7 Nisan 2010 Çarşamba

Ekmeğimizi paylaşırız ama egemenliğimizi asla!

Mustafa Kemal'e kadar zorlama bir cemaat anlayışı içinde ne kadar külfet varsa sırtlarına yüklenen ama buna rağmen horlanmaktan ve soyulmaktan bir türlü kurtulamayan Türkler, Cumhuriyet İdaresi ile birlikte kendilerine adam gibi yaşayabilecekleri bir vaha kurma şansını yakalayabildiler. Ne var ki, kendilerine bir kez daha yol göstermek için ortaya çıkan bu son bozkurt'un işaret ettiği yolda onunla beraber gayet güzel yürürken, onun yokluğu ile beraber bu kutlu yürüyüşün yönü ne yazık ki değişti. Bugün gelinen noktada, kendileri için nefes alabilecekleri bir alan olan bu vahada nefes almaları artık giderek zorlaşmakta...Atalarının yaşadıklarından ders çıkarmak konusunda çok da başarılı olamayan Türkler, her defasında büyük bedeller ödeyerek tekrar tekrar ölüm-kalım savaşları vermek zorunda kalıyorlar. Şimdi bu noktada duralım ve bu kutlu yürüyüşün rotasını çizenlerden biri olan Türk fikir adamı merhum Ziya Gökalp'in işaret ettiği noktaya doğru bir bakalım:

Ziya Gökalp’ın İstemediği “Boşolar”…

1960lı yıllarında, Diyarbakır’da, Ziya Gökalp ismi ile özdeşleşen bir üniversite kurma derneği vardı. O dönemde Diyarbakır’da görev yapan akademisyenler ve Diyarbakır’ın kadim halkı hatırlar; yeni açılacak bir üniversiteye “Ziya Gökalp Üniversitesi” adının verilmesi halkın genel istemi ve arzusu vardı. Üniversitenin çekirdek kuruluşu olarak ve sonraki fakültelerin devamı için, Ankara üniversitesine bağlı bir fakültenin açılması prensip olarak benimsenmişti ve ilk fakülte olarak da “Diyarbakır Tıp Fakültesi” açılmıştı. Daha sonra üniversiteye dönüşmek üzere yeni fakülteler açıldı, gelişti ve 1750 sayılı yasaya göre “üniversite” oldu. Bir süre “Diyarbakır Üniversitesi” olarak tabelada isim kaldı. Fakat her nedense “Ziya Gökalp” ismi bir türlü verilmedi bu üniversiteye! Acaba, Ziya Gökalp’ın milliyetçilik ile ilgili düşüncelerinden dolayı mı ismi verilmedi üniversiteye?! Bilemiyorum…
Daha sonra “Dicle Üniversitesi” olarak isimlendirildi.

Zamanın karar verici mekanizmalarında etken olan güçler, üniversiteye Ziya Gökalp isminin verilmemesinde, “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde, temel felsefe ve ilke olarak önerdiği “Türkleşmek, İslamlaşmak, muasırlaşmak” hedefi ne kadar etkili oldu, sorusuna da yanıt veremem!

Şimdilerde, devlet karşıtı bazı hareketin neredeyse merkezi durumuna gelmiş Diyarbakır’da AB militanları kol gezmekte, medyaya poz vermekteler… Her nedense hiç Ziya Gökalp’ ten bahsedilmiyor. Tarihteki kuruluşu ve yaşam kültürü ile tam anlamıyla bir Türk kenti olan Diyarbakır’ın yetiştirdiği dünyaca tanınan Türkiye’nin ünlü sosyologu Gökalp’ı Diyarbakırlılar neden sahiplenmiyor sorusunun cevabı merak ediliyor.

