13 Ekim 2011 Perşembe

Fıtrat, Kader ve İrade üçgeninde insan

"Kendi değerlerinden habersiz bir hayat sürerek, her şeyin en iyisi ve en doğrusunun Batı'da olduğu zehabına kapılmak ve Batı'dan gelen her şeyi baş tacı etmek, kapitalist tahakkümün zihinlere kazıdığı geri kalmışlık duygusunun tezahüründen başka bir şey değildir. 


Yeryüzünde, maddi ve manevi ne kadar değer varsa hepsini "meta"laştırıp alınır-satılır bir mal haline getiren bu zihniyet, şimdi de habire insanlara, insani değerlerini nasıl maddeye tahvil edebileceğinin yollarını (sözümona) gösterecek kitaplar yayınlayıp duruyor!.. 


Bu, bol reklamlı, "az bir paraya, çok şey vaadeden hazır reçeteler" için oluk oluk para akıtan insanlarımızın, ceplerinden çıkan paraların, ne karşılığında nereye gittiğini, aşağıdaki yazıyı okuyarak bir daha düşünmesini diliyorum." 


Fıtrat, Kader ve İrade üçgeninde insan 


Semavî dinlerin aşkın boyutunu yok sayarak mesajlarını dünyevîleştiren ve tek boyuta indirgeyen veya hakikatin bir kısmını öne çıkarıp diğer boyutlarını göz ardı eden, öteleyen onlarca kitabın yayımlandığı bir zaman diliminde yaşıyoruz.


Tüketim endeksli sığ kültürün dayatıldığı bir dünyada "Sır; The Secret, Çekim Yasası - Yaklaş bir dakika... Sana bir sır vereceğim...Ne istersen dile... Hayatın sırrını keşfettiniz mi?, Sınırsız Güç, İçindeki Devi Uyandır, Kısa zamanda Zengin Olmanın Yolları" gibi görünüşte merak uyandıran başlıklarla neşredilen eserler, hakikati arama ve bütünü kucaklama kaygısı olmayan kimselere câzip gelmektedir. İnsanı tüketim nesnesi hâline getiren felsefî ve ekonomik anlayışların yansıması olan bu eserlerde, insan tabiatındaki iyi, güzel ve doğruya olan fıtrî eğilime, bunun beraberinde getirdiği pozitif düşünmenin gücüne ve herhangi bir mevzuda ısrarlı istemeye aşırı vurgu yapılarak, insanın bütüncül mahiyeti göz ardı edilmektedir. Bu eserlerde kâinatın gizli kanunlarının ve prensiplerinin keşfedildiği iddia edilse de, hakikatte bunlar başta Kur'ân-ı Kerîm olmak üzere İlâhi kitaplarda ve peygamberlerle gönderilen mesajlarda açıkça belirtilmiştir. İnsan tabiatının birinci sırrı, mahiyetinin sadece iyiliğe, güzelliğe ve doğruluğa eğilimli olması değil, aynı zamanda kötülüğe ve çirkinliğe de açık olmasıdır. İnsanın başarılara ve nimetlere çok çeşitli yollardan kavuşabiliyor olması bir başka sırdır. Bu sır, sadece sözle istemeye, pozitif düşünmeye ve güzel hayal kurmaya indirgenemeyecek kadar komplekstir. O kendi iradesi ve kontrolü dışında kalan birçok faktörün tesiri altında varoluşunu gerçekleştirmektedir.


İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarına değişik derecelerde eş zamanlı tesir eden faktörler, beş ana başlık altında özetlenebilir. 


Fıtrat, sosyolojik şartlar ve tarih olarak özetlenen ilk üç faktör cebrî iken, cüz'î irade olan dördüncüsü ihtiyarî; Atâ kanunu olan beşincisi de lütf-u İlâhî'dir. İnsanın gelişmesinde "zorunluluklar ve şanslar" olarak bilinen bu faktörler, insanın dününü-bugününü ve yarınını değişik derecelerde şekillendiren "cebrî ve lütfî" unsurlar olarak da tarif edilegelmiştir. Bu faktörlerin dördü, çocuk ve yetişkinin irade ve iktidarı dışında gelişir ve tesir eder. Bu dört faktör duygu, düşünce ve davranışlara belli bir sınır koyduğundan, insanın cüz'î iradesini kullanabilme aralığı sınırlıdır. Cebrî unsurların, ferdî deterministik (mecburî) olarak şekillendirmesi hâdisesi, "insanın gelişmesi-büyümesi ve olgunlaşması" olarak tarif edilir.


