22 Mart 2010 Pazartesi

Sözümüz; "Tamam anlıyorum ama..." diyenlere...

Ardı ardına "geliştirilen" olaylar, bir boksörün suratında ardı ardına patlayan kroşeler gibi milletin "canevinde" patlıyor ve bütün bunlar da her nasılsa "ileri demokrasi hamleleri" olarak tanımlanabiliyor?! Geçenlerde, sayısını unuttuğumuz bu "hamle"lerden biri daha "gerçekleştirildi." İşte, Sayın Afet Ilgaz'ın 15 Mart 2010 tarihli Yeniçağ Gazetesindeki köşesinde ele aldığı o "hamle"lerden biri:

"Jandarma istihbaratı nasıl “afişe” edildi?

1975’te de olmuş böyle hadiseler. Aleviler ve Sünniler birbirlerine düşürülmek istenmiş, bir kişi ölmüş,
40 kişi yaralanmış.


3. Ordu, sade Alevi köylerine değil, Sünni köylerine de yardım ediyormuş. İşte on kadar Sünni köyünden aklımda kalanların isimleri: Karakaya, Geyikli, Elma Köy, Bayırbağ...


Subay ve astsubay eşlerinin gayretleriyle yapılan bu yardımlar çatı, baca tamirleri, sağlık ocağı, kitaplık, okul açmak gibi işler.


Erzincan’da yapılan en son dehşet verici şey, Jandarma istihbaratının ortaya dökülmesi. PKK konusunda kendisinden haber alınan insanların evleri, aileleri, telefon numaraları, araba plakaları iddianamede en açık şekliyle deşifre edilmiş.


Bir Gölcük soruşturması vardı hatırlarsanız. Teğmenlere çeşitli suçlar isnat edilmişti. Bunlardan biri de uyuşturucu âlemleriydi. İnsafınız kurusun! Teğmenlerin uyuşturucu kullanmadıkları ortaya çıktı ve ayrıca muayenede kullanılacak saç kılları da kayboldu.


O ondört kişinin de teğmenlerden hiçbirinin olmadığı anlaşıldı.


Siz hayatınızda böyle çıldırtan bir komedi gördünüz mü?"


Görmedik elbette de korkumuz şu ki, sakın gördüklerimiz "göreceklerimiz" yanında solda sıfır kalmasın? Herhalde öyle olacak! "İnsanlar, sözcükler ve kavramlarla düşünürler, yargılara varırlar. Ama eğer bu sözcükler ve kavramlar, insanların kafalarında anlamlarını yitirmişlerse, çarpıtılmışlarsa, düşünme süreçleri ve bu süreç sonucunda varacakları yargılar da yanlış, aldatıcı olur. Söz gelimi, kapı ve pencere kavramlarını birbirine karıştırırsanız, 5. kattaki evinizin kapısından çıktığınızı sanarak kendinizi pencereden aşağıya yere çakılmış bulursunuz." diyerek konuyu vuzuha kavuşturan değerli hocam Çetin Yetkin, devamla şöyle diyor:


"Bu gerçek, ülkesel boyutta da geçerlidir. Gerçekten de, Türkiye’de toplumsal-bireysel değerleri ve kavramları bir soysuzlaştırma, bu yapılamadığında da çarpıtma/anlamsızlaştırma süreci yaşanıyor.


Süreç, önce “ihanet” kavramının anlamsızlaştırılması ile başladı. “İhanet”in sözlüklerdeki tanımına tıpatıp uyan girişimler, çağdaşlık, demokratlık gibi pazarlandı. Hatta çok satan bir gazetenin genel yayın yönetmeni köşesinde “Benim sözlüğümde ihanet sözcüğü yoktur” bile diyebildi. Sonunda toplumun oldukça büyük bir kesimi o duruma getirildi ki, vatan hainlerini vatansevermiş gibi görür oldu.


“Vatan”, bir dinci gazetenin yazarının dediği gibi, yalnızca “ekmek yediğin yer” gözüyle görülerek, kutsallıktan soyutlandı, kişinin maddî çıkarı neredeyse orası onun vatanıdır denildi.


“Şehitlik” kavramının kaldırılmasını isteyenler saygın kişiler oldu.


“İşbirlikçiler”, baş tacı edildi.


Üyesi olduğu topluma karşı sorumluluk duymayı, onu ilerletip yükseltmeği amaçlayan “milliyetçilik”, gericilik sayıldı.


Bunlarla eşzamanlı olarak, “kapitalist emperyalistler”in dünya halklarını sömürmesinin, özgürleştirici, demokratikleştirici yeni dünya düzeni olduğu aldatmacası yaygınlaştırıldı.


“Ulusal devlet”in modasının geçtiğine inananların çoğalması sağlandı.


“İnsan hakları”nın teröristlerin ve gericilerin yıkıcı, bölücü ve gerici eylemlerde bulunma hakkı olduğu öne sürüldü.


“Bölücü teröristler” törenlerle karşılandı.


Anayasa’nın “hiçbir etnik guruba ayrıcalık tanınamaz” açık hükmüne karşın, etnik açılıma girişildi.


“Demokrasi”, bir devletin temel dayanağı olan orduyu yıpratmanın, aşağılamanın gerekçesi oldu.


“Türk Silahlı Kuvvetleri”, teröristlerin barınağı imiş izlenimi yaratılmaya çalışıldı, buna inananlar çıktı.


“İrtica ile mücadele” suç sayıldı.


Dinimizce yasaklanan savurganlık, iftiracılık, yolsuzluk, hırsızlık v.b. “İslâm” dinin arkasına sığınılarak yapıldı.


Yasa hükümlerinin korkusuzca çiğnenmesine “hukuk” denildi.


Türk ulusunun, bağrından kopan askerini sevmesi, “militarizm” oldu.


Evinde suyu, elektriği bulunmayanlara seçim öncesi çamaşır ya da bulaşık makinası dağıtılması “sosyal devlet”in gereği imiş gibi gösterildi.


“Yoksulluk”, “işsizlik” ülkede kol gezerken ülkenin kalkındığı öne sürüldü, kimi insanlar buna inandırıldı.


Anayasa Mahkemesi, Yüce Divan olarak AKP’nin “irticaî eylemlerin odağı” olduğunu hükme bağladı ve cezalandırdı. Fakat artık her şey o denli çarpıtılmış ve anlamsızlaştırılmıştı ki, Yüce Divan, kendisi bu sonuca varmış olmasına karşın, bu partinin iktidarda kalmasına ve böylece odağı olduğu ideolojinin tüm boyutlarıyla yaşama geçirilmesine olanak sağlamakta bir sakınca görmedi!...


Sonunda “irticaî eylemlerin odağı” olduğu Yüce Divan tarafından kesin hükümle saptanmış olan iktidar partisi, Anayasa’yı, odağı olduğu ideolojiyi tam anlamı ile eksiksiz gerçekleştirmek amacı ile değiştirmeye kalkışmaya cesaret edebiliyor!...


Geldiğimiz noktada, 5. katın penceresi şöyle dursun, uçurumun tepesinden atlamak üzereyiz..."*


Bu işin "ama" diyerek başlayan cümleler ile aksinin iddia edilebilecek bir tarafı kaldığına gerçekten hâlâ inanıyor musunuz?




*(Çetin YETKİN / YENİÇAĞ GZT. / 7 Mart 2010)

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.