Süleyman Nazif, Cahit Sıtkı, Ali Emiri’ den de ses yok! Acaba Ziya Gökalp siyasi bir “Kürtçü” olarak tanınsaydı, ya da “Kürtçülük” yapan bir “Kürt” olsaydı, bu üniversitenin adı “Dicle” mi, yoksa “Gökalp” üniversitesi mi olurdu? Gökalp’ı tanımak her Diyarbakırlının, her Türk gencin görevi olmalıdır. Öncelikle Diyarbakırlıların Gökalp’ e sahip çıkmaları gerekir…

Bazıları Ziya Gökalp’ın “Kürt” olduğunu yazar ve söylerler. Sebep, sırf Diyarbakır doğumlu olduğu için… Eyvah… “Kürt” olmak ne zamandan beri suç sayıldı ki? Kürt olmak ayrı şey, “Kürtçü” olmak ayrı şeydir; tıpkı dindar olmanın “dinci” olmaktan çok farklı olduğu gibi… Ayrıca Doğu illerinden herhangi birinde doğan memur çocuğu, ya da o yöre insanı olan kişiler mutlaka bir “etnisite” ile mi damgalanmalı? Bu, “açılımcıların” marifetiyle Türkiye’ ye kazandırılan “ayrışma” ideolojisi!

Araştırmacılar Ziya Gökalp’ın “Kürt” olmadığını belirtiyorlar! Moda deyişle “velev ki Kürt” olsa ne olur; Gökalp’ın düşünür olma kıymetinden bir parça mı eksilir!??

Gökalp’ın “Kürt” olması ya da olmaması, onun “Türkçülüğün Esasları” konusundaki düşüncelerini yok etmez; Atatürk’e rehberlik eden “ulus devlet” fikrinin babası olması gerçeğini de değiştirmez. Bu özellikler Gökalp’ın ne denli büyük bir sosyolog olduğunun kanıtıdır.

**
Anadolu’nun mayasını oluşturan Türkmen boylarının yaşam süreçleri pek çok detayla doludur. Anadolu hep göç merkezi olmuş Türk boyları için… Bilinen şeceresine göre Gökalp’ in ataları da 17. yy da Horasan’dan Anadolu’ya göç etmişler, Diyarbakır’a bağlı Çermik kazasına yerleşmişler. Diyarbakır’ın tarihteki yaşam kültürü, oluşturduğu eserleri, bıraktığı kültür mirasları özbeöz Türk kenti olduğunu gösterir. Cahit Sıtkı, Ali Emiri, Süleyman Nazif ilk akla gelen aydınlarıdır.


Tarihi açıdan konuya bakan ehil insanların Gökalp hakkındaki fikirleri son derece önemlidir; örneğin, Türkiye’nin yetiştirdiği örnek tarihçilerden Prof. Dr Halil İnalcık, Ziya Gökalp için şöyle demektedir: “Yaşamı kısa oldu ama düşüncesi yüzyıla damgasını vurdu. Müstesna kişiliği ona, savaşlar ve devrimler (içindeki) dramatik bir dünyada kılavuz rolü hazırladı… Etnik kökenini deşmek isteyenlere karşı cevabı açıktı. Diyordu ki: “Atalarım Türk olmayan bir bölgeden gelmiş olsalar bile kendimi Türk sayarım. Çünkü bir adamın milliyetini belirleyen (unsur) ırksal kökeni olmayıp (aldığı) terbiye ve (içindeki) duygulardır.” Ziya Gökalp’ın ulusal kimlik konusundaki bu görüşü, Atatürk Türkiye’sinin millet-vatandaş anlayışına esas olmuştur…”

Evet, Gökalp ve İlancık Hoca böyle diyor. Bu söylemin üzerine söylenecek başka söz fazlalık olur.