Cebrî faktörlerden birincisi olan fıtrat gelişip olgunlaşırken, mizaç, karakter, huy, ego (benlik) ve kişilik tabiî olarak inşa edilir. Fıtratın aslî unsurları içinde, ruh, akıl, kalb, nefis, vicdan, irade, şuuraltı, şuur, evham, vesvese, içgüdüler, duygular, istekler, alışkanlıklar, bağımlılıklar yer alır. İnsan tabiatında, içinde iyilik, güzellik, adalet ve faziletlerin cereyan ettiği kanallar, kötülük, zulüm, öfke-kin-nefret, haset, kıskançlık, cimrilik ve düşmanlığın aktığı kanallarla çepeçevre sarılmıştır. Her iyilik ve güzellik, gölge olarak zıddını kendi içinde barındırır. Her kötülük, bir iyilikle kuşatılmıştır. İnsan; tepeleri, zirveleri, çukurları vadileri olan bir iç coğrafyaya sahip olduğundan, aynı ânda veya değişen zaman aralıklarında zıtları (sevinç-hüzün, cimrilik-cömertlik, zulüm-adalet) birlikte yaşayabilen kendine mahsus bir varoluşa sahip kılınmıştır. O; hayvanî, insanî, melekî gelişim potansiyellerine aynı ânda sahip olduğundan metamorfoz (insanîleşme) ve hipomorfoz (hayvanîleşme) eksenlerinde tekamüle ve tedenniye açıktır.


İnsana cebrî olarak tesir eden ikinci faktör, içinde doğduğu sosyo-ekonomik ve kültürel sistemi belirleyen sosyolojik şartlardır. Zamanın ruhunu yansıtan sosyo-ekonomik ve kültürel unsurlar, şuuraltının, karakterin, egonun, gelişmesine doğrudan tesir eder. İnsan ancak, belli bir toplum ve kültür içinde insanîleştiğinden "sosyo-kültürel zaman diliminin (vaktin) çocuğu" olarak da vasıflandırılmıştır.


İnsanın inşa edildiği bir diğer unsur olan tarihten kastedilen, doğumundan itibaren şuuraltına kaydedilen yaşadığı tecrübeler ile soyundan, çevresinden aktarılan ve hatıralarda kalan birikimlerin tamamıdır. Ferdin geçmişinin kayıt altına alındığı şuuraltı tarihi veya müktesebatı üçüncü cebrî faktördür. Şuuraltı birikimleri; tavır ve davranışların nasıl ve ne şekilde ortaya konulacağına kişiye göre değişen derecelerde tesir eder. Dolayısıyla insan, tarihi olan ve bunun tesirinde düşünebilen, karar veren bir varlık olduğundan, onun soyunu ve geçmişini göz ardı edemeyiz.


İnsanın düşünce, duygu ve davranışlarını belirleyici dördüncü unsur, cüz'î iradedir. Bir başka ifadeyle, iradî ve şuurlu tercih ve yönelimleridir. İnsan her ân şuursuz veya şuurlu, otomatik veya iradî olarak tercih eden, karar veren dinamik bir varlıktır. Her tercih belli ölçüde bazı şeylerden mahrum kalmayı gerektirdiğinden insanın bir şeyi istemesi, başka pek çok şeyden vazgeçmeyi göze aldığı mânâsına gelir. Cüz'î iradeye bağlı her muvaffakiyet veya nimet, ısrarlı isteme, tercih ve o hususta odaklanmayla gelir. Ancak hayat mümkün olduğu ölçüde bir bütün olarak değerlendirilmediği ve belli sahalarda ihmâl edildiği takdirde, her ne kadar belli bir alanda yüksek başarı ortaya konsa da, sözkonusu ihmâller insanın bir bütün olarak itminan ve huzur duymasına mâni olur ve neticede başarısızlık ve sıkıntılar kendini gösterir. Meselâ akademisyen olmayı tercih eder, zaman ve enerjinizi bu yöne yoğunlaştırırsanız, çok yönlü hayatın birçok boyutunu göz ardı etmeyi ve oralardaki güzelliklerden mahrum kalmayı mecburen kabul etmiş olursunuz. Bütün başarısını işine odaklayıp, eşini ve çocuklarını ihmâl edenlerin hâli de buna acı bir misâldir.


