9 Mayıs 2010 Pazar

NAVİ HALKI, PANDORA GEZEGENİ VE KUTSAL AĞAÇ

=== AVATAR ===



 Bir internet sitesinde yayınlanan bir haber analizine yazılmış ve AVATAR filminden yola çıkılarak güncel siyasi durumu değerlendiren bir okuyucu yorumu. İlginç bulacağınızdan eminim...

"Ergenekon davası ilk başladığında operasyonlara gaz vermekle ve bizleri yönlendirmekle görevli bir internet sitesinde birbirini hiç tanımayan ve farklı fikirlere sahip üç arkadaş, ülkenin selameti için, bayrak vatan ve özgürlük mücadelesi bağlamında ortak idealler çerçevesinde görüşlerimizi yazıyorduk. Bizlerin bu duruşuna karşılık, ayrılıkçı kürtler, adresi belli cemaat mensupları ve içimizdeki saftorik keklenmişlerin ettiği hakaretler küfürler çok şiddetli idi, ama bizler pek aldırmıyorduk. Görüşlerimizden dolayı bizlere Ulusağcı (bendeniz) Uludinci (Milli görüş çizgisindeki arkadaş) ve Ulusolcu (şimdi CHP'yi destekleyen, eski kulağı kesik devrimcilerden) adlarını yakıştırmışlardı. Bu terimleri hakaret etme aşağılama adına bizlere yaftaladıklarını da açıkça söylüyorlardı. Yaftalama olarak kullandıkları bu terimler onlar için kötülük anlamı dışında hiç bir şey ifade etmiyordu. Bu durum benim çok dikkatimi çekti ve "toplum olarak nerelerden nereye geldik, ve bu işin sonu nereye gidecek?" diye acı acı düşündüm. Açıkçası vatanımı bayrağımı canımdan çok seven bir insan olarak, bizleri var eden ve bir arada tutan kültür değerlerinin bu kadar aşınması ve alay konusu edilmesine üzüldüm...............

Geçenlerde sinemalara Avatar [İMDB ID No: tt0499549] ismiyle bir film geldi. Okuyucular arasında bu filmi seyreden arkadaşlar da mutlaka vardır. Seyrettiğim bu film benim çok ilgimi çekti. Belki seyretmeyenler olmuştur düşüncesiyle film hakkında kısa bir bilgi vermek istiyorum: Film 2100 yılında Navi adlı bir halkın yaşamını sürdüğü Pandora gezegeninde geçiyor. Pandora gezegeninde bulunan çok özel bir element, bütün enerji kaynaklarını tüketmiş ve yok olma sürecine girmiş olan İnsanoğlu için hayati öneme haiz. Pandora gezegenindeki bu çok özel element ise Navi ırkının yurt edindiği olağanüstü boyutlarda büyük ve kutsal saydığı bir ağacın köklerinin altında. İşte bu elementi alabilmek için, o ağacın mutlaka yıkılması ve tahrip olması gerek. İlginç bir özellikte; ağacın köklerinin bir kısmı dışarıda, toprak üzerinde..............

Naviler avlanma dışında, yaşamlarının hemen hemen tamamını ağacın üzerinde geçiriyorlar. Ağacın kökleri arasında kalan çok geniş alan, onlar için toplantı, seromoni merkezi, dalları üzerindeki bitki benzeri açılır kapanır hamaklar ise uyku ve dinlenme yerleri. Dünya egemenlerinin varlığının devamı için mutlak öneme sahip bu elementi alabilmek, ancak Navi ırkının oradan sürülmesi veya yok edilmesiyle mümkün. Naviler 3 metre boyunda, güçlü kasları, son derece savaşçı ve direnişçi özellikleri olan bir canlı türü. İşte film, bu Navi Irkı ile Emperyalistlerin kiralık paralı askerleri arasında geçiyor ve sonuçta ağaç ve çevresindeki ormanlar bütünüyle savaş makinaları ile yakıp yıkılarak, Navi Irkı oradan zayiat vererek ayrılmak zorunda kalıyor.... Filmde benim en çok dikkatimi çeken sahne, Navilerin Kutsal Ağaçlarını tahrip edip yıkabilmek için, hep köklerine ateş etmeleri oldu. Film bittiğinde, bilmem kaç milyar km. öteden yaklaşık 6 yılda uzay
gemisiyle gelen Dünya egemenlerinin paralı kiralık askerlerini kan ve gözyaşına sebep olan küresel emperyaller, Navileri ise biz Türkler olarak hayal ettim...............


