11 Kasım 2010 Perşembe

Havanda "hava" dövmek!

"Mübtelâ olmak", malûm; "kötü" ama aynı zamanda insana "keyif" veren bir şeylere düşkün ve bağımlı olmak anlamında kullanılan eski bir deyiştir. Bu durum insanda, sigara, alkol, uyuşturucu vb. maddelere "bağımlılık" şeklinde tezahür edebileceği gibi, ruha yerleşmiş ve onun "fikrî" yapısını alttan alta bozan manevi bir virüsün etkisi altındaki ruhların gösterdikleri "davranış" şeklilleri olarak da kendisini gösterebilmektedir. Bu duruma; "öğrenme ihtiyacı" içinde olmamaya müptelalık, "dinlememek" müptelalığı, "bildiğinden şaşmamak", kendisine bir şeyler anlatmaya çalışan birini "önemsememek" ve "karşıdakinin bilerek ve isteyerek, saygısızca sözünü kesmek" vb. gibi müptelalıklar örnek olarak verilebilir. Bunların müptelası olmak, insana her ne kadar "keyif" verse de, bu keyfin zararı, mesela sigara içmek gibi, sadece içene zarar veren bir "hâl" değil, kendisiyle beraber etrafındakileri de "yıkan" bir "hâl"dir.

Şimdi gelelim bunları niye yazdığıma: Zaman zaman "memleket meseleleri" ile ilgili düzenlenen toplantı ve sohbetlere katılıyoruz. Özellikle de memleketin içinde bulunduğu şu "olağanüstü" dönemde, bir "çıkış yolu"  
aramak gayesi gütmesi gereken bu sohbet ve tartışmalar; bilen, bilmeyen herkesin kenarından kıyısından lafa girmesi ve bilinen sıkıntı ve sorunları tekrar etmesi ile bir anda "kahvehane sohbeti"ne dönüvermekte ve iş, görünürde her ne kadar "memleket meselesi" olsa da, esasen ve kabaca, bir nevi "ego"ların tatminine hizmet eden bir "terapi seansı" haline gelmektedir. Böyle bir toplantı sonunda, kafalardaki "soru işaretlerinin" en azından bir kısmının olsun "aydınlanmış" olması gerekirken, tam tersine karşılıklı "dertlenme" ve "sızlanma"lardan ibaret, memleket açısından; "boşa geçirilmiş" bir zaman ve kişisel "ego"ların tatmin edilmeye çalışıldığı bir "gösteri" vesilesi olmaktan öteye bir anlam taşımayan "toplanmalar" şekline dönmektedir.

İşte bu akşam da, böyle bir "toplanma" dönüşünde, kendimi bu yazıyı kaleme alma ihtiyacı içinde buldum. Konu; "Tarih boyunca Batı ve Türkler"

Bir saat boyunca; "Haçlı Seferleri", savaşlar, anlaşmalar, yenmeler, yenilmeler, hristiyanlık, müslümanlık...

Sonuç: Batı bizi sevmiyor, istemiyor, istemeyecek!

-Alâ!
-Şimdi de bizi bölmeye çalışıyorlar!
-Elbette!..
-Peki ne yapmalı?
-Birlik, beraberlik...
-İnsanlarımız eğitimli olmalı, vatansever olarak yetiştirilmeli...
-Fevkalade!

Meli, malı...Şahane, ne kadar doğru, ne kadar güzel!
Peki kim yapacak bunları?
Hükümetler..
.Hükümetleri kim seçiyor?
Millet!

-Yok yahu, emin misiniz?
-Öyle tabii, "milli irade" var, seçimler var!
-Hay Allah, tabii ki nasıl oldu da aklımıza gelmedi ki?!..

Öyle ya, "milli irade"!

Peki muhteremler, cahilliğimize verin: Bu vekilleri siz mi seçiyorsunuz? Ya da, milletvekili olmak kaç paraya patlıyor adama?

Mesela, bu milletin bir evladı olarak siz milletin vekili olabilir misiniz?

Atatürk'ün "Büyük Millet Meclisi", Batı Parlamentolarından mı kopya çekilmişti?
Kemalizm nedir, müdafaa-i hukuk nedir?

CHP niye 2. Dünya savaşına kadar "tek parti" olarak kaldı da, sonradan İnönü "çok partili demokrasi"ye geçmek "zorunda" kaldı?

