20 Ağustos 2010 Cuma

"Batı Tipi Demokrasi" inadının başımıza açtığı işler (1)

200 yıla yaklaşan ve adına kimilerince "batılılaşma", kimilerince de "demokrasi  mücadelesi" denen ve her neslimize ayrı ayrı, büyük bedeller ödeterek bizleri bugünlere kadar sürükleyen bu kördöğüşü, aynı gayya kuyusunda, aynı döğüşü sürdürmeye bizi de mecbur ediyor.


Her toplumun kendi ilerlemesi adına kendi içinden bir "aydın sınıf"a ihtiyaç duyması doğaldır, ancak bu ihtiyacın giderilmesinin yolunun ve yönteminin de o toplumun yapısal durumuyla uyumlu olması zorunluluğu vardır. Paket çözümler, olsa  olsa ancak teknik konularda gündeme gelebilir. İşte bu sebepten; bu ihtiyaçlar, Batı ve Doğu Toplumlarında tarih içinde birbirinden çok farklı şekillerde tezahür etmiş ve birbirlerinden çok farklı dinamiklerin etkisi altında kalarak kendine "kendince" bir çıkış yolu aramıştır. Öyleyse ilk evvel yapılması gereken şey "ihtiyacın" ne olduğunu tespit edebilmek ve bu ihtiyacı doğuran kaynağı da doğru teşhis edebilmektir.


Şurası şüphesiz ki, biri diğerine nazaran ekonomik ve sosyal olarak öne geçmiş toplumların sistemlerinin daima dikkat ve ilgi çekmesi olağan bir durumdur. Sokaktaki vatandaşın nazarında bu husus gıpta ile karşılanacak bir durum olsa da, aydınların nezdinde sebep ve saikleri çok dikkatle izlenmesi icap eden bir durum olarak ele alınması lazım gelmelidir. Aksi halde, kendini aydın bir insan olarak tanımlayan birinin tıpkı sokaktaki bir vatandaş gibi, sonuçları sebepler olarak algılamak hatasına düşmesi ve bu hata üzerinden çözüm arayışlarına girişmesi kaçınılmaz olacaktır. Tıpkı bugün ve iki yüzyıldır olduğu gibi...                                                                                      


Batı'ya yetişmenin verdiği telaşla olsa gerek, kopyacı bir mantıkla onlardan aşırılıp bizde pişirilmeye kalkışılan uygulamaları, bu konuyla ilgilenip de bilmeyen yoktur sanırım. Bu nedenle bunları tek tek ele alarak bilinenleri tekrar etmeyeceğim. Sadece şunların kısa kısa altını çizeceğim:

-Batı Toplumlarının temelinde "KÖLECİLİK" vardır. Tarihimizin hiç bir döneminde bizde böyle bir anlayış ve uygulama ve batıdaki gibi bir "sınıflaşma" olmamıştır. "Batı Demokrasileri"nin kaynağı olduğu söylenen eski Yunan Şehir Devletleri'nde ve daha sonra da Roma İmparatorluğunda da görüleceği üzere, köle sahibi olmayan bir "Yurttaş" "Senato"ya seçilemez, aday olamaz ve "Köle Sahibi" bir "Yurttaş"tan daha az haklara sahiptir. Hemen farkedileceği üzere "ayrımcılık" ve "sınıflaşma" daha ilk çağlardan kendini göstermektedir.

-Roma İmparatorluğu'nun çöküşünden hemen sonra "sahipsiz" kalan "Köle Sınıfı" kendine yeni bir "sahip" aramak zorunda kalmış ve derebeylerin şatoları çevresinde "köylüler", yani "Serfler" olarak toplanmaya başlamışlardır. Bu arada hıristiyanlık dininin toplumsal yapıdaki etkilerini de gözden kaçırmamak gerekir. "Papalık Müessesesi" başlı başına ordusu ve ekonomik gücü olan bir faktör olarak toplumun gidişatını yönlendiren ve belirleyen önemli etkenlerden biri olmuştur.

-El emeği ile yapılan üretim (Manufaktur), yerini fabrikasyon üretime bırakınca "elinin emeği" ile geçinen yığınlar bir anda yoksullaşmış, geçinebilmek için şehirlere akın etmiş, "maharet" makinalara geçince "makina sahipleri"nin emri altında "el emeği" yerine "kol gücü"nü çok çok ucuz bedellerle kullandırmak zorunda kalmışlardır. Böylece Batı Toplumlarında ortaya bir "İşçi Sınıfı" (Proleterya) çıkmıştır. Bir yanda büyük arazi sahipleri ve krallardan oluşan (Aristokratlar), diğer yanda ticaret ve sanayi ile iştigal eden "sermaye sahipleri" (Burjuvalar), bir yanda "ruhban sınıfı", yani Papalık, öte yanda işçi sınıfı olmak üzere, toplumsal sınıflaşma giderek keskinleşmiş ve devletler içinde bu sınıflar arasında gelirden daha çok pay alma mücadele ve manevraları başlamıştır.

Bir de en son olarak bilinmesi gereken bir husus var ki, onu anlamadan "Batı Kompleksi"ni üzerimizden atmamız mümkün değildir. O da şudur: "SÖMÜRGECİLİK"

Doğu Toplumlarını Batı karşısında yenik düşüren konuların başında bu anlayış ve Batı'nın bu "eylem"i yatmaktadır. Bizler her gittiğimiz yeri "VATAN" kabul ettik ve ona göre davrandık, ona göre de "almak" yerine "harcadık". Topraklarımız genişledikçe "harcamalarımız" da "arttı". Halbuki Batı asla böyle yapmadı. Kendi anavatanını daima ayrı tuttu ve gittiği her yerin zenginliğini kendi anavatanına transfer etmede hiç bir beis görmedi. Bu da Batı'ya hızlı bir "zenginleşme" getirdi. Sömürgelerin aynı zamanda önemli bir pazar haline "getirilmesiyle" artan tüketim, daha çok ve daha hızlı üretim baskısını getirdiğinden, kömür madenlerinde biriken suyu dışarıya daha hızlı tahliye etmek üzere icad edilen ve kömür üretiminde patlama sağlayan "buhar makinası"nın ulaşımda da kullanılabilir olduğunun anlaşılması, hızlı bir sanayileşmenin önünü açmış ve böylece Batı "sanayi devrimi" olarak adlandırılan yeni bir döneme geçmiş yapmıştır.

Konumuzdan sapmamak üzere bunları anlatmayı başka bir zamana bırakıp konumuza dönersek, Batı'da "sınıf mücadeleleri"nden beslenen ve bir taraftan"iç ve dış sömürüden daha fazla pay alma mücadelesi", diğer taraftan "emeği sömürülen"lerin hak arama mücadelelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan ve esasen bir "uzlaşma arayışı" olan "BATI DEMOKRASİ"sinin neresinden bize bir fayda gelebilir, bunu takdirlerinize bırakıyor ve kendi durumumuzla ilgili tespitleri gelecek yazımda ele almak istiyorum.

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.