6 Aralık 2010 Pazartesi

Bunları da mı milli irade istedi ?!..

Yapıp ettikleri ne varsa, hepsini "milli irade" adına yaptıklarını iddia edenler, milli iradenin taleplerine uyacakları yerde milli iradeyi, kendi taleplerine "uyduruyorlar"

"Amerikan tipi Demokrasi" dedikleri de herhalde bu olsa gerek!

Sözü uzatmadan, nedir bu milli irade ve nedir bu, bunların demokrasisi, anlamak için gelin; 5 Aralık 2010 tarihinde, Yeniçağ Gazetesi'nde yazan Selcan Taşçı'nın köşesine gönderilen bir okur mektubunu birlikte okuyalım:


"Halkın yüzde 80’inden fazlasının ABD politikalarına karşı olduğu bir ülkede nasıl oluyor da ‘milli irade’, ABD politikalarını uygulamakla yükümlü partileri ve politikacıları işbaşına getirecek biçimde ‘tecelli’ ediyor? Bir terslik yok mu bu işte!

Ey “Biz katile katil deriz” diyen Recep Tayyip Bey, Irak’ı kan gölüne çeviren katil Amerikan askerlerine “kahraman” demenizi ve bu katiller sürüsünün “evlerine sağ salim dönmeleri için dua etmenizi” sizden “milli irade” mi
istedi?


Türk halkının yüzde 94’ünün karşı olduğunu bildiğiniz halde, Irak halkının tepesine nükleer bomba yağdıran Haçlı uçaklarına hava sahamızı kullandırmanızı sizden “milli irade” mi istedi?

Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesine Eşbaşkan olmanızı, bu proje içinde Diyarbakır’ımızı bu projenin merkezi ve yıldızı yapmanızı sizden “milli irade” mi istedi?


ABD’nin İran’a ve tehdit olarak algıladığı bölge ülkelerine karşı kullanacağı ’Füze Savunma Sistemi’nin topraklarımıza yerleştirilmesini kabul etmenizi sizden “milli irade” mi istedi?


***


Durmadan “Halkın yüzde 47’sinin teveccühü bu... Milli irade bizi seçti...


Milli irade böyle tecelli etti...


Milli iradeye saygılı olun...


Atanmışların değil, seçilmişlerin üstünlüğünü kurmaya çalışıyoruz...” deyip duruyorsunuz


Peki, gerçeğe uygun sözler midir
bunlar?


Sırasıyla bakalım.


“Halkın yüzde 47’sinin oyunu aldık” diyorsunuz. Peki, doğru mu bu?


Seçim rüşvetlerini, sandık hilelerini bir yana bırakarak, resmi rakamlar üzerinden aldığınız oyların gerçek yüzdesi hiç yüzde 47 olmuş mu, ona bakalım önce.


İş başına geldiğiniz 3 Kasım 2002


Genel Seçimleri’nde, toplam 41 milyon 407 bin 015 seçmenden, 10 milyon 848 bin 704 seçmenin oyunu almışsınız.


İşte 3 Kasım 2002 Seçimleri’nde
aldığınız oyun gerçek yüzdesi:


10.848.704 x 100 / 41.407.015 = Yüzde 26,2


Çarpık seçim sisteminin sağladığı avantajla, aldığınız yüzde 26,2’lik oy oranına karşın, Meclis’teki 550 milletvekilliğinden 365’ini kazanmışsınız. Yani yüzde 26,2 oy oranıyla Meclis’te yüzde 66,4’lük temsil hakkı elde etmişsiniz. (365 x 100 / 550 = Meclis’in Yüzde 66,4’ü)


22 Temmuz 2007 Seçimleri’nde ise toplam 42 milyon 537 bin 305 seçmenden, 16 milyon 327 bin 291’inin oyunu almışsınız.


16, 327,291 x 100 / 42, 537,305= Yüzde 38,4


Yani 22 Temmuz Seçimlerinde de toplam oyların yüzde 38,4’ünü almışsınız.