Şimdi bu filme, burada niçin değindim onu anlatayım: Bu filmin benim zihnimde bazı çağrışımlar getirdi. Bilenler bilir, çok eski dönemlerde bizim atalarımız olan Hunlular için ulu ağaç kavramı devletle eşanlamlıdır ve çok kutsaldır. Eğer o ağacı bir devlet gibi düşünecek olursak onu yaşatan köklerinden kimisi ulusağcı, kimisi ulusolcu kimisi uludinciydi yani bizlerdik. Türkiye Devletini çok ulu bir ağaca benzetecek olursak, ağacın köklerinden en büyüğü olan muhafazakar milliyetçi dindar tabanı 28 Şubat sürecine giden yolda resmen yok ettik, ellerimizle köküne kibrit suyu döktük. İçimizden bazıları dış güçlerin sözüne kandılar, o ağacı tek bir kökle idame ettireceklerini sandılar, bizlerin çoğuna kıydılar. Ama gelin görün ki, daha 10 yıl bile geçmeden aynı düşman hemde içimizdekiler eliyle bu sefer o ağacın ulusalcı köküne vurmaya, Türkiye ağacı da sendelemeye, yalpalamaya başladı. Nasihat kabul edenlere: Karşınızdakiler size öğütler verirken (İran şahının Türkiye'deki sürgün generallerinin şu meşhur çiçek büyümesi hikayesi) çok dikkatli olunmalı. Devlet olarak bir adım atmadan önce, bunun ne getirip götüreceği çok iyi hesaplanmalı........... Konunun daha iyi anlaşılması için ufak bir teorik bilgiyi burada vermem yerinde olacak: Bir işe başlanırken önemsiz gibi görünen bir takım girdiler, zaman geçtikçe sistemin davranışını büyük ölçüde etkiliyebilirler. Bizler buna Kelebek Etkisi (Kaos) diyoruz. Kaos terisinin ve ardından gelen domino etkisinin tarihte canlı yaşanmış bir iki örneğini burada vererek beyinlere iyice yerleştirmek istiyorum:..................

1 - : 1861-1865 arası ABD iç savaşı yılları. Amerikanın güney eyaletleri dış işlerde birbirine bağımlı ama iç işlerinde bağımsız olmak üzere konfederasyon isterken, kuzey eyaletleri birbirine çok daha katı bir şekilde bağlı olmak yani federasyon isterler. Ayrıca kuzeyde modern kapitalizm kuralları gereğince emek gücüne ücret yani yövmiye veya maaş ödenirken, güneyde ise beleş tarife köle işgücü vardır. Yani üretim maliyetleri çok düşük olup Kuzey bölgelerine göre ciddi avantaja sahiptirler. Güney gibi sıcak bölgenin pamuk üretimine elverişli olması ve işçilik maliyetlerinin hiç olmaması onları çok zengin hale getirmiş ve Kuzeyin şimşeklerini üzerlerine çekmişlerdir. Maliyetlerdeki bu asimetrik eşitsizlikten çok bunalan Kuzey eyaletleri Güney eyaletlerinin köle iş gücünün tasfiye olmasını isterler. Çünkü böylece kuzeye gelecek olan fazla işgücü yüzünden, işçilik ücreti yani girdi maliyetleri düşecek ve böylece daha fazla maddi getiri yani kâr sağlayacaklar güneye giren para onlara akacaktır. Bundan dolayı 1861 yılında Amerika'nın kuzey ve güney eyaletleri arasında iç savaş çıkar. (Yazdıkları tarihlerinde ise, zencilerin özgürlükleri ve haklarını verilmek için iç savaş çıktı hikayesinin en büyük yalanlardan birisi olduğunu şimdi anlayın.) Kuzey eyaletleri, Güney eyaletlerinin limanlarını ablukaya alırlar ve limanlardan dış ülkelere mal sevkiyatını yasaklarlar. Bu yüzden Güney Eyaletleri konfederasyonu İngiltere ve Rusya'ya pamuk satamaz ve mahvolurlar. Nedeni ise şu: 19. yüzyıl'ın en önemli sanayisi tekstil, tekstilin hammaddesi ise pamuktur. Bunun üzerine Rusya ve İngiltere pamuk yetiştirebileceği ülkeleri, alanları araştırmaya başlar. 1860'lardan 1880'lere kadar Rusya tüm Orta Asya Türk Ülkelerini işgal eder ve topraklarına katar. Çünkü Baykal gölü ve çevresi pamuk üretimi için çok elverişlidir. İngiltere ise yine pamuk üretimi için Hindistan'ın Doğu kısmını ile Bangladeş bölgesini işgal eder. Görüldüğü gibi, Amerikada çıkan eyaletler arası bir iç savaş neticesi, Orta Asyanın tamamını Rusya işgal ederken, Doğu Hindistan'ı ise İngiltere sırf pamuk ihtiyacı için yani emperyal ihtiyaçları yani daha fazla para kazanmak için işgal etmiştir. Tabi bu süreçte olan savaşlarda güçsüz ülkelerin askerlerinin ve akan masum kanının haddi hesabı yoktur. İşte bu tür olaylar zincirine bizler "Kelebek Etkisi" ya da "Kaos Teorisi" adını veriyoruz.................

