9 Kasım 2011 Çarşamba

Cehalet ve Zulmün Kıskacında Kürt Meselesi

Adnan Menderes Kaya 
Haber Akademi  
4 Kasım 2011


19. yüzyıl başlarından günümüze kadar devam eden Kürt meselesi, Kerkük konusuyla birlikte yeni bir şekil almaya başladı. Bir Kürt isyanı neticesinde terk etmeye mecbur kaldığımız Kerkük-Musul bölgesinin Irak’a ait olduğunu 1926 Ankara Antlaşmasıyla onayladık.


Bu durumda Misak-ı Milli sınırları içinde olduğu için zaten Türk Devleti’nin bir parçası olan Kerkük-Musul, eğer Irak parçalanırsa Türk Devleti’ne ilhak edilmelidir.


Ülkemizde de Türk Devleti’ni bölmeyi, Türk Milleti’ni bir iç savaşa sürüklemeyi hedefleyen Kürtçülük faaliyetleri bilindiği gibi 1980’li yılların başlarından itibaren gerekli ve yeterli tedbirler alınmaması sebebiyle azgınlaşmış ve mevcut durumda neredeyse terörist başının affedilme ihtimaline kadar uzanmıştır.


Bunları hamasi duygularla söylemiyorum. Bizim (!) televizyon kanallarının ısrarla gündeme getirmediği haberlere bakılırsa Avrupa’nın bir çok merkezlerinde terör örgütünün siyasallaşması ve terörist başının affedilmesi için yoğun propagandalar yapıldığı, açlık grevleri düzenlendiği, mitingler ve yürüyüşler tertip edildiği görülecektir. İşin daha da ilginci Avrupa ülkelerinin üst düzey yetkililerinin de bu tip organizasyonlara katılarak, mesela 3 saatlik sembolik açlık grevi yapmaları gibi, destek vermeleridir. Bizim (!) siyasilerimiz ise, adı-sanı yada partisi her neyse birbirlerinden pek farkları yok, Türk Milleti’nin karşısına çıkıp kendi siyasi çıkarları için Avrupa Birliğine girme yalanını söylemeye devam etmektedirler.


Kürt meselesini Türk Devleti’nin başına bela etmek isteyen ve dış mihraklar tarafından desteklenen Kürtçüler, tarihlerinin çok eski olduğunu (15.000 rakamı telaffuz ediliyor ki bu onların akıldan izandan nasıl çıktıklarını gösterebilir), insanlık tarihindeki önemli buluşların hemen tamamının Kürtler tarafından icat edildiğini ve (bu safsatalar bir kenara bırakılırsa) Anadolu’da Türklerden önce var olduklarını iddia etmektedirler. Bu iddialarını desteklemek için insanı hayrete düşürecek yalanlara başvurmaktadırlar. Bir Cemşid Bender var ki evlere şenlik. Moralinizin bozuk olduğu zamanlarda okumanızı tavsiye ederim. Gülmekten yerlere yatırıyor. Mehr Dad Izady ise Kürtler adlı kitabında ortaya attığı iddiasına yine aynı kitabının başka bir sayfasını delil olarak göstermekle tarihe geçecektir.


Benim asıl üzerinde durmak istediğim konu her bölücü unsur gibi Kürtçülerin de Kürt nüfusunu gerçeklerin çok üstünde gösterme çabalarıdır.


Nüfus sayımlarına filan değinmeyeceğim, çünkü bununla ilgili çok yazıldı, çizildi. Asıl vurgulamak istediğim nokta Kürtçü çevrelerin bilinçli ve ısrarlı bir şekilde bir çok aşiret, kabile yada sülaleyi Kürt olarak ilan etmeleridir.


Bu amaçla gerek internet üzerinden gerekse kitap, dergi vs ile sıkı bir propaganda yapmaktadırlar. Birilerinin iddia ettiği gibi Türkiye’de bir Türkleştirme politikası yoktur, aksine bilinçli bir Kürtleştirme politikası vardır. Ve bu politikalarını hayasızca sürdürmektedirler. Bu işe önce doğudan başladılar. Onlara göre doğu tamamen Kürt’tür. Maalesef bu propagandalara kendisini vatanperver olarak adlandıran kişilerin de kandıklarını çıktıkları tv programlarındaki yada yazdıkları makalelerdeki söylemlerinde üzülerek görüyoruz.


