26 Mart 2010 Cuma

Ekonomik Krizler, Küresel Çeteler, Demokrasi vs.


Meteor yağmuruna tutulmuş bir gezegen gibi sürekli bir şekilde irili ufaklı ekonomik kriz yağmuruna maruz kalan Türkiye en son büyük ekonomik krizini malûm olduğu üzere 2001 yılında yaşamıştı. O "en çok izlenen" gazete ve televizyonlarda o "çok ünlü" yazar, çizer, analist ve profösörlerimiz bu kriz üzerine günlerce ahkâm kesmiş, "küresel ekonomiye entegre olmak yeteneği olmayan cahil bir halkın" başında bulunan ve "ekonomiden anlamayan" "beceriksiz" bir hükümet ya da hükümetler nedeni ile böyle bir krizin başımıza gelmesinin zaten kaçınılmaz olduğunu bize uzun uzun izah etmişlerdi. Kısacası, bu "biz adam olmayız" filminin yeni bir dublaj çalışmasıydı. Namuslu bir adam olarak gerçeği açık açık seslendirebilen pek az sayıdaki bilim adamı ve düşünürün sesi ise bu "davulların" gürültüsü arasında kaybolup gitti. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun her millet içinde gerçekleri seslendiren "namuslu" insanlar mutlaka vardır ve olacaktır ve "gerçekler"in üzerinin ilânihaye örtülmesi de mümkün değildir. Gerçekler, ama namuslu bir insanın isyanında, ama bir merd-i kıptînin şecaat arzında olsun, bir gün mutlaka ortaya çıkar. Köyü görenler için ise zaten kılavuza ihtiyaç yoktur. Şimdi gelin küçük bir ufuk turu yapalım ve şu satırları beraberce okuyalım:


Her felaket bir fırsattır


Bir savaş nasıl markalaştırıldı? Bu başlığı yazın Guardian gazetesinde okuduğumda irkildim...


İsrail’in 11 Eylül sonrasında iç güvenlik sektöründe nasıl büyüdüğü, rakamlarla ve örneklerle gösteriliyordu: Öyle ki 2007’nin sonunda bu sektörün ihracat miktarı 1.2 milyar doları bulacak. Yazıda ‘İsrail, sonu gelmek bilmeyen savaşı bir marka varlığına dönüştürmeyi öğrendi. Filistinlilere karşı yarım yüzyıldır sürdürülen ‘teröre karşı savaş’ sayesinde sayısız teknik geliştirildi ve bunlar paraya tahvil edildi... Filistinliler ise bir nevi denek gibi kullanılıyor’ deniyordu.


Yazıyı kaleme alan isim, Kanadalı bir Musevi olan Naomi Klein (37) olunca sadece bir komplo teorisi deyip geçmek mümkün değil. 2000’de ‘No Logo’ kitabı ile ortalığı epeyce karıştıran Klein, markalar üzerine dönen global ekonominin perde arkasında kalanları yazmıştı. The Economist, onu ‘ergenlikten çıkamamış bir kız çocuğuna’ benzetse de Klein’ın ‘No Logo’su, globalizm karşıtlarının başucu kitaplarından biri oldu.


Geçen 7 yılda The Guardian, The Globe and Mail ve The Nation’da yazan ve gazeteciliği sürdüren Klein, Irak, İsrail ve Latin Amerika’ya sık sık seyahat etti... Bu ülkelerde yaptığı röportaj ve gözlemleri, ‘The Shock Doctrine- Şok Doktrini: Felaket Kapitalizminin Yükselişi’ adlı yeni kitabında kullandı. Eylülde piyasaya çıktığında kısaca değinmiştim; ancak 466 sayfalık kitap, enine boyuna bir tartışmayı kesinlikle hak ediyor. Kanada, ABD, İngiltere ve Almanya’da bestseller listelerine giren ‘Şok Doktrini’, Türkiye-ABD ilişkilerinin limoniden acı bibere döndüğü, Kuzey Irak’a operasyonun konuşulduğu şu günlerde olup biteni anlamak açısından ayrı bir öneme sahip... Klein’ın en sert eleştirdiği konulardan biri, Irak’la birlikte savaşın özelleştirilmesi ve ucu bize de dokunan Blackwater...


