15 Şubat 2010 Pazartesi

ANAP ve AKP Tarzı Propagandanın Sırları

Türkiye Cumhuriyeti'nin bugünkü geldiği noktaya itirazı olanların "Demokrasi" kavramı dahil, bir çok kavram ve yöntemi detayları ile kafalarında sindirmiş olmaları gerekiyor. Zira, Türkiye'nin kendisine biçilen rolü eksiksiz oynayabilmesi için gerekli kurgulamaları yapanların yöntem ve sistemleri bilinmedikçe ve kurallarını rakip takımın koyduğu bir oyundan galip çıkılamayacağı gerçeği görülmedikçe, bütün muhalif siyasi eylem ve söylemlerin boşa gideceği muhakkaktır.

Bilhassa, derdin devasını yeni bir parti kurmakta bulan samimi düşünceli insanların bu yola çıkmadan önce bilmesi ve anlaması gereken tarihi, sosyal ve siyasal olgular vardır. Bu çerçevede; kollektif bir akılcılıkla, topluma açık olarak yürütülmesi gerekli olan yeni bir siyasi anlayış tarzı geliştirilmedikçe, mevcut siyasal anlayışa her karşı çıkış, bir yenilgiyle sonuçlanacaktır. Yenilgiden kastımız ise mevcut siyasi anlayışın sahibi olan bir parti iktidarını siyaseten alt edememek değil, alt etmiş olsanız bile yerine koyacağınız siyasi anlayışın ne derece ülkenizin menfaatlerini karşılıyor olacağıdır. Sadece "onlar gitsin" düşüncesinin hakim olduğu ve ne derece kapsamlı ve oturmuş bir projeye sahip oldukları şüphe götürür siyasi çalışmaların iktidara gelmiş olmaları, ülkeyi bir sonraki yeni bir tuzağa sürüklenmekten alıkoyamayacaktır. Nitekim, bugün gelinen nokta da geçmiş iktidarların (ya da iktidarsızlıkların) bir neticesi değil midir?

Bu noktada, yukarda izaha çalışdığımız konuların bir somut örneği olmak üzere aşağıdaki makaleyi sizlerle paylaşmayı gerekli görüyorum.

* * *

ANAP ve AKP TARZI PROPOGANDANIN SIRLARI


İnsanlık tarihi, başlangıcından itibaren yönetme ve yönetilme içeren bir siyasi ikna tarihidir. Her sistem halkı ikna edecek bir dil ve yöntem geliştirmiş, iktidarını sadece güç, zorbalık ile değil, ikna, inandırma ve meşruiyet üzerine bina etmiştir. Eski Roma konsüllerinden, krallara, cumhuriyet rejimlerine, diktatörlüklere iktidar ettiren şey, gücün yanı sıra, iknadır. Geçmişte bu kadar önemli olan ikna, günümüz iletişim çağında çok daha fazla önem kazanmıştır.


Değişik bilimlerin verilerinden yararlanan siyaset bu konuda en çok psikolojiden destek almaktadır. Emperyalist sistem hem kendi ülkelerinde hem de etkisi altına aldığı ülkelerde bilimsel çalışmaların verilerine dayanarak meşruiyet yaratmakta ve halk kitlelerini ikna yöntemleriyle yanlış tercihleri kabule razı etmektedir. Amerikan Üniversitelerinin satış yöntemlerini geliştirmek için yaptığı deneylerden çıkardığı sonuçlar siyasi alanda sıkça kullanılmakta ve insanların gerçekleri görme, algılama melekeleri ipotek altına alınmaktadır. Ülkemizde de yeni kurulan partilerin ilk seçimlerde iktidara gelmelerini ancak bu yöntemleri analiz ederek değerlendirirsek anlayabiliriz. Bu konuda Özal’ın ANAP’ı ve Tayip Erdoğan’ın AKP’si en iyi iki örnektir. Her ikisi de ikna psikolojisini ve hipnotik etkileme yöntemlerini bilen “uzmanlarca” çalışmalar yürüterek kısa sürelerde iktidar olmuşlar ve uzun yıllar bu iktidarlarını sürdürmüşlerdir.