Doğu denince herkesin aklına artık Kürt geliyor. Doğuyu hallettiler şimdi sıra orta ve batı Anadolu’ya geldi. Şu sıralar bu bölgelerimizin Kürt olduğuna ilişkin harıl harıl çalışıyorlar ve bir sürü ipe sapa gelmez yalanlar uyduruyorlar.


Kozanoğullarının dahi Kürt olduğunu yazmadılar mı? Yarın bir gün sizin de mensup olduğunuz boy, oba ve sülaleye bir yerlerde Kürt diye rastlarsanız şaşırmayın, çünkü iş zıvanadan çıkmış durumda.


Sözgelimi Afganistan ve Türkmenistan’da yaşayan Mukriler, Türk olup Türkçe konuşmaktadırlar. Fakat İran ve Türkiye’dekiler Kurmançça konuşmaktadır. 


Sayın Ahsen Batur göstermiştir ki Mukriler, Türgişlerin iki ana kolundan biridir. Yine bunun gibi Türk boyu olan Urfa’daki Karakeçililer ve Döğerler ısrarla Kürt yapılmaya çalışılmaktadır. Beydili Türkmenlerinin bakiyesi olan Badıllılar da bu kıskacın pençesindedir.


Bu toplulukların Kürtçe konuşmaları bir şey değiştirmez, çünkü dil tek başına milliyet tayini yapamaz. Dersim yöresindeki aşiretler de Kürtçülerin eskiden beri propaganda yaptıkları bir alandır. Bu yöremizde benim de mensubu olduğum Avşar Türklerinin soyundan gelen Karabaşlı, Maksutlu, Balabanlı gibi aşiretler vardır.


Hakkari’deki araştırmalarım esnasında tanık olduğum bir olayı anlatayım.


Minibüsle Hakkari’den Van’a giderken yanımda oturan amcayla sohbete başladık. Küresinli aşiretinden olduğunu söyleyince İran’dan gelme bir Türk aşireti olduklarını duyduğumu söyledim. Önce bu bilgiyi doğruladı ancak şoförün keskin bir bakış fırlatması üzerine lafı değiştirip aslen Kürt oldukları söyledi ve mecbur kalmadıkça bir daha konuşmadı. Mola verdiğimiz bir yerde başka bir arabaya binerek gitti. İstanbul’da, Ankara’da, Mersin’de vs. Kürt’üm diye özgürce gezen bu insanlar doğuda Türk’üm denilmesine asla müsamaha göstermiyorlar.


Daha onlarca örnek verilebilir, ama ben daha yeni bir örnek vermek istiyorum.


Yakın zamanlarda incelediğim bir kitapta (İç Toroslarda Kürt Aşiretleri – Mehmet Bayrak) Sinemilli aşireti başta olmak üzere bölgedeki aşiretlerin Kürtlüğüne vurgu yapılmaktadır. Kendisi de bir Sinemilli olan yazar, 19. yüzyıl başlarında Anadolu’da gözlemlerde bulunan ve bunu hatıralarında dile getiren Moltke’nin eserinde “Sinemilli, Atmalı ve Kılıçlı aşiretlerinin Türkmen olduğu” bilgisine itiraz ederek Moltke’nin yanıldığını söylemektedir. Halbuki Moltke, eserinde “buradaki Kürt aşiretlerinin tedip edilmesi üzerine bu Türkmen aşiretleri devlete boyun eğmişlerdi” demek suretiyle bunların Türklüğünü net bir şekilde belirtmiş ve Kürt ile Türkmen arasındaki farkı bildiğini de ortaya koymuştur.


Ayrıca Bayrak, eserinde İç Toroslardaki Alevi Ozanlar başlığı ile ince bir siyaset izliyor. Kürt aşiretlerini anlattığı (!) kitapta Alevi ozanlar köşesini okuyanlar, burada adı geçen herkesin Kürt olduğu zannına kapılacaklardır. Merak ettim baktım, ünlü halk ozanı Mahzuni Şerif de Kürt kökenli olarak geçiyor. Kaynağı merak ediyorsanız söyleyeyim: “kişisel kaynak”.