Olağanüstü bir servete sahip olmak, muhteşem bir malikânede, ömür boyu sıkıntıya düşmeden bolluk-bereket içinde yaşamak, ruh eşini bulabilmek veya huzurlu, mutlu bir yuva kurmak gibi insanî özlemler ve beklentiler, sadece pozitif düşünmenin ve sözle istemenin tesiriyle ortaya çıkmaz. Kader ve Kaza gibi zorunlulukların; cüz'î irade, aklını kullanma ve Atâ kanunu gibi potansiyel fırsatların karşılıklı etkileşimiyle insan bu isteklerine kavuşabilir veya kavuşamaz. Çünkü insan bu dünyada tecrübe ve imtihana maruz olup, kaderî plândaki nasibi ve kısmeti onu sınırlar. Açarsak, ömrü, enerjisi, kabiliyetleri sınırlı ve sonlu olan insanın, sadece sözle istemeye, çalışmaya, odaklanmaya bağlı olarak her şeye gerektiğinde ve zamanında sahip olmasına imkân yoktur. Buna rağmen iradesini, gücünü aşan başarı ve nimetlere, hattâ sonsuz ebedî bir saadete insanın sahip olabilmesinin yolu, bir başka rahmet kanunuyla açık bırakılmıştır.


Atâ kanunu olarak tarif edilen bu faktör, bir lütf-u İlâhîdir; insan için kader ve kaza kanunlarının tesirlerini yumuşatan, çok güçlü bir sığınak ve dayanak noktasıdır. İnsanı rahatsız edici, üzüntü ve yeise sevk edici Kaza kanununun tecellilerini iptal eden Atâ kanunuyla, yoğun şekilde İlâhî lütuflar, bağışlamalar ve merhamet insana yönlendirilir. İnsanın duygu, düşünce ve davranışlarına doğrudan tesir eden Atâ kanunu, olacakları (Kaza'yı) iptal ederken, kaderî programı da tashih eder. Kaza'nın iptali ve Kader'in tashihi meselesi, ilmî varlık kategorisindeki kaderden, muhtemel durumlardan hangisinin hâricî (maddî) vücud elbisesi giyerek Kaza'ya dönüşeceğiyle alâkalıdır. Unutulmaması gereken husus, kişinin hususi kaderi, düzeltilebilir ihtimaliyle şartlı olarak kayda geçtiğinden mutlak kaderî programda (Levh-i Mahfuz) değişme yoktur.


İnsanın bir başka sırrı, aciz ve fakir olmasıdır. Düşmanlarına karşı aciz ve ihtiyaçları sınırsız olan insan için Atâ kanunu inanılmaz bir emniyet sigortasıdır. İnsanın bu acizliğini ve fakirliğini yenebilmesi, kendine bir dayanma ve yardım noktası olması için Rahmet-i Sonsuz, dua etme ve tövbe-istiğfarda bulunma isteği gibi iki önemli meyli onun fıtratına yerleştirmiştir. İnsan, bunların tezahürü olan dua-tevekkül ve tövbe-istiğfarı sürekli ve dengeli şekilde hayata geçirebilirse, muvaffakiyet ve saadete götüren gerçek sırrı o zaman keşfetmiş olur. Niyet, söz ve faaliyetin mânevî dua hükmüne geçtiğini dikkate alırsak, sözle istemenin, odaklanmanın, pozitif düşünmenin ve güzel görmenin sırrını duayla irtibatlandırmak mümkündür. Ama dua sadece sözle istemek, pozitif hayal kurmak, düşünmek ve güzel görmekten ibaret değildir. Ayrıca insanın tutum ve davranışlarının, duygu ve düşüncelerinin lütf-u İlâhî ile değişmesi için gerekli tek unsur sadece sözle yapılan dua değildir. Kavlî duanın yanısıra, sebeplere uygun davranarak fiilî duayı da yerine getirdikten sonra, neticeyi Allah'tan beklemek olan tevekkül; günah ve hatalarından dolayı tövbe, istiğfar ve pişmanlık da yukarıdaki değişmenin lütfedilmesi için gereken diğer faktörlerdir. "Kötülükler insanın kendi nefsinden, güzellikler ise Allah'tandır." beyanı bu hakikatin arka planına işaret eder.