Yürüttükleri seçim kampanyalarının şaşası ve kullandıkları yöntemler, rakiplerinin bu konulardaki yetersizliği, dolayısı ile çok net anlaşılamamış ve başarının arkasında ipe sapa gelmez nedenler aranmıştır. Yeni kurulan bir partiye toplumun onu tek başına iktidar edecek kadar destek vermesinin asıl nedeni çizilen imaj ve umut yaratma ustalıklarıdır. Kullanılan ikna yöntemleri ve hipnotik dil, imaj oluşturmada ve umut yaratmada olağanüstü bir başarı elde etmelerini sağlamıştır. Tüm bu gerçekler önce çok iyi anlaşılamamış ve eski ideolojik önyargılarla yanlış teoriler oluşturulmuştur. Hal böyle olunca muhalefete mahkum olmak da kaçınılmaz kader gibi algılanmıştır.


Popüler olanın dayanılmaz cazibesi


Sözünü ettiğimiz iki parti de popüler partilerdir, iktidar olmak için kurulmuşlardır ve ideolojik siyasi birikimden yoksundurlar. “Yörük göçü gide gide düzülür” misali yolda derlenip toparlanmışlardır. Ancak kitleler ve toplum nezdinde tüm sorunları çözebilecek sihirli değnek gibi algılanmışlar, tüm sorunların çözüleceğine dair umut yaratmışlardır. Bunu yaparken kendilerine muhalif partileri durağanlık, çözümsüzlük, korkaklık, bilgisizlik ve projesizlikle suçlamayı ihmal etmemişlerdir. Çünkü İktidar sürdürmenin yolu ikna edilmiş kitlelerin muhalefete yöneltmesini engellemektir. 12 Eylül Faşist darbesinin toplumda yarattığı tahribat ve depolitizasyon sonucu popüler kültüre yönelen kitlenin ne istediğini çok iyi bildiklerinden onların istemlerini dile getiren ve aynı istemlere sahip insanlar imajıyla başladılar politik süreçlerine. Onlar dışında kalanlar ya seçkinci, ya eski kafalı ya da dar görüşlüydüler. Onlar serbest piyasacı yenilikçi, değişimci dünyaya açık, özgürlük ve zenginlik havarileriydiler. Kullandıkları kavramlara kitlelerin popüler kültür dinamiklerine göre anlamlar yüklemesini sağladılar. İnsanların önüne bir masal dünyası ve vaatler zinciri sunuldu. Umut yaratılmıştı. Popüler kültürün, çalışmadan kazanma, beleş yaşama empozesi, iktidarın vaatleriyle örtüşüyordu. Rüyaları beleş elde edilecek zenginlikler kaplamış, hayal dünyaları inanılmaz zenginleşmişti. Eski siyasetlerini hemen terk eden kitle kolayca bu akımların peşine takıldı. Ele geçirilen iktidar vasıtası ile birkaç göstermelik zengin yaratılıp umudun sürmesi ve,destek olunduğu sürece sıranın herkese geleceği beklentisi yıllarca götürdü götürüyor.


Popüler kültür dayatmasındaki bir birey için eline verilen bir lira, vaat edilen beş liradan daha değerlidir. Yarın yerine bugün önemlidir. Onun bugününü kurtarana minnettardır. Kalıcı çözümlere kulağı ve gözü kapalıdır. Alınan küçük hediyeler ve bunun sonucu beyni etkileyen vaatler ve o vaatleri yapanlar kendisi için gelecek projesi yapanlardan daha önemli görülür. Bu popüler olanın dayanılmaz cazibesidir. İkna etmek günümüz emperyalist kapitalist sistemlerinde bir bilim haline gelmektedir. Üniversiteler bu alanda sayısız çalışma yapıyor ve her gün kitlelerin, bireylerin nasıl düşündüklerine dair analizler oluşturuyorlar.


