26 Ocak 2010 Salı

Sözde Demokrasinin Türkiye'ye Maliyeti

.

"Demokrasi!" Ne sihirli bir kelime. Her derdin ilacı, ölümden gayrı ne varsa her derde deva, hastalara şifa, aç midelere gıda, gözlere fer, batna cila! Ne mümkün demokrat olmamak, ne mümkün onu sevmemek! Hele de ehlinin eline düşerse ne mümkün ona karşı olmak! O, bütün kirleri örten bir perde, o, insanoğlunun keşfettiği ne muazzam bir silah! O kötüleri, kötülükleri, haksızları, haksızlıkları bir anda meşru kılan ne müthiş bir kimya! Bütün haklı itirazları bir anda susturabilen ne sihirli bir kelime o!

Evet, tabiatın bütün fiziksel zorluklarının üstesinden gelmeyi becerebilen akıl sahibi insanoğlunu bir anda olduğu yerde mıhlayıp, zihinlerini anında dondurup ona başeğdirebilen yegâne kuvvet: Demokrasi!

İnsanoğlunun kendi eliyle yaptıklarına tapmak gibi çok eskilerden kalma bir sabıkası var. Bu alışkanlığından da kolay kolay vazgeçecek gibi görünmüyor ama daha vahimi olanı da şu ki; bugün kendi yaptığına değil, başkalarının dayattığına kucak açıp, baş eğiyor ve putu yapanlardan küçük bir takdir duyabilmek için olmadık şekillere girmeye can atıyor. Bu saflığa bıyık altından gülen bir avuç uyanığın ellerini keyifle ovuşturup bu safların ceplerine uzatmaları ve koyunlar gibi bekleşen bu mebzul miktardaki saftirik yığınlar için göz kırparak tanrılarına teşekkür ettiklerini tahmin etmek çok zor olmasa da, sözü daha fazla uzatmadan, içinde bulundukları durumun tahlilini yapmaktan ısrarla imtina edip, adına demokrasi denen o efsunkâr perinin sihirli değneğinden medet ummakla ömür geçiren dünyadaki yığınlardan kendi hissemize düşen kısmına yüzümüzü çevirelim. Bu konuda, daha önce de değerli fikirlerini sizlerle paylaştığım değerli hocam Prof. Çetin Yetkin'in tahlilleri ile sizi baş başa bırakayım. Buyrun:

"TÜRKİYE, Batı tipi demokrasi ile 1946 yılında tanıştı. İşin gerçeği aranırsa, 1945’in iç ve dış koşullarında İsmet İnönü’nün çok partili “demokrasi”ye geçmekten başka seçeneği de yoktu.



O günden bu yana da başta ABD olmak üzere Batılı devletler hep Türkiye’de daha çok demokrasi isteyip duruyorlar, hele bugünlerde AB bu konuda dayatmalarda bulunuyor.


Pekiyi, hiç düşündünüz mü bu “demokrasi” Türkiye’ye nelere mal oldu?


Kestirmeden söylersek, demokrasinin bize maliyeti bugünlerde içinde süründüğümüz içler acısı durumdur!...


Ta başından beri göremediğimiz gerçek, bize demokrasiyi dayatan ülkelerin emperyalist devletler olduğuydu. Hâlâ bu gerçeği büyük çoğunlukla göremiyoruz.


Bakın, daha demokrasiye geçiş aşamasında Amerika ne gözle görülmüş, önce “Atatürkçü!” Falih Rıfkı Atay’ya kulak verelim:


“Amerika’nın ne istediğini biliyoruz: Hür, eşit ve egemen milletlerin ortaklaşa güvenliğine dayanan, harpsiz saldırışsız sadece ahlâk ve kanun, bağlaşma ve anlaşmaların hüküm sürdüğü bir dünya! Böyle bir dünyada yaşamak isteyen herkes Amerikan bayrağında kendi talih yıldızını görür.”


(“Vatan’a Cevap”; Ulus gazetesi, 3 Eylül 1945)


Bu da “solcu!” Zekeriya Sertel’den:


“Amerika’nın başka milletlere yardım siyaseti, şimdiye kadar bildiğimiz emperyalizm siyasetine dayanmaz.

(“Türkiye’nin Amerika İle Münasebetleri”; Tan, 15 Ekim 1945)


“Amerika’nın tek hedefi dünya sulhünü kurtarmaktır.”


