Türkiye'ye Sevr'i getirecek 11-12 milyon oy

Okumaya ve araştırmaya biraz meraklı herkes 19.Yüzyılda yaşanan olayları düşündüğünde saçını başını yolacak hale gelir ve Osmanlı üzerinde dönen bu büyük oyunları göremeyen sezemeyen yöneticilerin, askeri ve sivil bürokratların gözleri iktidar hırsından kararmış kara cahiller olduğunu düşünür.


Acaba 22.Yüzyılın başında yaşayacak Türkler, 1980’lerden bu yana Türkiye’de olanları incelediklerinde ne düşünecekler?


Bence aynı bu gün bizim yaptığımız gibi “Ne iktidar canlısı cahillermiş, oyunun bütününü görememişler ve ülkenin bir kısmının elden gitmesine engel olamamışlar” diyeceklerinden eminim.Bu nedenle Türkiye üzerinde 1980’den buyana dönen büyük oyunu görebildiğim kadarıyla her fırsatta, her zeminde anlatmaya çalışıyorum.


Batı, 20.Yüzyılın başında Avrupa ile Asya arasında bir köprü olan ve jeopolitik açıdan büyük öneme sahip Anadolu yarımadasının tek bir devlet egemenliğinde olmaması gerektiğine karar verdi.


İşte o oyunu dünya tarihinin gördüğü en büyük lider Atatürk, bozdu.


Sonraki süreç ise, 2.Dünya Savaşı ve sonrası batının toparlanma, iki kutuplu dünya düzeninde bir dehşet dengesi oluşturulmasıydı.


ABD 1970’li yıllardan itibaren detant politikaları ile bir yandan Sovyetler Birliği ile ilişkileri yumuşatmaya girişirken, öte yandan da İslamiyeti, Komünizme karşı bir ideoloji olarak kullanma çalışmalarını başlattı.


Bu arada Sovyetler Birliğinin çökmesi halinde, iki kutuplu dünya düzeninin oluşturduğu dehşet dengesinin yerini alacak, yeni bir dehşet teorisi hazırlanıyordu. Yeni dehşet dengesi “Medeniyetler Çatışması” olacaktı. Bu plan çerçevesinde bütün dünyada İslam siyasallaştırıldı ve Türkiye’de ilk İslam Partisi olan Milli Nizam Partisi kurduruldu.


Pakistan’da 1971-1973 arası Devlet Başkanı, 1973-1977 arası Başbakan olarak Zülfikar Ali Butto’nun seçilmesi, 1979’da İran’da Şah’ın devrilmesi ve mollalar rejimine geçilmesi, bölgenin ve Türkiye’nin sağlama alınması zorunluluğunu getirdi.


Önce Pakistan’da 1977 yılında General Ziya Ül Hak’a darbe yaptırıldı ve 1979 yılında Zülfikar Ali Butto astırıldı.


Sıra Türkiye’ye gelmişti. General Kenan Evren ve arkadaşlarına darbe yaptırıldı. 12 Eylül darbecilerine yaptırılan ilk iş Yunanistan’ın Nato’ya aldırılması, ikinci iş ise, dini cemaat ve tarikatları destekletmek oldu. Ayrıca 1982’den itibaren hiçbir altyapısı hazırlanmadan, ülkenin yarı devletçi bir ekonomiden serbest piyasa ekonomisine geçmesi sağlandı.


Bu arada yapılan 1982 Anayasasının anti-demokratlığı ve baskıcı bir metin olması ne ABD’nin ne de demokrat Avrupa Birliğinin umurunda olmadı.


ABD’nin kuklası beş generalin yaptığı yolsuzluklar, 60 a yakın insanın idam edilmesi ABD ve AB’yi hiç ırgalamadı. Onlar, alt yapısı hazır olmayan bir “Menkul Değerler Borsası” açtırmak, döviz alım satımını, sermaye giriş çıkışını serbestleştirmekle ilgilendiler.


Birde el altından PKK canavarını yaratmak ve gerilla savaşı yapacak hale getirmek için gerekli hazırlıklara başladılar. Bu süreçte bir başka özel planda doğu ve güneydoğudan ülkenin Adana, Mersin, İzmir, Bursa, İstanbul gibi belirli illerine göçlerin desteklenmesidir. Bu konu, üstünde durmamız gereken çok önemli bir konudur ve 1984 PKK teröründen önce başlatılmıştır.


Kısaca 1980’den itibaren Türkiye’de iki büyük proje uygulanmıştır;


Birincisi;
PKK’nın örgütlenmesi ve doğudan, seçilmiş illere büyük göçlerin gerçekleştirilmesi,


İkincisi;
Türkiye genelinde İslami bir cemaat yapılanmasının sağlanması ve bu yapının Türkiye Cumhuriyetinin başta Emniyet ve İçişleri Bakanlığına bağlı idari bürokrasi ile Adalet Bakanlığı olmak üzere tüm kurumlarına sızarak buraların ele geçirilmesidir.


Bu iki proje de 30 yıl içinde gerçekleştirilmiş ve büyük bir başarı sağlanmıştır. Bu otuz yıllık süreç içinde ülkeyi yönetenler ne yapmıştır?


Bu projeleri nerede ise hiç görmemiş, fark etmemişler sadece didik didik birbirini yemeye yönelik politik kavganın içinde olmuşlardır.


Bir parti lideri, bitmez tükenmez Kurultayları ve uzlaşmaz politikaları ile projecilerin ekmeğine yağ sürmüş, tüm tabanını bu projecilere kaptıran bir diğeri ise yaylada aldığı “erken seçim” kararları veya projecilere Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde verdiği destekle onların önünü açmıştır.