İki tarafı ayrı boyalı levhayı tek renge boyayıp göstermek


Bundan çok değil yarım yüz yıl öncesine kadar zekanın bazıları için bir ayrıcalık olduğu düşünülür ve zeka ölçüsü olarak IQ kulanılırdı. Oysa günümüzde zekanın sadece IQ ile ölçülemeyeceği buna EQ denilen duygusal ve hatta SQ denilen ruhsal zekanın da katılarak birlikte değerlendirilmesi gerektiği sonucuna varıldı. İnsan beyni üzerinde yapılan incelemeler beynin 10 milyar nörondan oluştuğu bilgiyi alıp işlediği ve zekanın geliştirilebileceği, herkesin zeki olma potansiyeli taşıdığı sonucunu getirdi. Demek ki bu gerçekliğe rağmen bazı sistemler herkesin zekasının gelişmesini istemiyor ve eğitim sistemini ayrıcalıklı zekaya prim verecek şekilde düzenliyor. Bu halkı ve kitleleri uyutmak ve yönlendirmek için gerekli görülen eğitim uygulaması olarak karşımıza çıkmakta. Biz beyin analizi ve zekayı inceliyoruz çünkü ikna hem ikna eden açısından hem de ikna edilen açısından bu analizin yapılmasını zorunlu kılıyor. Bu analiz insanların düşünüş tarzını ve bunun sonucunda nasıl davranacaklarını öğrenmemiz için çok gereklidir. Karşınızdakinin nasıl düşündüğünü bilmeden onu ikna edemezsiniz. Siyaset açısından tek tek insanların ve büyük kitlelerin algısal değişimini sağlamak onları kendi düşünce sistemine yöneltmek yeni yöntemler bulmayı zorunlu kılmaktadır. İktidarı hedefleyen ve iktidara geldiğinde topluma ne yapacağını anlatan bir siyasi parti o topluma kendinin vaat ettiklerinin, kitlelerin çıkarına olduğuna ikna etmeli ya da bu konuda çözümün asıl sahibinin kendi partileri olacağı umudunu yaratabilmelidir. Bir kez umut yaratıldıktan sonra kitlesel algı bu doğrultuda çalışmakta ve insanların o siyasi partiye dönük düşünceleri onaylama ve sempati olarak gelişmektedir. İki tarafı ayrı boyalı levhayı tek renge boyayıp göstererek, her iki yana bakan insanlarda aynı renk imajını kurabilmektir siyasette ikna.


Medya beynimizi emperyalistlere açık hedef haline getiriyor


Psikolog Phil mc Graw’a göre tüm insanların on ortak özelliği vardır:

1-Tüm insanların bir numaralı korkusu rededilme korkusudur.

2-Tüm insanların bir numaralı ihtiyacı kabul görme ihtiyacıdır.

3-İnsanlar üzerinde etkin olabilmek için onların özsaygılarını koruyacak ya da geliştirecek şekilde davranmak gerekir.

 4-Herkes her duruma ‘bunda benim için ne var’ diye yaklaşır.

5-İnsanlar ancak anladıkları şeyi işitir ve anlamlandırır.

6-Herkes kişisel olarak kendileri için önemli olan şeyler hakkında konuşmayı tercih eder.

7-İnsanlar kendilerinden hoşlanan insanlardan hoşlanır, güvenir ve inanır.

8-İnsanlar genellikle görünen nedenlerin dışındaki nedenlerden dolayı yaptıkları şeyi yaparlar.

9-En olgun insan bile basit davranışlarda bulunabilir.