2 - : Bilimde olduğu kadar, gerçek hayatta da bir takım zincirleme olaylarda yapılan küçük değişiklikleri, büyük sorunlar yumağı haline getiren bir kriz noktası (örneğin 28 Şubat düğümü) olduğu bilinir. Soğuk savaş sonrası Nato perspektifindeki düşman algısı değişikliğine uyum sağlayabilmek ve Türkiye'yi bir yerlere götürebilmek için yapılan bazı operasyonlar sonrası tetiklenen olaylar zinciri (Uğur Mumcu, Bahriye Üçok, Muammaer Aydın, Ahmet Taner Kışlalı benzeri siyasi cinayetlerin irtica adıyla işaretlenen Gulyabani denen ecinni bir varlığa yüklenmesi) siyasi yaşamda insanların DYP'den kopup RP'ne kaymasını tetikledi ve ardından "irtica (Gulyabani) geliyor" korkusuyla bir 28 Şubat sendromu yaşandı ve ardından ortalıkta ne ulusağ (DYP) nede uludinci (RP) kaldı. Şimdi ise tam tersi bir süreci, yani Ergenekon adı altında ayakta kalan ulusolcu ve tüm vatanseverlerin tasfiyesi sürecini yaşıyoruz................ Acaba diyorum, 1990-1997 sürecinde Türkiyede yapılan siyasi ve sosyal operasyonlar hiç yapılmasaydı, nehirler kendi akışına bırakılsaydı, Türkiye şu anki atmosferde, siyasi ortam içinde olurmuydu? Hiç sanmıyorum aziz dostlar. Vural Savaş, Sabih Kanadoğlu benzerlerine şimdi sormak isterdim: Her inançlı insanı kafanızdaki irtica potasına koyup "ılımlısı (DYP yani muhafazakar Demokrat çizgide olanlar), ılımsızı (RP partisi yani milli görüş çizgisine sahip olanlar) bütün nehirler sonuçta aynı noktada birleşir. Dolayısıyla sonuçta hepsi aynı amaca yani kara irticaya hizmet ederler" gerekçesiyle yapılan türlü operasyonlar ve "Kan içici yarasalar vampirler" benzetmesiyle dava açıp bir partiyi, ardından başka bir partiyi de aynı gerekçeyle kapatmak, bakın ülkemizde nasıl sonuçlara yol açıyor, görüyorsunuz. Aynanın arkasını görmek isteyen kardeşlerim için: Girdilerini tam kontrol edemediğiniz denklemleri çözmek isterken, çok dikkatli olmak zorundasınız. İyi sıhhatte olsunların karıştığından kuşkulandığınız olayları birileri mutlaka kendi emelleri doğrultusunda kullanmak isterler. Kelebek etkisinin sonuçlarını kestirebilmek için CIA, MOSSAD benzeri kuruluşlarda on binlerce matematik ve uygulamalı mühendislik dehası istihdam ederler. Türkiye'de yıl 2010, ellerimizle yaptıklarımızın sonucu olan siyasi ortam işte ortada. Şimdi gelin ayıklayalım princin taşını bir bir bakalım!................

