4 Mayıs 2010 Salı

Anadolu'da Osmanlıcılık oynamak!

Son zamanlarda, sanki Türkiye Cumhuriyeti baştan hatalı bir şekilde kurulmuş da şimdi bu yüzden bir açmaz içine düşmüş gibi laflar sıkça edilmeye ve bu durumu aşmanın bir yolu olarak yeniden "Osmanlı" politiklarına dönülmesi gerektiği yüzlerce kanaldan zihinlere pompalanmaya başlandı. Bu, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni kuran "Müdafaa-i Hukuk İdeolojisi"yle ve elbette bu ideoloji ile Osmanlı'nın külleri üzerinde bambaşka bir anlayışla yepyeni ve bağımsız bir devlet kuran Mustafa Kemal ATATÜRK ile de dolaylı olarak hesaplaşmanın yeni bir yolundan başka bir şey değil.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni "Kürt Sorunu", "Ermeni Meselesi", "Türban Sorunu", "Alevi/Sünnî Meselesi" vb. gibi yapay sorunlarla sistemli bir şekilde bir açmaz içine düşürmeye çalışanlar -sanki bu sorunları başımıza musallat edenler kendileri değilmiş gibi- şimdi de dönmüşler bize çözüm yolları öneriyorlar! Zihniyet hep aynı; önce bir hastalık icat et, sonra ilacını sat! Tıpkı, kuş gribi, domuz gribi gibi...Şu söylenenlere bir bakar mısınız: "Kürtleri asimile etme amacında olan Kemalistlerin tersine, Yeni Osmanlıcılık ortak bir kimlik duygusu inşa etmede İslam'a çok daha önemli bir rol biçmektedir."(1)


Şimdi bunu düzeltmeye neresinden başlamalı?

Kim, kimi nasıl ve ne diye asimile etmeye ihtiyaç duymuş?

Öyle ya, her eylem bir ihtiyaçtan doğar!

Yanmış, yıkılmış, darmadağın edilmiş bir imparatorluktan arta kalanlar ne diye bir Balkanları ya da Arap yarımadasında bir yeri değil de Anadolu yarımadasını tutunulacak bir dal olarak görmüş?

Mustafa Kemal "Misak-ı Millî" sınırları olarak neden Anadolu topraklarını düşünmüş?

Neden Sivas'ın "ötesi", Sivas'ın "berisi" diye bir hesaba girmemiş?

Neden kurduğu devletin adında "Türkiye" kelimesini kullanmış?

Şimdilerde kazara ağzınızdan "Türk" kelimesi çıksa neden hemen birileri "Kürd'ü", "Laz'ı", "Çerkez'i" "Türklüğün" karşısına koyuveriyor?

Türklüğün bir ırka indirgenemeyecek ve bir "ırk" çerçevesine sığdırılarak izah edilemeyecek kadar büyük ve güçlü bir "gerçek" olduğunu sizce bilmiyorlar mı?

Biliyorlar elbette de, "bildirmek" istemiyorlar!

Bilmeyenlere de sayın Arslan Bulut'un ağzından biz bildirilelim; "Türkçülük” kavramı son zamanlarda, emperyalizmin güdümünde propaganda yapanlar için “Kürtçülük” kavramı ile birlikte ve ikisinin de bölücülük olduğu iddiasıyla sık sık gündeme getiriliyor. Oysa Türk adı, öncelikle Tengri dinine inanan ve Türkçe konuşanlara verilen bir addır. İçinde çeşitli ırklar barındırmıştır. Elbette temelde Ural-Altay kavimleri vardır fakat bu kavimlerin izine, sadece Asya ve Avrupa coğrafyasında değil, Güney Amerika’daki And dağlarında, Kuzey Afrika’da hatta Güney Afrika’da bile rastlayabilirsiniz.... Atatürk, devletin adına Türkiye, milletin adına Türk derken, kendisi yeni kavramlar icat etmiyordu. Tarihi bir gerçeği, siyasi gündeme taşıyordu. Atatürk, Türk kavramını, “sadece bir milletin adı değil bütün adamların birliği” olarak görmektedir. Dolayısıyla, Türk aleminin karşısına Ermeni sorunu gibi bir sorun çıkarmak için Kürtlerin kullanılmak istenmesi karşısında emperyalizmin restini görmüş ve aynı silâhla karşı koymuştur."(1)