10-Herkes toplumsal maske takar ve kişiyi görebilmek için ardına bakmak gerekir. Doyurulmamış her türlü ihtiyaç kişinin nesnel olabilme yetisini köreltir. Bir şeye,bir duyguya bir kişiye ihtiyaç duyduğuna inanan insan, ihtiyaçları doğrultusunda aldanmaya ve yalanı fark etmemeye eğilimlidir. Çünkü sübjektif ve ben merkezci hale gelmiştir. (a.g.e.s.22)

Görüldüğü gibi araştırılan ve geliştirilen bir çok yöntem kapitalizmin sürmesi, onun belirlediği sistemin yürümesi için kullanılıyor ve bu araştırmalar hiç hız kesmeden sürüyor. Emperyalizm nasıl yapıyor? Her söz açıldığında ABD’nin, AB’nin, İsrail’in ya da genel adı ile emperyalizmin kurduğu oyunlardan söz ederiz. Bir siyasal partiyi ABD’nin iktidara getirdiğinden bahsederiz ancak bunun ne olduğunu tam bilemeyiz. Kafamızda ipe sapa gelmez komplo teorileri oluşmasına ve bilgi kirliliği sonucu, bilinç bulanıklığına neden olan bir sürü “mantıklı” neden üretebiliriz. Aslında buna, bir doğrudan, (yanlış analiz sonucu) yanlış çıkarımlara ulaşmak, demek gerekiyor. Bunların çalışma yöntemleri çok açık ve basit. Üstelik de görmek istediğinizde, göstere göstere, gözümüze soka soka yapıyorlar her şeyi. Ellerindeki ekonomik güç ve medya bu konuda her kapıyı açıyor. Bir yandan bilim ve teknolojini ilerlemesi hayatı kolaylaştırırken, bir yandan da bunun sonuçları bizi adeta kör ediyor. En basitinden evlerimizdeki televizyonun, her gün satın aldığımız gazetelerin beynimizi ele geçirmesine ve bilgi kirliliği ile doğru-yanlışı karıştırmamızı sağlamasına izin veriyoruz. Toplum olarak değişik kaynakları okumuyor oluşumuz ve soru sorma, şüphelenme alışkanlığımızın olmayışı bizi aynı davranış kalıplarını gösteren ve çözülebilir özelikli bir kitle yapıyor. Her türlü bilimsel analizi kullananlar için açık hedeften başka bir şey değiliz.


Sadakayla beyinlere mesaj gönderiliyor


İlk bakıldığında hiçbir anlamı yokmuş gibi algılanan sloganlar adeta beyinleri esir alıyor ve toplumu istenilen tarafa, ürüne yönlendiriyor. Burada AKP’nin kullandığı basit bir sloganı ele alalım. Durmak yok yola devam! Bu slogan sorgulandığında hiçbir anlam ifade etmiyor gibi görünmesine karşın, her insanda yol ve hareketin farklı bir algılamasını yaratarak, kitlenin ortak talebi gibi algılanabiliyor.Yine Özal’ın dört eğilimin birleştirilmesi söylemi de öyle. Bir çok insan dört eğilimin ne olduğunu bile bilmezken adeta her eğilimin tüm düşüncelerini gerçekleştirdiği bir platform gibi algı yaratılıyor. Bireyde bunun algısı, her yolun mübah olduğu, herkesin kendini gerçekleştirebileceği şeklinde beliriyor. Bu tür hap slogan ve iletileri alan insanlar adeta büyülenmiş gibi, düşündüğünde asla yapmayacağı bir şeyi yapıp, gidip sandıkta o siyasi partiye oy veriyor. Sadece sloganlar bazında değil, siyasilerin davranışları, ortamın kullanılması gibi yollarla birlikte en çok bir şey verme ve karşılığını alma olgusu olarak kullanılıyor. Amerikan üniversitelerinin bulduğu bir yöntem de şu: Birine karşılıksız bir şey verirsen o kişi kendini borçlu hisseder ve bir biçimde bu borcu ödemeye çalışır. Bunu AKP’nin sadaka ekonomisi yaratılıyor diye küçümsenen yönteminde görüyoruz. Dağıtılan ürünlerin maddi değerinin hiçbir önem taşımadığı verdiği mesajın getirisinin çok yüksek olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bulunuyor. Kitleler içlerinde bulunan değer verilme, kendini gerçekleştirme, çoğunluktan yana olma, başarısızlığın sahiplenilmemesi, bir yerlere duydukları tepkinin birilerince ifade edilmesinin sahiplenilmesi gibi bilinen yöntemlere uygun çalışma tarzı ile adeta büyülenmiş bireyler haline dönüştürülerek aynı yöne yönlendiriliyor. Burada bu mesajları doğrudan verme görevini, gönüllü ya da gönülsüz medya üstleniyor. Tıpkı bir reklam ajansının hedef kitleyi belirlemesi, o hedef kitlenin analizini yaparak uygun mesajları bulması ve ürünü sattıracak reklamı oluşturması gibi, medya da siyasi ürünü halka (hedef kitleye)sunuyor.


