27 Temmuz 2011 Çarşamba

NEREYE KADAR?!..

Ülke ekonomisi hakkındaki değerlendirmeleri; “ne ararsan bulunuyor…” kriterinden ibaret olanlar, ülkenin başındakilerin de kendileri gibi düşündüğünü gördükçe, burunlarının dibine kadar gelip dayanmış bir tehlikeyi işaret edenlere, “muhalefet yapıyorlar işte akıllarınca!” diyerek burun kıvırmaya devam etseler de, üretmeden yemenin, borçlanarak yaşamanın acı faturasını, “küresel entegrasyon” yalanının rüzgârına kapılarak ülkenin kapısını ardına kadar dışarıya açanlar değil, yine bu milletin fakir fukarası ve zaten zar zor ayakta durmaya çalışan küçük sanayicisi, esnafı ve çiftçisi ödeyecek!..


Unutulmasın ki, daha bundan on yıl önce, “yeni küresel nizam” gereği bu ülkede on milyar dolar cari açıktan “istifade edilerek” büyük bir ekonomik “kriz çıkarıldı” ve sadece milli varlıklarımız değil, “siyasi iktidar” da el değiştirdi!.. Bugünkü cari açığımız 68 Milyar dolara kadar gelip dayanmış ise, meselenin vahametini varın siz hesap edin!..


Yukarıdaki düşünceden hareketle ekonomiyi çoktan çözmüş(!) vatandaşlarımızın yanı sıra, ekonomiyi, “döviz, faiz ve borsa”dan ibaret zannedip, cafcaflı kravatlar takarak büyük televizyon kanallarına çıkan uzman(!)ların sabah akşam yaptıkları “indi çıktı” muhabbetlerine bakıp bakıp, bir gün elbet bana da bir şeyler düşer umudu ile ömür ve servet tüketen kimi uyanık vatandaşlarımıza da söyleyecek bir çift sözümüz var: Olması mukadder olan, ancak “zamanını”(!) bekleyen bu büyük kriz, sadece “ekonomik kayıplar” verilerek kurtulunamayacak kadar büyük olacaktır ve bu defa karşılığında bu ülkeden çok daha vahim bedeller talep edecektir. Bu bedelin ne olacağını merak edenler ise, bu sorunun cevabını bir zahmet; bugünlerde kendi kendilerine “özerklik” ilan edip, nara atarak devlete millete sövenlerin “cüretlerinde” arasınlar!..


Merkez Bankamız tıka basa döviz mi dolu?


Bilindiği üzere, 12 Haziran seçimlerinden önce milletin gözünü boyamakta kullanılan en önemli “malzemelerden” biri de, “Merkez Bankamızda 92 Milyar dolar rezervimiz var…” hikayesi idi ve sadece bu lâf bile, iktidarda (diğer her konuda olduğu gibi) bir “deha”nın oturmakta olduğuna delil sayılmaya yetiyordu!.. Bu, “92 milyar dolarlık döviz rezervimiz var” hikayesinin aslında ne olduğunu en anlaşılır şekilde yazan gazeteci Can Ataklı, 22 Nisan 2011 tarihli ve “Merkez Bankası’ndaki rezerv ‘kâr’ değildir” başlıklı makalesinde, bu “çarpıtmayı” (özetle) şöyle anlatıyordu:


“Erdoğan dün Bayburt’ta da söyledi, daha önce de söylemişti. Kitlelerin karşısında konuşurken “Merkez Bankası’ndaki döviz rezervini” anlatıyor.


Göreve geldiklerinde Merkez Bankası’nda 27 milyar dolar olduğunu, oysa şimdi kasamızda 92 milyar dolar bulunduğunu söylüyor.


Bunu kitleler nasıl algılar? Türkiye 8 yılda çok çalışmış, çabalamış, tasarruf etmiş ve kasasına 97 milyar koymuş zanneder.


Oysa gerçek bu değil ki. Merkez Bankası döviz rezervi ülkenin “kârı” veya “tasarrufu” anlamına gelmez. Merkez Bankası kasasında duran para Türkiye’nin “dış borçlara karşı güvencesidir” ve bu para yine “borç alınarak” o hesaplara yatırılmaktadır.


Yine sıradan vatandaşlar “döviz rezervi” denilen paranın Ankara’daki Merkez Bankası kasalarında durduğunu sanır. Bu da gerçek değildir. Döviz rezervi başta ABD olmak üzere dünyanın değişik ülkelerindeki banka hesaplarında korunur. Türkiye bu paralardan faiz geliri de sağlar.


Kısacası “sıcak para” denilen sistemle yüzde 20 faizle alınan borcun bir kısmı yüzde 1 gibi düşük bir faizle bu bankalara yatırılır. Yabancı bankalardaki bu “rezerv para” hiçbir harcama ya da yatırım için kullanılmaz, kullanılamaz. Bu para dış borçlar için garanti olarak tutulur. (..) Dış borcunuz ne kadar yüksekse “garanti” olarak tuttuğunuz “döviz rezervi” de o kadar yüksek olmak durumundadır. Dış borç 200 milyar dolarken garantiniz 27 milyar dolar olur ama dış borç 500 milyar dolarken, döviz rezervinizi 27 milyarda tutamazsınız. Bu durumda rezervi de yükseltmek zorundasınız. Dış borç 1 trilyon dolara çıkarsa, rezervi bu kez 90 milyarlarda tutamaz, 150 milyar doları bulmak zorunda kalırsınız.


Erdoğan ya da bu konuşmalarını yazan danışmanları bu durumu bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar. Amaç geniş kitleleri doğru olmayan bilgilerle yanıltmak ve sayede oy kazanmak olunca Tayyip Erdoğan canı istediği gibi konuşuyor. Ekonomi konularına, bakkal hesabı dışında aklı ermeyen milyonlarca kişi de “vay be amma da çok tasarruf etmişiz” diye sevinç çığlıkları atarak çılgınca alkışlıyorlar.”


Yani neymiş: Nasıl bankadan kredi alırken banka “teminat” olarak sizden ipotek ve benzeri “garantiler” istiyorsa, devlet olarak aldığınız ve halihazırda ancak “faizlerini” ödeyebildiğiniz dış borçlarınız için de devletinizden “teminat” göstermesini istiyorlar ve bu “rezerv” denilen şey de işte bunun teminatı oluyor! Bu kadar izahattan sonra bilmem ki daha başka bir şey söylemeye gerek var mı?


Bir de bundan başka, “kişi başına düşen milli gelir”deki o “müthiş artış” çarpıtması var ki, o konuda da asıl söyleyeceklerimizi başka bir yazıya bırakalım ama şu kadarını da şimdiden söyleyerek bir “ipucu” vermiş olalım ki:


Türkiye’deki “dolar milyarderleri”nin sayısı kaça çıktı? Sadece bir adet dolar milyarderinin “geliri”ni Türkiye nüfusuna bölerseniz, fert başına kaç para düşer?!..


Servet sahiplerinin katlanarak artan gelirlerini kâğıt üzerinde nüfusa pay ederek “fert başına düşen milli geliri” artırmak bir başarı(!) sayılıyor ise, alkışı hak eden asıl büyük “başarı”nın bütün bunlar karşılığında cebi boş insanlardan hâlâ takdir görebilmek olduğunu söylemek, herhalde yanlış olmayacak!..



.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.