3 - : Yaklaşık 3 yıl kadar önce Küreselci emperyalistler eliyle tetiklenen Dünya çapında küresel ekonomik yangın ABD, Japonya gibi uzak ülkelerden sonra şimdi Avrupaya sıçratılmış durumda Önce Yunanistan ardından Portekiz ve İspanya daha sonra da tüm Avrupa'yı saracağı düşünülüyor. Bu işin sonu bizim ihracatımızın ciddi oranda düşmesini getirecektir. O zaman mecburen Ortadoğu coğrafyasına (yani dolara) yöneleceğiz ve onlarla siyasi ekonomik bağlarımız ve dünyaya bakış açımız da benzeşecek! (Ilımlı islam yani BOP denen global uşaklık projesi) Karşınızdakilerin, yani global oyun kurucuların elindeki kartları görme hassasiyetiniz yoksa işimiz gerçekten çok zor................

Gerek 1. Dünya, gerekse 2. Dünya savaşı öncesi (1929) ekonomik krizleri hep dünya savaşlarının tetikleyicisi olmuş. 1 Dünya savaşı sonucunda tüm Osmanlı topraklarının yeraltı ve yerüstü zenginlikleri yani Ortadoğu ve Kuzey Afrika petrolleri, zamanın emperyalistleri (İngiltere, Fransa ve İtalya vb.) tarafından paylaşılmış. 2 Dünya savaşı sonrası paylaşım için yapılan Yalta konferansı sonucu dünya resmen ikiye ayrılmış. 1990 başı biten bu soğuk savaş ve sonrası gelen bu ekonomik krizin ancak küresel boyutta bir paylaşım mücadelesi ile biteceği anlaşılıyor. Emperyalistlerin şimdiki av sahası ise Ortadoğu bölgesi ile birlikte Türkiye, İran, Afganistan, ve Tüm Türk Cumhuriyetlerinin yer aldığı (Doğu Türkistan bile bu projeye dahil) Avrasya ve Asya bölgesi olacağı şimdiden anlaşılmakta................

Resmi olarak, ortalıkta dolaşan iki görüş var:.............

1 - : İsrail devletini yöneten kadronun Ortadoğu'da Süleyman Mabedi'nin ihyası ile birlikte Büyük Judaik Devleti kurmaya kararlı olanların ve ABD'deki Neoconların, Evanjelistlerin başını çektiği grup: Bunlara göre Büyük İsrail Devleti'nin kurulması için nükleer silahların kullanımı kaçınılmaz. İran'ın çevre şii bloka olan etkisi zamanla artış gösterecek olması, bu savaşı zorunlu hale getiriyor. Dünya üzerinde şu an ekonomik bir şavaş yaşanıyor. Bölgelerin ekonomik zenginliklerinin paylaşım süreci dahil, bütün taşların yerine oturması epeyi zaman alacak. Bu da bu çizgide olanlara altın gibi bir zaman aralığı kazandırıyor. "Bu hır gürde patlatılsın İran üzerinde bir kaç nükleer silah, olsun bitsin" diye düşünüyorlar. Kargaşa ortamında ABD ve Avrupa bunları ister istemez desteklemek zorunda. Yoksa, her geçen gün mevzi kaybediklerini düşünüyorlar. Filistinlilerle baskı altında yapılacak bir anlaşma sonucu İsrail Devletinin sınırlarının belirlenmesi bunların işine hiç gelmez. (Pek kimse bilmez ama ben söyleyim: Dünya üzerinde Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen devletler arasında sınırları belli olmayan tek ülke İsrail devletidir. Nedeni, İsrail devletinin parlementosunda çizdikleri sınırlarına ulaşma arzusudur. Nil'den Fırat'a kadar olan bütün topraklar onların gözünde kaşer, yani vadedilmiş kutsal topraklardır)...............