DEĞİŞİM, KRİZLE MÜMKÜN


Pulitzerli gazeteci Seymour Hersh, casus romanlarının babası John Le Carre, Arundhati Roy, ekonomi Nobelli Joseph Stiglitz, Tim Robbins gibi önemli yazarların övgü yağdırdığı Klein’ın kitabı, global ekonominin kirli yüzünü ve son 50 yılın savaşlarını masaya yatırmakla kalmıyor... Dün Serdar Turgut’un gündem yazısında belirttiği gibi, ABD’nin Irak’ta ve birçok başka ülkede giriştiği, bir nevi şok terapisi.


Klein kitabına, CIA tarafından işkence görmüş biriyle yaptığı röportaj ve CIA belgeleriyle başlıyor. İşkencenin amacının, bir yetişkini bir çocuk kadar savunmasız bırakmak olduğunu ve aynı yöntemin toplumlar üzerinde de uygulanabileceğini anlatıyor. Çünkü şok sonrası insanın güven duygusu zedeleniyor, ciddi bir psikolojik stres yaşanıyor ve çoğunlukla bu hal, kolay kolay atlatılamıyor. Şok metaforunu, savaşların ekonomik ve askeri mimarlarının da kullandığına inanıyor. Ancak yazarın şok olarak nitelediği, deprem gibi doğal bir afet de olabilir, 11 Eylül gibi bir büyük bir terör saldırısı da. Ama kitabın çıkış noktası, Irak’a yönelik ‘Şok ve Dehşet’ operasyonu ve ülkenin hızla özelleştirilmesi.


Bu noktada Klein, Amerikalı ekonomi gurusu Milton Friedman’ın Bush hükümetine verdiği tüyler ürpertici tavsiyesini aktarıyor: ‘Bir topluma, felaket sonrasında her türlü politikayı rahatlıkla uygulayabilirsiniz.’ Doktor Şok lakabını taktığı Friedman’ın, serbest pazar ekonomisine geçmeye zorlanan Latin Amerika’daki darbelerde dahi etkisi olduğunu savunuyor. Ne de olsa şu veciz cümle Friedman’a ait: Değişim, ancak krizle birlikte gerçekleşir.

Klein’ın, Thatcher’dan Reagan’a ve nihayet Bush yönetimine ilham kaynağı olan ekonomi gurusunu yerden yere vurması, biraz fazla kolaycılık olarak nitelenebilir. Ancak Friedman gibilerinin de yaptığı aynısı değil mi?


CUARON FİLMİNİ YAPTI


Şok Doktrini’nin tam 60 sayfası kaynaklara ve alıntılara ayrılmış. Klein, 7 asistanının yardımıyla bir araştırma merkezi kurarak bu detaylı ve ince çalışmayı 4 yılda tamamlamış. Ve en sonunda Meksikalı yönetmen Alfonso Cuaron’a kitabı göndermiş. ‘Children of Men’ filminin yönetmeni Cuaron, Klein’la birlikte kısa bir film çekmiş. Bu belgeselimsi film, Youtube’da gösteriliyor.


Klein, kitabın amacının ‘noktaları birbirine bağlayarak tartışmaya açmak’ olduğunu söylüyor: Ancak şok taktikleri hakkında daha fazla bilgi edinerek direnebiliriz. Şokun en temel özelliklerinden biri, insanı hiç beklemediği anda yakalaması. İşkencede de insanın dayanıklılığını artıran tek bir şey var: Başınıza neyin, neden geldiğini bilmek. Bu yüzden şok terapilerinde insanların birbirleriyle konuşması ve mahkumun bilgiye ulaşması engellenir.


Pazar pazar felaket tellallığı yapmak istemem ama dünyayı bekleyen felaket çok: Hem doğal afetlerin, hem de terör saldırılarının artacağı bilimsel bir gerçek... Bizim gibi her an bir deprem beklenen, ılımlı İslam paranoyasına kapılan, her gün yeni bir şehit acısıyla sarsılan bir ülkede yaşarken kendimize şunu sormalıyız:


Direnebilmek için yeterince bilgi sahibi miyiz?

Eğer sahipsek, bu bilgiyi nasıl kullanacağımızın farkında mıyız?




Mehveş Evin/ aksam.com.tr / 14.10.2007

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.