Yoksa onu mecbur eden şey, Sovyet yayılmacılığı karşısında Batı ile ittifaka mecbur kalması mı idi?

Batı dayatmamışmıydı bize "çok partili demokrasi"yi?..."Demokrat Parti" bu "mecburiyet"ten doğmuş olmasın sakın?

Yoksa NATO'ya almayacaklardı bizi değil mi?

Bunda, Celal Bayar-İsmet İnönü mutabakatı yok muydu? Hani, illâ ki "çok parti" diyordunuz, işte kurduk yeni bir parti daha, demediklerinden bu kadar emin misiniz? Neticede ikisi de "ittihatçı gelenek"ten gelen insanlardı, öyle değil mi?

Bir hata yapıldı yalnız bu arada; Adnan Menderes! "İttihatçı" değil, "Serbest Fırka"dan gelme! Allak bullak etti bu yüzden "cumhuriyet" değerlerini! Yassıada'da asılanların içinde Celal Bayar neden yoktu? Altmış yaşının üzerinde olduğu için mi sizce?

Adnan Menderes işi bozmasaydı, bugün ABD'deki Cumhuriyetçi ve Demokrat Partiler gibi, her ikisi de amerikan varlığına adanmış bu iki parti gibi bizim de, "varlığını Türk Milleti'ne adamış" iki "milli" partimiz olmayacak mıydı?

Bu kadarını bile söyletmedi arkadaşlarımız elbette!

"Ya bırak bunları, ne alâkası var, girme şimdi bu işlere, içinden çıkılmaz! Bırak şimdi bunları!" (İfadeler aynen bu!)

Derhal beyler, derhal bırakayım, girmeyeyim bu iş(!)lere! Bir kenarda durup, hep beraber seyredelim olanı biteni! Yapılanı eleştirelim, yapanı kınayalım ama hep bir kenarda seyirci olarak kalalım! Tamam özür diliyorum, tövbe diyorum ama yine de "şunları sorup da öyle bıraksaydım keşke!" demekten kendimi alamıyorum: 

-Ya şu "Bilgisayarlı seçim sistemi"? "Soros Demokrasisi"nin olmazsa olmaz şartı!

-Ya bırak bunları, her sandık sayılıp, neticesi zabıt altına alınıyor ya?!..

-Ha, öyle hakkatten, nasıl da unuttum. Peki ama öyleyse Yunanistan niye vazgeçti, Alman Anayasa Mahkemesi niye izin vermedi bu "sisteme" yahu?

Yoksa onlardaki sandık sonuçları zabıt altına alınmıyor da ondan mı?

Ha, sahi arkadaşlar, bu "siyasi parti"ler nasıl ortaya çıktı Batı'da ki? "Sınıf çatışmaları" neticesi olmasın sakın?!..

Peki, bizde sınıf çatışması mı vardı da bunca parti ortaya çıktı? Çünkü onlarda "kölelik" vardı, biz ise köle nedir, kölelik nedir, bilmez idik, değil mi?!

Ne diyordu Celal Bayar hatıratında: "Bizde bir ağa ile bir köylünün arasındaki fark, elbiselerindeki yama sayısından ibaretti..."

Peki, hiç olmazsa şunu da sormama izin vereydiniz be kardeşler; "Türkiye'de en kârlı yatırım sizce nedir?" "Hükümet kurmaya yapılan yatırımdır", desem çok mu yanlış bir şey söylemiş olurdum yoksa?
O zaman desem ki; "kim yatırım yaptıysa, onun hükümeti olmaz mı?

Millet bunun neresinde, hangi "milli irade?"

Her şeyi bırak bir kenara da bunu konuş, ortada adı var kendi yok "iradene" sahip çık artık ey millet!

Batıda daha demokrasinin "D"si bile yokken senin ataların "Kurultaylar" topluyordu, ne çabuk unuttun!

Derdine bir deva arıyorsan, bunları konuşanı susturacağına, bunları sen de konuş!

"Batı tipi demokrasiden sana bir hayır yok! Tekeden süt çıkmaz! Elindeki havanın içinde su bile yok, hava dövüyorsun hava!

Doğruları "duymamaya" yemin mi ettin, senden olanı öteleyip de elin gâvurunun eline tutuşturdukları ile nereye kadar oyalanacaksın ey sevgili kardeşim!

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.