2 - : ABD yönetimi ile bizim ülkenin iktidardakilerinin paylaştığı görüş: Ortadoğu çoğrafyası ABD denetiminde (Aslında bu projenin arkasında da diğer bir yahudi grubu var) ABD eyaletlerine benzer bir yapılanma (Bu projede Türkiye toprakları 25 parça) ve başında Çakma Türklerin (!!!) olduğu bir grup tarafından idare edilecek bir oluşum. ABD'nin şimdiki Obama yönetiminin başını çektiği bu light kadronun (Bunlar diğerlerinin aksine seve seve yapalım diyorlar, ama sonuç iki grupta da aynı) isteği şöyle; ABD kızıl elmasını bizlerin kanıyla İran dahil Avrasya Coğrafyasına taşıyacağız. Ama bu projeye İran doğal sebeplerle Rusya ise "ABD kızıl elmasını Türkler içimize sokuyor, koçbaşı olarak kullanılıyor" gerekçesiyle karşılar. Bedeli sadece Türk ordusunun kanıyla verilecek bu proje, içimizdekiler (Yiğit Bulut'un çark edip en son vagonuna atladığı grup) eliyle hayata geçirilmesi düşünülüyor. Türkiye'de Ergenekon operasyonunu da yapan bu gruba göre, gelen Türke bayram havasında bir şey. Böylelerine "yazıklar olsun" demekten başka, elimden bir şey gelmiyor. Sebebi ise şu. Bu plan bizlere ölümlerden ölüm beğen demektir. Bu proje milyonlarca masum insanın öleceği ve Mehmetçiğin bu uğurda telef olacağı, sadece emperyalistlerin (Irak'ta örneği yaşandı) kanlı emellerine hizmet etmek demektir. Bunun hesabını ne bu dünyada ne de öbür dünyada asla veremediğimiz gibi, pis bir proje uğruna telef olur gideriz. Çünkü bu bölgedeki savaşların yıkım gücünü emperyaller iyi bildiği için, bizleri aynen Kuzey Irak kürtlerine yaptıkları gibi, koçbaşı olarak kullanmak istiyorlar............. Nitekim aynı gerekçelerle 1979 yılındaki İran Devriminden sonra Mollalar İranda hakimiyet sağlayıp ardından Şah kaçınca Emperyalistler Iraktaki şii varlığının da bundan etkileneceği korkusunu Saddam'a aşılayıp kendisine bol silah ve teçhizat vererek, Irak ordusunu İran üzerine saldırttılar. 8 yıl süren bu savaş, hem Saddam rejimine, hem de Irak halkına sadece ölüm, yıkım ve acı getirdi. Savaştan sonuç alınamadığı gibi, ödeyemeyecekleri ölçüde dünya kadar bir borç sarmalına girdiler. Aynen 19. yüzyılda Osmanlı'nın zamanın emperyallerinin yüksek fazile borç verip fişteklemesiyle Kırım savaşına girmesi sonucu savaşı Rusya'ya karşı kazansa bile, sonraki dönemde savaşın maliyeti olan anapara ve faiz borç sarmalına girip ödeyememesi, bunun sonucunda bütün gelirlerine el konulması (kapütülasyonlar) ve sonuçta batma sürecine gitmesi gibi, Irak'ta bu borç yükünün ardından yaptıkları hatalar zinciri sonucu, domino taşlarının bir bir yıkılması gibi felaketler zincirine tutuldular. Saddam eğer İran savaşına hiç girmeseydi, şimdi hem kendisi hem çevresi yaşar, oranın halkı da çok daha mürefeh olur ve ülkeleri ABD işgaline hiç uğramazdı. Ha, belki kuzey Irak'taki kürdolojik varlıklar yine hayınlıklarını yapardı her zamanki gibi, ama yerleri az çok belli olduğu için, tahribatları sınırlı olmaya mahkumdu..............