Bu faktörlerin izin verdiği sınırlar içinde, çocukta potansiyel olarak var olan cüz'î irade, şuur, niyet ve hâdiselere bakış açısı inşa edilir ve 8-10 yaşlarında davranışlara akseder. Yirmili yaşlara gelindiğinde, fıtratın aslî unsurları karakter motiflerine dönüşerek insan çeşitleri ortaya çıkar. İnsanın otomatik ve mekanik davranışlarını yönetecek model düşünce kalıpları inşa edilir. İnsanın bu düşünce kalıplarını 25 yaşından sonra değiştirmesi kolay değildir.


Yukarıdaki beş faktörden dördü (fıtrat, sosyolojik şartlar, şuuraltı tarihi ve Atâ kanunu) zaman zaman insanın iradesinin ve şuurlu kontrolünün dışında gelişen müspet veya menfî duygu, düşünce ve davranışların ortaya çıkmasına sebebiyet verir. İnsanoğlu, cüz'î iradesi hâriç, bu faktörleri yönlendirme ve değiştirme konusunda aciz ve yetersiz, hattâ çoğu kere habersizdir. İnsanı inşa eden bu unsurlar, bundan dolayı, hem vahyin hem de psikolojinin ve beşerî bilimlerin tespitleri ışığında analiz edilmeli ve onlara karşı bir farkındalık kazanılmalıdır. Her birinin karakter ve şahsiyetin teşekkülüne tesir derecesi hesaba katılarak, kişiye has terbiye ve eğitim metodolojileri geliştirilmelidir.


İnsanın gelişmesi sırasında gözlenen 


1) mizaç-karakter-ego ve kişilik çeşitliliği; 
2) kişiye has şuuraltı düşünce kalıpları; 
3) sosyokültürel çeşitlilik 


çok sayıda nisbî doğrunun ve hakikatin ortaya çıkmasına vesile olur. Dolayısıyla, insanın ne olduğu ve düşünce ve davranışlarının nasıl ortaya çıktığı konusunda çoklu doğrular vardır. Buna dayalı olarak "insanın sağlıklı ve doğru eğitimi nasıl olmalı" sorusunun cevabı da birden fazladır. "Daha az hasarlı, daha az hasta ve daha az hatalı insan inşa eden eğitim modelleri söz konusudur." ifadesi hakikate daha yakın durur.


Bu faktörlerin birlikte insanı inşası ve yönlendirmesi neticesinde, 


1) insanın hürriyeti sınırlanır; 
2) sorumluluğunun koordinatları belirlenir; 
3) her ferdin tecrübe ve imtihanı, kendisine has bir motifle ortaya çıkarak hususileşir. 


Bundan dolayıdır ki, "Hiçbir kimseye gücünün üstünde bir yük ve sorumluluk teklif edilmez."; " Allah bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle sorumlu kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır." (Kur'ân-ı Kerîm, 2 / 233;286) âyetlerinde açıkça ifade edildiği gibi, insan kaldırabileceği kadar sorumluluğa sahiptir ve imtihanı da kendisine verilen kabiliyet ve nimetlerin cinsinden olur.