Çarpık seçim sisteminin sağladığı avantajla, aldığınız yüzde 38,4’lük oy oranına karşın, Meclis’te 341 Milletvekili kazanmışsınız. (341x 100 / 550 = Meclis’in Yüzde 62’si)

Yani toplam oyların yüzde 38,4’ünü alarak, Meclis’te yüzde 62’lik bir temsil hakkı elde etmişsiniz. Peki, bu çarpıklığın neresi ’ demokrasiyle’ örtüşüyor?

Kendine ’demokratım’, ’seçmen iradesine saygılıyım’diyen hangi parti ya da politikacı bu çarpıklığı içine sindirebilir? Bu çarpıklığı gidermek için hiçbir şey yapmayıp, bu çarpıklığın üzerine bağdaş kurarak gönül rahatlığıyla oturabilir? İçiniz rahat olduğuna göre bu konuda ’demokrasi’ anlayışınıza ters gelen bir durum yok demek ki...


Gelelim 29 Mart 2009 Yerel Seçimleri’ne. Bu seçimde de toplam seçmen sayısı 48 milyon 049 bin 446.

2007’den 2009’a iki yıl içinde seçmen sayısında 5 milyon 512 bin 141 kişilik bir artış olmuş. Bu anormal durumu da bir yana bırakarak, yine resmi rakamlar üzerinden, aldığınız oy yüzde 47 olmuş mu ona bakalım.

Toplam 48 milyon 049 bin 446 seçmenden, 15 milyon 353 bin 553 kişinin oyunu almışsınız.


15, 353, 553 x 100 / 48, 049, 446= Yüzde 31,9 Hani nerede, aldığınızı iddia ettiğiniz yüzde 47 oy?



*(AHS NOTU: HANİ HER İKİ KİŞİDEN BİRİ BUNLARA OY VERMİŞTİ?)


***


Gelelim şu ’milli irade’işine.


Türk halkının Amerikan karşıtlığı en iyimser anketlerde bile yüzde 80’in üzerinde görünüyor.


Peki, halkın yüzde 80’inden fazlasının ABD politikalarına karşı olduğu bir ülkede nasıl oluyor da ’milli irade’, ABD politikalarını uygulamakla yükümlü partileri ve politikacıları işbaşına getirecek biçimde ’tecelli’ediyor?


Nasıl oluyor da gerçek “milli irade” ABD politikalarına karşıyken, sandıkta tecelli eden ’milli irade’ABD’ye uyumlu politikacıları ve partileri işbaşına getiriyor?



Bir terslik yok mu bu işte?


“Her şeyi yabancılara satın” diyebilecek bir ’milli irade’olabilir mi ki, Bakanınız Ali Babacan: Her şeyi yabancıya satarız diyebilmiştir? Hiç, ülkenin varlıklarını “babalar gibi satan” bir “milli” irade olur mu ki, Maliye Bakanı’nız Kemal Unakıtan, ülke varlıklarını “Babalar gibi satmakla” övünebilmiştir?


Dahası hangi ’milli irade’, ABD tarafından ’Deliğe süpürülmeyip kullanılmayı’ talep eder ki, danışmanınız Cüneyd Zapsu, sizin için ABD’ye “Bu adamı deliğe süpürmeyin, kullanın” mesajını götürmüştür.


ABD tarafından deliğe süpürülmeyip kullanılan bir iradeye ’milli’irade mi denir, ABD iradesi mi denir?

ABD tarafından deliğe süpürülmeyip kullanılan bir iradenin “milli” olduğu söylenebilir mi? ABD tarafından deliğe süpürülmeyip kullanılan bir iradeye, ister ’seçilmiş’olsun, ister atanmış olsun nasıl saygı duyulabilir?

Bir de “Atanmışlara karşı, ’seçilmişlerin’üstünlüğünü kurmaya” çalıştığınızı söylüyorsunuz... Hangi seçilmişlerin, “milli irade” tarafından seçilmişlerin mi, ABD tarafından ’seçilmişlerin’ mi?"


İrfan Tuna

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.