Her zaman saygıyla andığım tecrübeli devlet adamı ise, Cumhurbaşkanlığından ayrıldıktan sonraki tutumu ile Merkez Sağ’da yeni bir oluşuma, destek vermeyerek önünü kesmiştir.


Ve bugün Türkiye’yi, kesinlikle demokratik olmayan güçler tarafından yönetilen 11-12 Milyon oy yönlendirmekte ve adım adım uçuruma veya bildiğimiz adıyla Sevr’e sürüklemektedir.


Bu 11-12 Milyon oy kime aittir?


Bu oyların 2- 2,5 Milyonu Cemaat oylarıdır. Hocaefendi’den aldıkları emir gereği oy kullanmaktadırlar. Devlet içinde örgütlendiklerinden güçleri göründüğünden çok fazladır. Bürokraside iş takip etmek, ticarette para kazanmak gibi işler cemaat için küçük işlerdir ve bunlarla ilgilenmiyorlar. Artık, cemaat Türkiye’nin kurumlarını yeniden yapılandırma işlevini üstlenmiştir.


İlk hedef olarak Türk Silahlı Kuvvetleri seçilmiştir. Ellerine geçirdikleri yerleri dümdüz etmektedirler. ÖSYM’de yıllardır olanlar ve buranın cemaatin isteğine göre yeniden yapılandırılması bunun en açık delilidir. Bugün AKP’yi destekleyen bu cemaat, yarın ABD’den gelecek bir emirle tüm oylarını BDP’ye de verebilir. Çünkü bu yapı feodal bir yapıdır. Bu tür feodal yapıların olduğu yerde, doğal olarak demokrasiden söz edilemez.


Türkiye gibi yaklaşık 50 Milyon seçmenin olduğu bir ülkede 2- 2,5 Milyon cemaat oyu demokrasi açısından büyük bir sorundur, hele hele %10 barajının olduğu bir sistemde bu oylar iktidar belirleyici bir niteliğe sahip olmaktadır.


Peki geri kalan 9,5- 10 Milyon civarındaki oylar kime aittir?


Bu oylar, Doğu ve Güneydoğuda yaşayan ve 1980’lerden beri Türkiye’nin belirli yerlerine göç eden Kürt kökenli vatandaşlarımıza aittir. Bu oylar çok iyi şekilde örgütlenmiştir. Tek amaçları Türkiye Cumhuriyetine sıkıntı vermektir. Bu oylar son referandumda, ya sandığı boykot ettiler ya da evet oyu kullandılar. Çünkü İmralı’dan böyle emir gelmişti. Nitekim böyle olduğu bizzat İmralı’daki cani tarafından açıklandı.


Bir örnek vermek gerekirse, 1994 yılı Yerel seçimlerinde, örgüt tarafından verilen talimat gereği oylar Refah Partisine verilmiş ve Refah Partili aday seçimi kazanmıştır. Şimdi de, Güneydoğuda Yerel seçimlerde oylar BDP’ye, diğer yerlerde ise oylar AKP’ye verilmektedir. Bu birliktelik, tarih boyunca başka isimler altında hep yaşanmıştır. Cumhuriyet tarihi boyunca yaşanan 28 isyanda, hep Kürtçü-Bölücü-Şeriatçı işbirliğini görürüz. Bugün yapılan da bunların demokratik rejim içindeki masumane(!) versiyonudur!..


Son referandumda 21 Milyon “evet” oyunun 11-12 Milyonu işte bu ideolojik stratejilerle kullanılan oylardır. AKP’nin kendi oyu ise 9 Milyon civarıdır. Referandum gecesi Başbakan’ın, “Okyanus ötesindeki arkadaşlarına” teşekkür etmesi ve devletin müsteşarını İmralı’daki cani ile devamlı görüştürmesinin sebebini umarım Türk Milleti anlamıştır.


Türk Milletinin, Siyasetçilerin ve Yüksek Yargının, bu 11-12 Milyon ideolojik oyun ülkeyi götürmekte olduğu uçurumu görmeleri gerekir.


Çözüm yok mudur. Elbette ki vardır. Kendi düşüncelerimi yetiştirebilirsem yarın yazacağım.


Merak ettiğim bu ülkede Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık, Bakanlık, Genel Başkanlık,Yüksek Yargı Başkanlığı, Üst Düzey Bürokrat, Üniversitelerde Profesör olarak görev yapan ve bu aziz millet sayesinde bu yüce makamlara gelmiş kişilerin ne düşündükleridir? Örneğin Ahmet Necdet Sezer, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Mehmet Ağar bu konularda neler düşünürler? Yoksa düşünemezler mi?


TOBB Başkanı Hisarcıklıoğlunun farklı düşünmesi, çözüm üretmesi mümkün değil. Halk tabiriyle “O Şimdi Asker.” Tayyip ağabeyinin emrine girmiş, Türkiye’nin bir ithalat cenneti olmasına, bin bir zorlukla kurulan Türk Sanayisinin çökmesine aldırmadan “Bertaraf” olmamak için kenarda bekliyor.


Tüsiad’ın derin stratejik tahlilinin sonucunu Sayın Başkan Boyner’in ağzından öğrendik; Mustafa Muğlalı Kışlasının adı değiştirilsin ve Diyarbakır Cezaevi için özür dilensin!...


Görüyorsunuz değil mi, bir zamanların dev Tüsiad’ı Lise öğrencisi seviyesinde bile çözüm üretemiyor. Tüsiad’ın önerisine bir katkı da benden olsun; Tüsiad Yönetim Kurulu, Muğlalı Paşa Kışlalı önünde “Ront” yapsınlar, inanın hiç derdimiz kalmaz…


Rifat SERDAROĞLU / egedesonsoz.com / 23 Eylül 2010