23 Kasım 2009 Pazartesi

"SADAKAT" AMA HANGİ DAVAYA?

"Bu yazı; vatanlarına karşı kendilerini borçlu hisseden ve bu bakımdan takdir edilmesi gereken genç insanların iyi niyetlerini istismar eden ve gerçek niyetlerini ustalıkla gizleyerek, Türk gençliğinin gücünün asli görevlerini yerine getirmesini engelleyenlere karşı Türk gençlerini yeniden düşünmeye davet eden bir sesleniştir."



Sözüm, akılları bloke edecek kadar güçlü bir etki yapabilen, vatana ve millete sadakatı, bir partiye, bir siyasetçiye sadakatle bir tutabilen bu yapının "mağdur"larınadır! 

Söyleneni değil söyleyeni eleştirmek bu sendromun en bariz belirtilerindendir. Bu şuna benzer ki; insan vücudunu hasta eden şey kendisi değil, o vücuda giren mikroptur. 

Şimdi hemen sormak lazım: Hastalıkla mücadele hastayla mücadele anlamına nasıl gelebilir?

Bu bakımdan, söylenenlerin ne olduğuna bile bakmaksızın, söyleyene derhal hakaret etmek, söz konusu vatan olduğunda daha bir yıkıcı ve yaralayıcı olmaktadır. O halde; burada söyleyeceklerim ne şahsıma bir menfaat sağlamak için söylenmiş, ne de bir parti ya da bir grubun menfaati için söylenmiş sözlerdir. Sadece ve sadece vatan ve milletin menfaatini gözetmek için söylenmiş sözlerdir.

Gelelim sadede:

“İnandıklarım nedir?” onu daha önce şöyle yazmıştım:
“Bütün iyi niyetinizle ve "kişiyi kendiniz gibi bilerek" onu destekleyebilir, vatanın selameti adına onunla birlikte yürümeyi gerekli görebilirsiniz. Ancak, gün gelir; o çok değer verdiğiniz insanlar bir de bakarsınız ki, hiç de sizin düşündüğünüz ve anladığınız manada insanlar değil! O zaman, namuslu, dürüst, akıl, vicdan ve izan sahibi her insan gibi derhal bu tür insanlardan uzaklaşır ve desteğinizi çeker ve tavrınızı koyarsınız. Çünkü bu ayıp sizin değil kendisini sizlere farklı gösterenlerindir.

Bu bakımdan, gerçekler bütün açıklığı ile ortaya çıkmışken bile, daha hala kör bir "inat"la bu tiplerin arkasından gitmeyi bir marifet bellemeyi "davaya sadakat" zannetmek, esas davasının ne olduğunu unutmuş insanların işidir!

Artık ne olup ne olmadıkları milletçe malum olanlardan vazgeçmeyi nefislerine kabul ettiremeyenlere de daha fazla söyleyecek bir sözümüz yoktur. Çünkü bizim vazgeçemeyeceğimiz tek şey, yapıp ettikleriyle tarihe mal olmuş ve milletinin başına taç, gönlüne taht kurmuş olanlara saygı ve hürmet ve onların işaret ettikleri yoldan bir milim bile sapmadan ilerlemektir. Bizi bu yolumuzdan alıkoyup, oyalayarak bize vakit kaybettirmek ve hedef saptırmak isteyen babamız dahi olsa yanımızda bir değeri yoktur!

Vazgeçemeyeceklerimiz; bayrağımızdır, vatanımızdır, milletimizdir, Ata'mızdır, bağımsızlığımızdır, keza Allah’ımız ve kitabımızdır!

Şimdi herkes lütfen kendine sorsun: Mevzubahis vatan olunca vazgeçemeyeceğiniz şey nedir?

- Canınız mı, malınız mı, evladınız mı?

- Elbette hepsi, değil mi!

Peki hal böyleyken; icap ettiğinde canımızdan bile vazgeçeriz ama hangi yanlışı yaparsa yapsın, bilerek bilmeyerek vatanı tehlikeye sürükleyecek ne kadar tutum ve davranış varsa sergilesin partimizden, lider bellediklerimizden vazgeçemeyiz, onların her türlü yanlışının bekçisi olmaya kendimizi adarız demenin veya o anlama gelecek davranışlar sergilemenin manası ne?

Vatanı için düşünmeden canından bile vazgeçmeye hazır olanlar böyle bir yanlışta nasıl ısrar edebilirler!

“Şeyhülislam fetvasıdır; Yunan’a karşı gelinmez, Mustafa Kemal ve arkadaşları gibi rütbelerini kaybetmiş bir takım başıbozuk eski askerlerin sözüne itibar etmeyin” diyenlere kananlardan ne farkımız kalır?

Bakın, bunları; ne bir hakaret kastıyla, ne kimseyi rencide etmek amacıyla ve ne de nefsimi rahatlatmak amacı ile söylüyorum. Bu gerçekleri sarsıcı bir şekilde söylemenin artık bir zaruret haline geldiğini gördüğüm için söylüyorum. Artık bazı şeyleri anlamalı, kamyoncu sloganlarını bir kenara bırakarak gerçekleri bütün çıplaklığı ile görmeli diye söylüyorum! Bunları söylemek ve anlamak bizim ne ülkücülüğümüze, ne milliyetçiliğimize ne de vatanseverliğimize halel getirir, aksine bir takım çapsız adamların o büyük ülküye layık olmadıklarını, bizim de bu tuzaklara düşmeyeceğimizi gösterir.


Görmemiz gereken bir şey varsa, o da işte budur!


...

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.