Halkın kodlarını çözen yöntemler


Burada en büyük avantaj TV olmakta, çünkü günümüz insanının en büyük eğlencesi ve vakit geçirme aracı bu. Üstelik TV’nin girmediği bir tek ev bile yok. Günümüzde dizi furyasını açıklayarak ne dediğimizi de açmış olalım.Yılda onlarca dizi projesi yapılmasına karşın bunların içinden en çok çalışılmışı, hedef kitlesini en doğru belirlemiş olanı tutuluyor. Burada hiçbir ahlaki kaygı, inanç, değer güdülmediğini amacın sadece hedef kitleyi ekran başında tutmak olduğunu da söyleyelim. Bazı gerçekleri kavrayamayan kalem erbabı ise nasıl olup da bu kötü yapımların halkta tuttuğunu anlamak yerine, üstenci bir yöntemle halkı küçümseme yoluna gidiyor. Oysa halk orada müthiş bir baskılanma ve salvo altında. Kimse onlara doğrunun öğretilmesine çalışmamış. Birileri çıkmış ve algılarını analiz ederek ürününü dayamış. Bu ülkenin yıllardır kötü ürünlerle, kötü siyasetle götürülüyor olması halkın algısını anlayıp doğru ürünü,doğru siyaseti verememekten kaynaklanıyor.Bu bir basitleşme teorisi değil.Sadece gerçeği algının üstünde bir yöntemle sunmanın hiçbir etkisinin olmayacağının kabulüdür. Türkiye’nin AKP’ye mahkum gösterilmesi de AKP’nin halkın kodlarını çözen yöntemleri kullanmasından kaynaklanıyor. Hatta son dönemde kendisine liberal, aydın yaftası vuranların bu oyundan etkilenerek, oyunun öncü uygulayıcılığına soyunmalarına bakarak kitlelerin okumuş olsun olmasın nasıl aynı hapla yönlendirilebildiklerine çok açık bir örnek. Bu öylesine bir körleşme yaratıyor ki yapılan hiçbir yanlış, yanlış olarak algılanmıyor ve birkaç doğru kırıntısı da sürekli doğru yapıldığı izlenimi veriyor. Bu etkiden sıyrılmış, aklını bilincini kullanarak hareket eden insanların o kesimce nasıl algılandığı düşünülürse, gerçek daha iyi kavranır. Yanılsama kendi dilini, üslubunu, edebiyatını kuruyor ve doğrularla yanlışlar yer değiştiriyor. Bazı kesimler bunu bilinçli olarak yaparken, yarı aydınlar da cidden inanarak gönüllü savunuculuğa yönelerek, katılaşan düşüncelerini sık sık yineleyip hedef kitle haline geliyor. Tabi işin bir de ekonomik boyutu var. Sermayenin bu kesimlere akıttığı yüklü para rahat yaşamı ve toplumsal gerçeklikten uzaklaşmayı getiriyor. Gazete ve TV’lerin iki lafı bir araya getiremeyen, analiz yeteneğinden bi haber, nev-i şahsına münhasır insanlara ödediği paralar bir şeylerin karşılığı olarak veriliyor. Aksi halde bu adamların kapıda bekçi bile yapılmayacakları çok aşikar. Medya için doğruyu, gerçeği açıklayan, halkı aydınlatan namuslu insanlar çok önem taşımıyor. Bunlar hasbel kader buralarda yer alsalar bile sisteme dokundurulmuyor ve sisteme dokunma başladığında kendilerini kapı önünde buluyorlar.


