6 Mayıs 2010 Perşembe

Generalliğe terfi eden Paşalarımız!

Başlık biraz acaip oldu, farkındayım, lâkin daha önce "Sayın General"(*) başlığıyla yayınladığım yazımda; "Bana paşa demeyin!" diyen şimdiki sayın Genelkurmay Başkanımızın bu tutumuna dair fikirlerimi izaha ve  "Paşa" ve "General" arasındaki farkı anlatmaya çalışmıştım...


Şimdi söze başlarken hemen şu tespiti yapmakta yarar görüyorum; Turgut Özal'la başlayan ve12 Eylül sonrasında da yine Özal ve Anavatan Partisi vasıtasıyla iyice pekiştirilen 24 Ocak Kararları'nın ülkede yarattığı  ekonomik değişimi (transformasyon), sosyal dokudaki etkileriyle birlikte ele almak gerekir. Serbest ekonomi denilerek getirilen ithâlat serbestileri ile hızlı bir biçimde ülkeyi adeta istila eden tüketim malları, mahiyeti icabı kendi talebini yaratmakta gecikmedi. Bu saatten sonra gelir düzeyi ne olursa olsun, insanlara sağlanan borçlanma kolaylıkları ve onun yetmediği yerde; "Benim memurum işini bilir" teşvikleri ile alabildiğine körüklenen tüketim iştihasının, gün gelip bu tüketim için ihtiyaç duyulan geliri elde etmek uğruna her yolu mübah kılar hale gelmesi elbette beklenmeyen bir durum değildi ve öyle de oldu. Bu tüketim tahriki kısa sürede siyasetçisinden esnafına, amirinden memuruna kadar toplumun bütün kesimlerine sirayet etti, gemisini kurtarmaya azimli insan sayısında adeta patlama yaşandı. "Devletten maaşlı" askerlerin de her tarafı istila eden bu havadan solumaması elbette mümkün değildi. Daha çok tüketebilme imkânına sahip olmanın toplum içinde daha yüksek bir "statü" demek olduğu bir ortamda bütün manevi ve moral değerlerin bu uğurda "deforme" edilmesi kaçınılmaz bir durumdu. Hele ki "eş"lerin baskısından bunalmamak adeta mümkün değildi. Öyle ya, filânın kocası da senin gibi müdür ama onlar şurdan bir ev daha aldı, yazı bilmem hangi beş yıldızlı otelde geçirdi, filanca müteahidin falanca yerde yaptığı villalara da yazılmış vb...


Bütün bunlar olup biterken bir de adeta bu "transformasyon"a "katalizör" etkisi yapsın diye halk nezdinde saygın olan kurum ve kavramların tahribatına girişildi. O günün gazetelerinde, Turgut Özal'ın "şortla asker teftiş ettiği" haberi resimli olarak manşetlerden veriliyor, artık hiç bir şeyin "dokunulmaz" olmadığı mesajı adeta bir "müjde" gibi millete duyuruluyordu. Haysiyet cellatlığının önü açıldığına göre haysiyet cellatlarının re'sen görev başı yapmamaları için bir sebep de kalmamıştı. Artık her şey alenen tartışılabilir, milli mukaddesata ait ne varsa "artık tartışılması zamanı gelmiştir" denilerek yerlerde dahi sürüklenebilirdi. Bu büyük "ufuk adamı(!)" sayesinde memleket semalarını kaplayan "nur"un aydınlığından olsa gerek, hızla artan iç ve dış borçlanmanın başımıza açacağı işler pek farkedilmiyordu. O yıllarda Sakıp Sabancı İsviçre'lerden; "Hökumattan da, icraatlarından da memnunuk gardaşım" diye beyanatlar vermekten pek mutlu oluyordu. Bu arada da "üç-beş çapulcu" güneydoğumuzda asker-sivil demeden bu ülkenin evlatlarını kırıp geçirmeye başlar olmuştu. Özal sonrasında başbakan olanlardan Tansu Çiller döneminde "teröre karşı" yeni bir "konsept" geliştirilmeye çalışılmış, "özel harekât" adı altında yeni birlikler kurulmuş ve Günydoğu Anadolu'da özel amaçlı yeni bir tugay kurulmasına karar verilmişti. Osman Pamukoğlu Paşa'nın "Unutulanlar dışında yeni bir şey yok" adlı kitabından öğrendiğimize göre, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş'in bu tugayı sevk ve idare etmeye istekli bir subay bulmakta epey zorlandığı anlaşılmaktadır. Kime görev tevdi edilmişse, kimi eşinin sağlığını, kimi çocuklarının durumundan mevzuubahisle görev üstlenmekten kaçınmışlar, ta ki "görev" Pamukoğlu'na  tevdi edilene kadar...(Ayrıntılarıyla o kitapta anlatılıyor...) Burada daha fazla ayrıntıya dalıp, "Bir koyup beş alma" politikalarına, "Necip Torumtay"ın istifa nedenine girmeyeceğim. Sadece şunu soracağım: Bütün bu sayıp döktüklerimiz olup biterken ve olaylar adeta "ilmek ilmek" işlenirken bu milletin en güvendiği kurum olan TSK ve başındaki Genelkurmay ekibi ne yapıyordu? Bu sorunun cevabı şu satırlardan çıkarılabilir mi acaba? Buyrun birlikte okuyalım;