**
Etrafını aydınlatan ışık olarak anlam yüklenen “ziya” insan örneğinde en güzel şekilde Ziya Gökalp’ in şahsında anlam bulmuştur. Diyarbakır’ in Dağ Kapı semtindeki öğretmen okulunda geçen gençlik yıllarımda, milli değerleri anlama ve öğrenme esasına dayalı eğitimin verdiği yöntem olarak Gökalp’ in şiirlerini ezberlemek, düşüncelerini benimsemek ve savunmak bir ayrıcalıktı. Gökalp’i anma günlerinde ezberden “Vatan” şiirini okumak heyecan vericiydi. Hatırlandığı kadarıyla ifade edelim: “Bir ülke ki camiinde Türkçe ezan okunur Köylü anlar manasını namazdaki duanın. Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın…”

**
Şiirin bir bölümünde de ulus devlet yolunda olan Türkiye Cumhuriyetini temsil edecek millet meclisinin adeta anatomisini tarif eder ve onu oluşturan milletvekillerinin ne kadar “Türk” olması gerektiğini hatırlatır. İşte o mısra: “…Mebusları temiz, orda Boşoların sözü yok!” der.

**
Ne demek “Boşo”?


Kimdir bu “Boşolar”


Neden mecliste bunların olmasını istemiyor Gökalp?


Bununla Gökalp neyi ifade etmek istemiş acaba?


Ziya Gökalp’ın milliyetçiliği, vatanperverliği dikkate alınarak bu şiiri yorumlayanlar, “Boşo”, “Boşolar” ifadesini “Bolşevikler” olarak ifade etmişlerdir. Belki de dönemin en dikkate değer olayın “Bolşevik ihtilali” olmasından kaynaklanan bir yorum…

Gerçekten Ziya Gökalp’ in “Boşolar” dedikleri kimlerdir?


“… Boşo Efendi, Manastır vilayetine bağlı Serfice’den Osmanlı Meclisi’ne giren Rum kökenli bir mebustur. Görevi süresince yalnız Patrikhane’nin, Rum okul ve kurumlarının çıkarı için gayret gösteren Boşo Efendi, sonuçta bir Osmanlı mebusu olduğunu, bu nedenle biraz da ülkenin sorunları için çalışması gerektiğini anımsatanlara şu cevabı vermesiyle ünlenmiştir; Osmanlı Bankası’nın sermayesi, yöneticileri ve bütün çalışanları yabancı olup yalnız adı Osmanlı’dır! Benim Osmanlılığım da Osmanlı Bankası’nınki kadardır.” (Orhan Karaveli: Ziya Gökalp’ı Tanımak, Doğan Kitap)


**
Ziya Gökalp’ın meclisinde istemediği “Boşolar”, acaba, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti B.M.M.’de var mı?

Bu sorunun cevabını herkes kendisi verebilir; bunun için günlük basın-yayın hizmetlerine bakmak yeterlidir. Bize göre, “Boşo Efendi” kendine nazire olsun diye ifade ettiği “Osmanlı Bankası” modeli, bugünkü Türkiye’nin bazı sektörlerine “uyarlanabilir” dense, hata mı yapılmış olur acaba? Örneğin yabancılara satılan KİT’ler, TELEKOM, BANKALAR.. kadar “Türk”!??


Diğer yandan, Osmanlı mebuslar meclisindeki “Boşo Efendiler” gibi, acaba, bugün kaç “Boşo” var ülkemizde? Dahası, kaç tane “Boşo Efendi” var basın yayın hayatımızda; gazete köşe başlarında, TV ekranlarında…


Osmanlı mebuslar meclisi karışıkmış, doğru da, şimdilerde savunulan nedir peki? Farklı görünen, fakat aslı değişmeyen “Boşoların” çok olması istenmiyor mu? Evet!!! Peki, şimdilerde “Moşolar” ya da “ABoşlar”, “ABDoşlar” “Emperyaloşlar”, “Hainoşlar”, “Yalakoşlar” var mı?


Ulus Devlette “…oşolar” olur mu hiç!? Olmaz!




4.4.2010


Prof. Dr. Ramazan Demir www.r-demir.com


http://www.yenidenergenekon.com/458-ziya-gokalpin-istemedigi-bosolar/

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.