3 - : Aslında bunların dışında belki pek çoğumuzun aklına gelmeyen, benim gibi küçük karıncaların, yaşlı kutların da desteklediği bir teori daha var, o da şu: Emperyallerin baskısı ve Ergenekon Operasyonlarından çok acı çeksek de, milli birlik ve bütünlüğümüzü ve özellikle ordumuzun silah gücünü şimdi mümkün olduğunca arttırıp, sayıca ve etkinlikçe (Özel Kuvvetler Komutanlığı askerlerinin eğitimi gibi) mümkün olan en iyi seviyede tutmaya çalışacağız. Sonra olası bir ortadoğu savaşında (ki bu bizlere göre büyük oranda gerçekleşecek), aynen 01.Mart.2003 tezkeresinde istendiği gibi, birilerinin gönlü hoş olsun, Ortadoğu va Asya zenginliklerini sömürgeleştirsin diye, yakın coğrafyamızdaki insanların kanına elimizi asla bulamayacağız.................

Eğer bu benim tezim doğru çıkacak olursa, bu savaşın sonunda biz Türklere verilen muştu şu: Irak'taki savaşa (Ergenekon davasından, Silivri'de yatan kardeşlerimizin basireti sayesinde) elimize müslüman kanı değmedi. Eğer bu son savaşta da yine aynı basireti, sebatı gösterir, emperyalistlerin eline Türk Ordusunu yani askerimizi teslim etmezsek bu işin sonundan biz kârlı çıkıp, kendi kızıl elmamızı çok daha büyük boyutlarda, hem de kansız bir şekilde gerçekleştireceğiz. Sınırlarını ceddimiz Büyük Hun Kağanı Mete Han'ın çizdiği sınırlar olan, Hazar Denizinden Japon denizine, Kuzey denizinden Çin sınırına kadar olan bölgeyi Türk Devletlerinin ağabeyleri olarak, bizler oluşturacağız.................

Türkiyenin banisi (kurucusu) Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK'ün rüyalarını süsleyen ve Kahraman Ordumuzun kuruluş tarihi olan MÖ. 209 tarihinin kod adı (şifresi, Büyük Hun İmpatarorluğu'nun Mete Kağan eliyle ulaştığı sınırlardır. Bu bizim gibi, kimsesiz karınca, kurt taifesine çok önceden verilen bir muştu. Ama bunu yapabilmek için önce içimizdeki emperyalist işbirlikçilerin iktidardan, devlet yönetiminden ebediyen uzaklaştırılması ve bunun ardından milli vasıflara sahip, emperyal güçlerin fırtınalarına göğüs gerebilecek yeni bir iktidarın işbaşına gelmesi gerek. Yoksa bugünlerdeki operasyonlarla devamlı su alan bu Türkiye Gemisi, daha limana varmadan denizin dibini boylayacak..............

Şimdi içimizde Ergenekon projesini uygulamakla yükümlü olan ve içinde birazcık olsun Türklük, Bayrak, Vatan, Millet kavramlarının önemini bilen, yüreğinde hisseden Türk kardeşlerime seslenmek istiyorum:

"Ülkeye ve kurucumuz Türk Ordusuna daha fazla zarar vermeden, yol yakınken bu projeden dönün ve biz gerçek Türklerin arasına katılın. Yoksa bu kan hepinizi boğar, bizleri yok eder ve tarih önünde lanetlenirsiniz. Ne bu dünyada, ne de öbür dünya da yatacak yeriniz bile olmaz................

Selâm olsun bu kutlu yola baş koyan ortak ideal ülkü sahibi kardeşlerime, bu dava uğruna içeride çile çeken Engin ALAN Komutanlara, asker kardeşlerime, yerde yürüyen kimsenin görmediği ama gelecek büyük depremleri hissetme özelliği olan karıncalara genç ve yaşlı kurtlara.................

Bakalım zaman kimi haklı çıkaracak? Görelim Mevlam Neyler, Neylerse Güzel eyler. Saygılarımla...

Cemal"


http://www.avazturk.com/yazar_yazilari.php?yazi_no=401

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.