(“Dünya Sulhünde Amerika’nın Rolü”; Tan, 30 Ekim 1945)


İşte, böyle aymazlıkla 1946’dan başlayarak ülkede o zaman adına “demokratikleşme” denen süreç başladı.


Gerçekte, o günlerin yazar çizerleri gözlerinin önündeki gerçeği görmek istemiyorlardı, belki de içlerinden kimileri satılmıştı. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi...


Görenler olmadı mı? Oldu. Ama onlara uygun görülen yer, cezaevleriydi. Tıpkı bugünlerde olduğu gibi...



Çöküş “demokrasi” ile başladı


BİLMEK gerekir ki, emperyalizm uzun vadeli planlar yapar, çoğu zaman hedefine adım adım ve olanak buldukça ilerler. Bu gerçeğin en somut kanıtlarından biri, daha CHP iktidarda iken ve İsmet İnönü’nün sağladığı kolaylıklarla hazırlanan, kurul başkanının adından dolayı Barker Raporu olarak adlandırılan belgedir. Bu rapor, İsmet İnönü tarafından hazırlattırılmış olmakla birlikte, 14 Mayıs 1950 seçimlerinde iktidar değişikliği olduğu için DP hükümetine, Başbakan Adnan Menderes’e verilmiştir. Dünya Bankası uzmanlarının bu raporuna göre: Türkiye’de ağır sanayi kurulmamalıdır. Demiryolu yapımından vaz geçilmeli karayolu yapılmalıdır. Devletçilik uygulamasına son verilmelidir. İktisadî devlet kuruluşları ortadan kaldırılmalıdır ama bunun siyasal ve toplumsal sonuçları olacağı için uygun zaman ve zemin kollanmalıdır. Yabancı sermayenin önündeki engeller ve kısıtlamalar kaldırılmalı, koşullar çekici duruma getirilmelidir.(The Economy of Turkey, An Analysis and Recommendations for A Development Program; John Hopkins Press (ABD), 1951)


Batılı ülkeler için Türkiye’de demokrasinin ekonomik uygulamaları işte böyle olmalıydı.


Hemen belirteyim ki, Süleyman Demirel’e bu rapor için ne diyeceğini sorduğumda şu yanıtı almıştım:


“Batı, Türkiye’nin sanayileşmesini istememiştir... Barker raporundaki bakış açısı da odur... Ama Türkiye, 50’li, 60’lı ve 70’li yıllarda bunu dinlemedi, sanayileşmeyi geniş çapta yaptı, Tabiî henüz o sanayileşmenin eşiğindeyiz, ama o rapora bakılsaydı Türkiye’nin elinde bugünkü sanayi olmazdı...

(Çetin Yetkin: Türkiye’de Askeri Darbeler Ve Amerika; 4.basım, Y.Anadolu Ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk yyn., Antalya, 2007, s.114-115)


Demirel’in ne zaman Türkiye kendi ayakları üzerinde durma aşamasına gelse bir askerî darbe olduğu yargısını ise hiç de yabana atmamak gerekir.


(Güneri Civaoğlu: “12 Mart’ı Demirel Anlatıyor”; Tercüman, 19 Mart 1978)


Evet, Atatürk döneminde bugünkü anlamıyla demokrasi yoktu ama dünyanın en hızlı kalkınan ülkelerinden biriydik, hem de 10 yıl süren savaşlardan çıkmış, yanmış yıkılmış bir ülkede. Dış borç almıyorduk, tersine, Osmanlı’dan kalan borçları ödüyorduk. Hiç kimse yabancı devlet başkan ve adamlarının kapısında yardım dilenmiyordu, tersine, onlar Atatürk’ün ayağına geliyorlardı. Türk’ün başı dikti, göğsü gurur doluydu. Ama bir de demokratikleşe demokratikleşe içinde sürüklendiğimiz şu duruma bir bakın!..


Evet, hiç düşündünüz mü, dünyayı sömüren Batılı emperyalistler hedef ülkelerde neden demokrasi olmalı diye tuttururlar? Neden serbest piyasa ekonomisi olmadan demokrasi olmaz derler?


Bu yazıyı okuyunca benim demokrasiye karşı olup olmadığım aklınıza gelebilir. Bu tür bir yabancı dayatması demokrasiye elbette karşıyım. Çünkü, uygulanan rejimin adı demokrasidir ama kendisi antidemokratiktir.


Gerçek demokrasi nasıl olur, onu da bir başka yazıya bırakayım. "




17.12.2008  / ÇETİN YETKİN / Müdafaa-i Hukuk Yazıları

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.