"Yurdun dört bir yanından her ocağa kor alevler düşmeye başlayınca, sıra sıra al bayrağa sarılı şehit cenazeleri gelince Genelkurmay Başkanımız sayın İlker Başbuğ kükremiş:


“Mütareke basını dahi bu kadar hain değildi”


Şimdi, sayın paşam o “hain” ilan ettiğiniz basının mensupları uzaydan gelmedi. Hepsi farklı görevlerde farklı medya organlarında bir zamanlar sizlerle ballım güllüm idiler. O isimler-hele bazıları var ki tüm karanlık geçmişlerine rağmen -sizin (yalnızca şahsınızı kastetmiyorum) neredeyse kankanızdı…


Ey!.. Paşam veya paşalarım ben bu ülkede yaklaşık 25 senedir gazetecilik yapan bir fani olarak, Türkiye’de bir tek kökü yerli olan medya organı olmadığını biliyorum da siz mi bilmiyorsunuz?


O hain ilan ettiğiniz gazeteler AB fonları ve CIA ödenekleri ile kurulduğunda aklınız neredeydi? Bu mütareke basınından daha da hain olan basın Türkiye’de cirit atacağını, neye hizmet edeceğini çocuklar bile bilirken siz bu işe laikliğin elden gitmesi kadarda mı kafa yoramadınız? O sıralar çok mu meşguldünüz? Düşman bir ülke ile savaşıyordunuz da bizim mi haberimiz olmadı?


Habur’dan PKK'lı teröristler güle oynaya girerken aklınız neredeydi. EMASYA kaldırılırken, açılım maçılım yapılırken süt dökmüş kedi gibiydiniz." diye adeta feryat ediyor "Hainlerle içtiğiniz viskileri unuttunuz mu paşam?" başlıklı makalesinde avazturk.com'dan Ahmet Takan.(1)


Yeniçağ Gazetesi'nden sayın Behiç Kılıç da şöyle soruyor:


“Bu şehitlerin kanı yerde kalıyor. Ne zaman eşkıyanın tepesine binilecek, nerede bu katiller yeter artık!!” diye yazdığımız gün, bakın ne felaket oldu...


Artık konu “eşkıyayı lanetleme” konusu değildir!..


Bu şehadetlerin sebebini, şu askerin başındakilerden de sorgulama zamanıdır artık..


Komutanlar ne işe yarıyor Allahaşkına!..


Nedir bu şehit haberleri...


Bunca top tüfek, teknoloji..!


Sonuç bu mu?!..


Bu milletin gariban çocukları, savaş kobayı mı?!..


Eşkıya sisi delip, elindeki kaleşle karakol teslim alıyorsa, bu işin sorumlusu, dağda canını düşmana açan Mehmetçik de değil tabii...



Ankara’nın beş yıldızlı koltuklarında, süper marka makam otolarında generalliğin tadını çıkaranlardır...



“Bizden olan!!” emekli generalleri, savcının elinden almak için Çankaya’da pazarlıklar yapacağınıza, askerin mücadele gücünü elinden alan yasalar için ağırlığınızı koysanıza. Bunu yapamadığınız, “açılıma” kol kanat gerdiğiniz için eşkıyanın eli rahatlıyor da çocuklarımız toprağa düşüyor beyefendi!.."

Bu konuda soru sorma ihtiyacı içinde olan sadece ben değilmişim demek ki!

Özetle söylemek gerekirse:

NATO mengenesiyle "başı" sıkıştırılan TSK'yı ve (dolayısı ile) Türkiye'yi bu mengeneden kurtarmaya çalışanlardan "sağ kalabilenler" bugün ya "Ergenekon Terör Örgütü üyesi" olmaktan  tutuklu olarak yargılanıyor, ya da adliyelerde harıl harıl ifade veriyorlar. Peki öteki kısmı? "Onlar" mı? Onlar Paşalıktan Generalliğe terfi ettiler! Kimilerinin boyunlarında ABD madalyaları, kimileri bilmem hangi holdingin yönetim kurulu üyesi, kimilerinin altlarında trilyonluk zırhlı arabalar, Cumhubaşkanınımızın yazlık komşusu olarak emekliliklerinin keyfini sürüyorlar...

-------------------
(*) http://siyasetimilliye.blogspot.com/2010/02/sayin-general.html
(1) http://www.biroybil.com/showthread.php?13643-Hainlerle-itiiniz-viskileri-unuttunuz-mu-paam
(2) http://www.biroybil.com/showthread.php?13638-Paa-tatbikatta-ekya-karakolda!

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.