Şimdi bu gerçekler ışığında dönelim konumuza...Daha yüz yıl önce de "daha çok demokrasi" diyerek milletin vekili(!) seçilen ve "Meclis-i Mebusan"a oturan "Osmanlı vatandaşları" neden kendi devletlerine hizmet etmek namusluluğunu göstermek yerine kendi kavimlerine hizmet yolunu tercih etmişlerdir? Daha düne kadar Osmanlı'ya hasta adam diyenler bütün bu gerçekler orta yerde dururken bugün ne oldu da bize yeniden Osmanlıcık yapmamızı tavsiye(!) eder oldular? Hadi bunlar şöyle yapın, böyle edin diye habire nasihat ediyorlar da, bunların ağzının içine bakarak devlet idare ettiğini(!) düşünenlere ne demeli? Bundan bir asır önce de Avrupa'nın "Reform yapın!" talimatlarını emir telâkki eden zihniyet, o gün olduğu gibi bugün de emre amade bir vaziyette bekliyor! Şimdi size bu durumu en somut şekilde tespit eden bir makaleyi dikkatlerinize sunuyorum:

"Türkiye'nin dış politikada odak noktası seçtiği, üzerinde yoğunlaştığı bölgelerden biri de Balkanlar... Türkiye'nin bölge ile tarihi bir geçmişi olmasının yanısıra, hemen yanıbaşımızda bulunması da ister istemez bölgedeki gelişmeleri yakından izlememizi zorunlu kılıyor.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, göreve geldikten sonra Balkan ülkelerine çok sık gitti. Mesela sadece Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Yeremiç ile son 6 ayda 12 kez görüştü.

Durum tesbiti yapacak olursak; Türkiye Balkan ülkelerindeki gelişmeleri çok yakından izliyor, hatta Dışişleri Bakanı bölgeyi her fırsatta ziyaret ederek 'ritmik diplomasi'nin gereğini yerine getiriyor. Ama "Türkiye'nin nasıl bir Balkan politikası var?" sorusu, tüm bu gelişmelere rağmen havada kalıyor, yeterli cevabı bulamıyor.

Türkiye "bölgesel güç" olma hedefine pararel olarak Balkanlarda etkinliğini artırmak, kamu diplomasisi araçlarını kullanarak kendisine yönelik sempati ve hayranlık oluşturmak, cazibesini yükseltmek mi istiyor?

Yoksa, küresel güçlerin Balkanlara yönelik uzun vadeli planlarında "kolaylaştırıcı rol" mü üstleniyor?

Ben bu iki sorunun cevabını bulmamızda, Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun Sırbistan Dışişleri Bakanı Vuk Yeremiç ve İspanya Dışişleri Bakanı Miguel Angel Moratinos ile Belgrad'da yaptığı görüşmeden sonraki şu açıklamasının yardımcı olacağını değerlendiriyorum: "Vizyonumuz, Balkanlar'ın Avrupa'ya tamamen entegre olmasıdır. Ve Belgrad'daki, Üsküp'teki, Saraybosna'daki, İstanbul'daki, Edirne'deki tarihi yerlerimiz bir gün Avrupa Birliği'nin bayrağı altında bir kez daha birleşecektir. Türkiye olarak İspanya gibi Balkanlar'ın AB'ye giden yolunu destekliyoruz. Geleceğin emniyeti için buradaki ülkelerin NATO'ya üye olması çok büyük önem taşımaktadır..."