Karayılan nasıl Karayılan oldu?


Sonuç olarak Peki tüm bu yöntemleri emperyalizm icad edip kendi işbirlikçilerine uygulatıyor da ne oluyor? Görüldüğü gibi hiç hak etmeyen siyasetler adeta toplumun yarısı tarafından iktidar yapılıyor. O halde bunları halkın yararına olanlar uygulayamaz mı? Elbette uygulayabilirler. Çünkü bilimin sonuçları ortada. İkna etmenin yolu ve yöntemleri biliniyorsa neden bunu uygulayarak kitleye doğru mesajlar verilmesin? Fakat burada en büyük engel, geçmişin dar kalıpları. Bu kalıplar kırılıp, çağ iyi analiz edilemezse kendini tekrar hep aynı yüzdelerde ya da azalan yüzdelerle ifade bulur. Gelişmelerin, teknolojinin iyi değerlendirilmesi, toplumun beklentilerinin doğru analizi ve uygun metotların kullanılması ki bu kalıpların kırılması demektir,başarıldığında halk için siyaset yapanlar da halktan büyük oranda destek bulurlar. Fakat söylenenlere deli saçması gibi bakıp, bildiğimde diretirim denilirse yaşanacak hezimetlere bahaneler bulunur. Bu; mağdur edebiyatı yaptılar, sadaka ekonomisi yarattılar, gereksiz çıkışlar tuttu, uluslararsı konjonktür denk geldi, halkı kandırdılar, olmayacak vaatler verdiler, son anda TV’de yapılan tartışma yanlıştı, asker o bildiriyi yazmasaydı türü hepsi de aslında doğru olan ama suçu başka yerde arayan züğürt tesellileri olarak tarihteki yerini alır. Umutlar gelecek seçime kalır ve gündemi güçlü olanın belirlediği kısır döngüde yakınma, eleştirme dışında bir şey yapamamanın çaresizliği ile uç noktalara savrulunarak halktan biraz daha uzaklaşılır. Türkiye’de siyaset yapanlara düşen en önemli şey ANAP ve AKP olgusunu yukarıda belirttiğimiz çerçevede analiz etmek ve o yanılsamalara karşı halkın doğru etkilenmesini sağlayacak siyaset dilinin, sloganların, davranış biçimlerinin hızla geliştirilmesidir ki bu rakibin elindeki silahın alınarak koşulların eşitlenmesini getirir. Uyanış çok zor değildir. Tıpkı Nazım’ın şiirinde olduğu gibi: “Karayılan karayılan olmadan önce bir tarla sıçanı kadar korkaktır”. Hiç bir şey umurunda değildir. O bir maraba bir çobandır. Ta ki Antep’liler eline bir silah verip altına bir at çekene kadar. İşte bu dönüşümün başlangıcı düz ovada bir taşın arkasındaki kara bir yılanın kafasını kurşunun uçurduğu anı görmesi ve “ibret al deli gönlüm bu taşın arkasında kara yılanı bulan kurşun seni her yerde bulur” demesiyle başlar. Yani o maraba ömründe ilk kez düşünmüştür. Bunun üstüne at ve silah gelince tarihin kaçınılmaz kahramanı çıkar ortaya. O halde halkı düşündürecek etkileyici politik dilin oluşturulması hiç de zor olmasa gerek.




Muzaffer Arslan
Odatv.com

8.2.2010

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.