İnsanın tecrübe ve imtihandan başarıyla çıkması ve bereketli bir ömür sürmesi, fıtratını şekillendiren bu unsurları, vahyin ve ilmin ışığında tanımasına ve sebep-netice münasebetine (illiyet prensibi) uygun davranmasına bağlıdır. Allah ilmi, isteyene ve ısrarla talep edene verdiğinden, fert kendi karar ve tercihleri üzerinde tesirleri olan bu beş faktörü tanımak maksadıyla ilim öğrenirse, iki büyük nimete mazhar olur. Birincisi, varlığı ve tercihleri üzerinde kendi iradesi dışında tesirleri olan ilk üç unsurun (fıtrat, sosyolojik şartlar ve şuuraltı müktesebat) verebileceği muhtemel zararlara karşı, farkındalık kazanması, insiyakî (içgüdü) ve tepkiye dayalı değil, iradî, şuurlu ve vicdanî tepkiler gösterme refleksi kazanmasıdır. İkincisi, Allah'ın lütfunu, merhametini kendine daha çok çekmek için, "Atâ kanununa" sığınması ve tercihlerini O'nun rızası istikametinde kullanmaya çalışmasıdır. Bu noktada; dua, niyaz, tövbe-istiğfar, Allah'ın Kader ve Kaza kanunlarının tecellilerini değiştiren Atâ kanununun tecellisine vesile olan önemli mânevî vesilelerdir. Bu perspektiften bakıldığında, çalışmak, düşünmek, üretmek, sebeplere uymak ve hâdiseler arasında sebep-sonuç münasebetleri kurmak, analizler yapmak, çıkan sonuçlar üzerinden karar ve tercihlerde bulunmak, hem Kader ve Kaza kanunlarına uygun davranmaktır; hem de insana zarar vermesi muhtemel gelişmelere karşı Allah'ın Atâsından daha çok istifade etmenin fiilî dualarıdır.


İnsanın tavır ve davranışlarını gerçeğe en yakın şekilde anlama yollarından biri, onun fıtratını şekillendiren faktörleri belirleyip yerli-yerine oturtmaktır. Bu yollar hakikati anlamada ancak birer dürbün vazifesi görebilir. Buradan çıkarılacak sonuçlardan biri, insanı bütün boyutlarıyla bire bir ölçekte çözümlemenin ve anlamanın imkânsız olduğudur. İkincisi, ona eğitim ve rehberlik hizmetleri götürürken, fıtratını şekillendiren unsurları mümkün olduğunca hesaba katmak gerektiğidir. Üçüncüsü ise, onu sadece bir faktörün tesirinde işleyen mekanik bir sistem olarak görmemek, karar ve tercihlerine tesir eden diğer faktörleri göz ardı etmemektir. Aksi takdirde, bugünün dünyasında sıkça karşılaşılan bir problem olarak, onun yaratılış hakikatine saygısızlık yapılmış ve geleceğine zarar verilmiş olunur.


Özetlersek, insan birçok faktörün tesiri altında şekillenip sorumluluk alabilecek bir kıvama gelir. İnsan ne tamamen cebrî işleyen mekanik bir otomattır, ne de istediği her şeyi yapabilen (mutlak özgür) bir varlıktır. Onun tabiatında yapmak istemediği şeyleri ona yaptırtan ve onu zorlayan vesvese ve evhamlar, aklı ve mantığı dinlemeyen hisler de vardır. Hem iyilik, güzellik ve adaleti, hem de kötülük, çirkinlik ve akıl almaz zulümleri değişik derecelerde fıtratında yeşertebilecek bir potansiyelde yaratıldığından, metamorfoz (insanîleşme) ve hipomorfoz (hayvanîleşme) yönünde tekamül ve tedenniye müsaittir. Sonlu olmasına rağmen sonsuzluğa açık bir mahiyete sahiptir. Böyle bir fıtrat şekillenmesine mârûz kalan insan Hak ve Kur'ân'ı dinlemek yerine, nefsin arzularını ve şeytanı dinler, sahip olduğu bu hususî var oluşunu ve ömür sermayesini sadece sonlu dünya hayatını kazanmak için harcayarak israf ederse, sonsuz bir zarara (hüsrana) girer. Buna karşılık, gündelik hayatında fıtratıyla mücadele eder, tercihini insanîleşme yönünde kullanır, sonlu âlemde Sonsuz'u tanıyabilir ve kalbine O'nun sevgisini yerleştirerek rızası istikametinde bir hayat sürebilirse, sonlu dünyada ebedî saadetin kapısını aralamış olur.



0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.