmak istedikleri konusunda özellikle Gül’ü çok sıkıştırmaktadır. Açıklamalarından tatmin olmaz; öyle ki bir toplantıda isim vermeden şu suçlamalarda bulunur: 


”Şimdi siz de ABD yollarına düştünüz… Yani bu millet, sizi bunun için mi prens yaptı? Siz fakir sofralarında kazandığınız onuru maalesef zengin sofralarında bıraktınız… Bunlar İttihat ve Terakki’nin prensleri gibi davranıyorlar… Onlar da İngiliz sefaretine gidip Osmanlı’yı jurnallemiyorlar mıydı? Bu arkadaşlarımız yaptıklarının ne anlama geldiğini biliyorlar mı?” 


Tesadüf bu ya; ABD Büyükelçiliği’nden iki görevli, bir ABD araştırma kuruluşu uzmanı ile birlikte Bekaroğlu’nu Meclis'teki odasında ziyaret eder. Erdoğan’ı sorarlar: “Gerçekten değişti mi, ne kadar değişebilir?” vs. Bekaroğlu şaka ile karışık: “Ne o, Erdoğan’la iş tutmayı mı planlıyorsunuz? Mutemet adamlarınıza ne oldu?” diye sorar. Diplomatik cevaplar verilir. Asıl dertleri, Bekaroğlu’nun o günlerde düzenlediği bir basın toplantısında söylediklerinin ne anlama geldiğini öğrenmektir. O ziyaretçilerden biri şöyle der: 


“Sözleriniz askerin, Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesini engellemek için ekonomik sıkıntıları, Apo’nun idamdan kurtarılması, Kıbrıs’ın elden gitme tehlikesi gibi konuları bahane ederek darbe yapıp yapmayacağı anlamına mı geliyor Askeri bir darbe mi bekliyorsunuz?” 


Bu soruları soran kimdir biliyor musunuz? İşte o “Siyasi İşler Müsteşarı” sıfatlı John Kuntadter’dır!... 


Sene 2000… “Darbe”yi soruyor… 2007’den beri “ETÖ”cüler niye toplanıyor “darbe” iddiasıyla!... 


Mehmet Bekaroğlu’nun CIA‘cıya verdiği karşılığı da yazmam lazım. Şunları söyler: “Türkiye’de asker tek başına darbe yapamaz. Sizin ne diyeceğinizi merak eder, sizi arkasına almaya çalışır. Sorunuza cevap verebilmem için sizin ne düşündüğünüzü bilmem gerekir. ABD böyle bir darbeyi destekler mi?” CIA’cı yeniden diplomatik dile bürünür. ABD’nin hiçbir zaman askeri darbeleri desteklemediğini iddia eder; ama hemen peşinden ağzından şu sözcükler çıkar: 


“Kemalizm, Türk halkının da dünyanın da önünde engeldir; artık güçlenmesine izin verilmemeli.”


Sene 2000. Bugün yerden yere vurulan ne: Kemalizm!... Bu kadar tesadüf olur mu birader?"


Buna ben de bir küçük bir ilavede bulunayım:


Kanal gezinirken adı Hilal Tv olan bir kanalda şahit olduğum manzara şu:


Kucaklarında tuttukları çalgılardan "müzisyen" oldukları anlaşılan "entel sanatçı" görünümlü üç kişiyi karşısına oturtmuş olan "tesettürlü" bir "bayan". Anlaşıldığı kadarı ile bu bayan, bunları hem siyaset konuşmak hem de müzik "yaptırmak" üzere stüdyoya konuk etmiş. Ben bunlara denk geldiğimde bu bayanın ağzından şöyle bir inci döküldü:


"Solcuların tamamını Atatürkçülükle suçlayamayız gerçi ama..."**


Vay be, Atatürkçü olmanın alenen "suç" sayılacağı o "özlenen günlere" çoktan "erişmişiz" de bizim haberimiz olmamış demek ki!..


* * *


Meselenin diğer bir yönü de Atatürk'e hücumun dayandırıldığı "dini gerekçeler"dir ki, onu da bir sonraki yazımızın konusu yapsak iyi olacak...


----------------------


(*) Mahsere cardını: Bunlar, adına "mahsere" denen tahin ve helva imalathanelerini kendilerine mesken tutmuş olan cardınlar(büyük sıçanlar)dır. Yaşadıkları yer icabı bol bulunan susam ve diğer yağlı yiyecekler ile beslendiklerinden tüyleri diğer hemcinslerinden hem daha parlak, cüsseleri ise daha bir besilidir. Bundan mülhem bizim Çukurova bölgesinde bu tipten adamlardan bahsedilirken; "aynen mahsere cardını gibi" deyimi kullanılır.

(**) Hilal Tv - 12.11.2011

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.