Halbuki Mahzuni Şerif, bizzat kendi kaleminden asıllarının Cerit Türkmenlerinden Cırıklı obasından olduklarını yazmıştır. Ben bizzat Afşın’da Berçenek köyünde Mahzuni’nin Kürt olduğunu duymadım. Görüyor musunuz propagandayı.


Sayın Macit Gürbüz, yakınlarda çıkan “Kürtleşen Türkler” adlı kitabında Kürtçülerin hangi mantıkla çalıştıklarını bizzat onların ağzından yazıyor. Noktasına, virgülüne dokunmadan alıyorum:


“Biz, yazdıklarımızın doğru olmadığını biliyoruz, ancak inat ve ısrarla yazıyoruz. Biz sizin gibi aptal değiliz. Biz eğer Kürt tarihini kendimiz yazsaydık, kendi çocuklarımız bile bize inanmazdı. O yüzden biz önce Fransa ve İngiltere’ye bilgi verdik. Sonra onlara yazdırdık. Arkasından bu yazılanları Türkçe’ye çevirdik ve çocuklarımıza okuttuk. Çünkü Avrupalı yazınca herkes gerçek zannediyor. Çünkü Türkiye’de böyle bir kompleks var ve biz bundan olabildiğince faydalanıyoruz. Yazılanların doğru olması da gerekmiyor. Özellikle de tarih konusunda. Biz iki nesil sonrasını düşünüyoruz. Böylece onlar tamamen Kürt olduklarına inanacaklar. Nitekim bir çok Ülkücü Kürt bu yayınlardan sonra bize döndüler. Yani amaca ulaştık, ulaşmaya da yılmadan bıkmadan devam edeceğiz.”


Siyasi Kürtçülerin bu propagandaları yapmak için tuttukları yol “zulüm” ve “cehalet” yoludur.


“Gerçeği gizlemek, gerçeklerin ortaya çıkmasını önlemek, karartmak” anlamına gelen zulüm, bu tiplerin günümüzde özellikle baş vurdukları bir yöntemdir. Ortalığı bir bilgi çöplüğüne çevirdikleri iddiaları ile her önüne geleni Kürt yapmaya çalışmakta ve ulaşabildikleri her boy, oba veya sülaleyi Kürtleştirmeye çalışmaktadırlar. 


Doğu yörelerimizde yaşayan Türkler’ya baskılar neticesi batıya doğru göç etmişler yada bölücülüğe teslim olarak Kürtçe konuşmaya ve Kürt olduklarını söylemeye başlamışlardır.


Irak’ta geçmiş dönemlerde bir çok Türkmen obasının baskılar neticesi nüfus kayıtlarına Kürt olarak kaydedildiği ve bunların zamanla Kürtçe konuşmaya başladıkları bilinen bir gerçek.


Hadi Irak’ta sahipsiz bırakılan Türkmen’in başına bu geliyor da Türkiye’de buna nasıl izin veriliyor anlamak mümkün değil. Selçuklu ve Osmanlı döneminde kaybedilen gitti ama bu sürecin milli bir devlet olan günümüz Türkiye’sinde de devam ediyor olması acı verici.


“Gerçeği gizlenmesiyle ortaya çıkan bilgisizlik” olan cehalet, “anarşi” kavramını da içinde taşımaktadır. Böylece siyasi Kürtçüler, bir taraftan gerçekleri çarpıtarak, doğruları gizleyerek bilinçli bir Kürtleştirme politikası yapmakta, bir taraftan da cehaleti körükleyerek güzel yurdumuzda anarşiyi, iç savaşı teşvik etmektedirler.


Fakat henüz “ayranı kabarmamış” olan Türk Milleti ile siyasi Kürtçülerin oyununa kanmamış olan sağduyulu Kürtler, bu oyunu bozmaktadırlar.


Peki, çözüm ne?


Gayet açık. Zulüm ve cehaleti yok etmek. Zalimi engellemek, cahili aydınlatmak. 


Bunu başarmak için ise “sonunda katlanmayacak acılara mahkum olmamak için önceden her türlü kötülüğe karşı göğü germek” anlamına gelen “sabır” ile mücadele edilmelidir.


Bıkmadan, usanmadan, yılmadan… ama onların seviyesine düşmeden bilimsellikle, doğruluk ve dürüstlükle, namuslu bir şekilde.




AÇIK İSTİHBARAT





0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.