Dışişleri Bakanı Davutoğlu'nun açıklamalarına bakıldığında açıkça anlaşılan şudur: Türkiye'nin Balkanlarda kendi çıkarlarını korumak, bölgesel etkinliğini artırmak, bölge ülkeleriyle ileriye yönelik siyasi ve ekonomik işbirliği geliştirmek gibi bir kaygısı yoktur.

Anlaşıldığı kadarıyla ülkemizin dış politikasını yönetenlerin, "Saraybosna ile İstanbul'u Avrupa Birliği'nin bayrağı altında birleştirmek" gibi bir kaygıları vardır.

Dahası, Balkanları NATO'ya bağlamak gibi bir rolü de üstlendiklerini kendileri açıklamaktadır.

Eğer "komşularla sıfır sorun", "çok boyutlu dış politika" ve "ritmik diplomasi" söylemlerinin ülkemizi getirdiği stratejik vizyon bu ise, gerçekten üzücüdür.

Türkiye'nin vizyonu, Osmanlı mirası olan Balkanları, Avrupa Birliği'nin bayrağı altında toplamak, emperyalist emellerin odağı olan NATO'ya bağlamak olamaz!

Türkiye, Balkanlara liderlik yapacak, etrafında toparlayabilecek güçte ve stratejik değerde bir ülkedir. Siz böyle bir ülkeyi nasıl AB'nin ve NATO'nun taşeronu gibi kullanmaya kalkışırsınız?

Sayın Davutoğlu'ndan bu tutumundan vazgeçmesini, eğer sözleri maksadını aşmışsa - dolayısıyla niyeti bu değilse- kamuoyuna gerekli açıklamayı hemen yapmasını bekliyoruz."(2)

İşte yeniden "Osmanlı" diyenlerin "Osmanlılık"tan anladıkları bu; "Osmanlıcılık"! Her işlerinde şahit olduğumuz gib; hep kaba bir taklitçilik, hep kurnazlık, hep kılıfçılık!...Bir türlü "kendi olamama" hali...

Beyler! "Osmanlıcılık" uğruna, gerileye gerileye, uçurumdan düşen bir adamın bir dala tutunduğu gibi Anadolu topraklarına tutunan bu milleti, tutunduğu bu daldan da etmeye hakkınız yoktur! Aslını inkâr eden haramzade ise de, baba malı yiyen mirasyediler gibi yetki kullanmak da en hafifinden bunca şehide saygısızlıktır.

Yalnız şunu da söylemek artık farz olmuştur ki; mesele sadece "konunun cahili" olmaktan ya da "aymazlık"tan kaynaklanmıyor. Olan şudur: "Yeniden büyük bir devlet oluyoruz" mesajı verilerek alttan alta milletin gururunu okşamak ve "yapılacaklar yapılana kadar" milleti uyutmak ve "emperyal güçlere" "önceden verilmiş sözlerin" yerine getirilmesinde karşılaşılması kaçınılmaz olan "milli" tepkiyi daha başından elimine etmek ve bu arada da ucu nereye varacak olursa olsun Mustafa Kemal'le olan "yarım kalmış" hesaplarını görerek içlerindeki nefreti biraz olsun teskin edebilmek ve sözümona, onun "yapamadıklarını" yaparak onun karşısındaki ezikliklerinden kurtulabilmektir! Yapabildikleri ise; Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile resmen kavga halinde olan emperyalizmin arkasına saklanarak fırsat buldukça bir yumruk da kendilerinin sallamasından ibarettir!

------

(1) Bugünkü Türkçülük ve emperyalizmin restini görmek...
http://www.biroybil.com/showthread.php?13637-Bugnk-Trklk-ve-emperyalizmin-restini-grmek&p=20423

(2) http://millipolitika.blogspot.com/2010/05/disisleri-bakanligi-kimin-taseronu.html

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.