17 Ekim 2009 Cumartesi

Teminatlarımız ve Güvencemiz!

.
















Bu parti ve zihniyetlerin basiretsizlikleri nedeniyle Türkiye'nin başına musallat ettikleri dertlerden sadece biri olan türban konusu da dâhil olmak üzere kökten bir çözüm istiyorsak sorunlara kaynak olan bataklık ve ona su taşıyan kollar kurutulmalıdır.

AKP ve MHP hem sükûneti sağlamak hem de türban düzenlemesini savunmak için çeşitli dayanaklar öne sürdüler:


"AK Parti Hükümeti, Cumhuriyetin de demokrasinin de laikliğin de hukuk devletinin de teminatıdır, koruyucusudur". (Erdoğan, 29 Ocak 2008)

"MHP din ve vicdan özgürlüğü ile laikliğin teminatı, savunucusu ve koruyucusudur." (Bahçeli, 5 Şubat 2008)

AKP ve MHP'nin "biz laikliğin teminatıyız" demesi trajikomik gelmiş olmalı ki başta yargı olmak üzere üniversitelerden meslek örgütlerine, sivil toplum örgütlerinden rejime bağlı aydınlara kadar hiçbir kesim bu sözlere itibar etmedi, açıklamalar ardı ardına geldi…

Nasıl itibar edilsin ki!

"Demokrasinin teminatıyım" diyen AKP, -son uygulamasıyla- dini inancı öne sürerek bir kesime "ayrıcalık" vermek istemiyor mu? Kendi gibi düşünmeyen bürokrat yerinde kalabilmekte midir? Bırakın parti içinde muhalefet yapılabilmesini, AKP'ye muhalif yayın yapabilen kaç medya kuruluşu kaldı? AKP, kendine muhalif kişiye, kuruma yaşama şansı tanımakta mıdır? Görülmüş müdür? Yakınan köylüsünü "ananı da al git lan" diye kovan, ama kentte, köyde, mecliste, "yağma kültürünün" en ince maharetlerini göstermekten çekinmeyen bu "feodal kafanın demokrasi anlayışı"na güvenmek ne derece mümkündür!

AKP sadece demokrasinin teminatı olduğunu iddia etmiyor…"Laikliğin de teminatıyım" diyor. Ancak işin trajikomik yanı, AKP Genel Başkanı Erdoğan "Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etme" suçu sabit görülerek 10 ay hapis cezasıyla hüküm giymiş, 4 ay da cezaevinde yatmış bir sabıkalıdır! İşte karşınızda laikliğin teminatı olan Erdoğan!

(1998 yılında aldığı ceza nedeniyle bitti denilen siyasî yaşamı CHP lideri Baykal'ın attığı "ip" sayesinde kurtulmuştu. Siyasilerimizin ip atma geleneğinin ne denli köklü olduğunu göstermesi açısından not edilmesi gereken bir detay)

Ayrıca AKP, "hukukun teminatı" olduklarını da iddia ediyor. İddia ediyor ama bir yandan da "Adli ve İdari Yargıda Hâkim ve Savcı Adaylığı Yazılı Sınav, Mülakat ve Atama Yönetmeliği"nde yaptıkları değişiklikle yeni hâkim ve savcı adaylarını "mülakat" ile seçmeye kalkıyor! Bu uygulamanın kadrolaşmayı amaçlamadığı iddia edilebilir mi? Bu uygulamanın amacı bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü yerine "AKP'ye bağımlı bir yargı ve parti çıkarlarının üstünlüğü" değil de nedir? (Yönetmeliğin uygulanması Danıştay tarafından durdurularak Anayasa mahkemesine başvuru kararı alındı, süreç hâlâ sonuçlanmadı…)

Ya MHP? MHP'nin "teminatları ve samimiyeti" AKP'den çok mu farklı?

Taahhüt ettiği halde İmralı'daki bebek katilini asamayan MHP, üstüne üstlük asılmasını engelleyen düzenlemelere de imza atmadı mı? MHP lideri Bahçeli, herhalde artık bu vicdani sorumluluğu taşıyamadığına kanaat getirmiş olmalı ki millet tarafından bebek katilini asması için verilen yağlı urgandan kurtulmayı tercih etmiştir. Atmış, kurtulmuş, eli ve vicdanı rahat bir şekilde PKK'lı teröristleri mecliste ayakta karşılamaya durmuştur! Meclise giren bölücüler ile muhabbetini de "erdem" saymış, bu tavrını eleştirenlere kızıp köpürmüştür!

Bir Örnek: İkiz İhanet Yasasına Üçüz Onay


"CHP Türkiye'nin geleceğinin güvencesidir" (Baykal)

Hatırlayalım… "İhanet Yasaları" olarak bilinen 37 yıl boyunca Türkiye'nin imzalamadığı "İkiz Yasalar" MHP-DSP-ANAP koalisyon döneminde imzalanmıştı. Hükümet ortağı olarak meclise sevk edenlerden biri de MHP Genel Başkanı Bahçeli'ydi.

Yasa, birkaç MHP'li milletvekilinin çabasıyla, altında Bahçeli'nin imzası olmasına rağmen komisyonda reddedilmişse de, yeni kurulan AKP hükümeti döneminde Başbakan Abdullah Gül tarafından tekrar meclise getirilmişti.

Genelkurmay'ın, "Bu sözleşme, hiçbir kurum, hiçbir devlet, grup ya da kişi tarafından Birleşmiş Milletler kuruluş amaç ve ilkeleri bağlamında ulusal birlik ve bütünlüğe aykırı yorumlanamaz" şeklinde çekince konulmalıdır önerisi ise yasanın ruhuna aykırı bulunarak reddedilmiş, sonunda da "CHP'nin tam desteği ile" meclisten geçirilmişti!

Peki, MHP'nin imzasıyla gelen, AKP ve CHP'nin desteğiyle 2003'te yürürlüğe giren İkiz Yasalar olarak da bilinen "Medenî ve Siyasî Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme" neleri öngörüyordu?

Madde 1:

1. Bütün halklar kendi kaderlerini tayin etme hakkına sahiptirler. Bu hak gereğince halklar, kendi siyasal statülerini özgürce kararlaştırırlar ve ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmelerini özgürce sağlarlar.

2. Bütün halklar, kendi amaçları doğrultusunda, (…), kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilirler. Bir halk, hiç bir durumda, kendi varlığını sürdürmesi için gerekli olan kendi olanaklarından yoksun bırakılamaz.

3. (…) Sözleşme'ye Taraf Devletler, Birleşmiş Milletler Şartı'nın hükümleri uyarınca, halkların kendi kaderlerini tayin etme hakkının gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaklar ve bu hakka saygı göstereceklerdir.

Madde 2:

1. Bu Sözleşme'ye Taraf her Devlet, (…) her türlü uygun yöntem vasıtasıyla, bu Sözleşme'de tanınan hakların tam olarak kullanılmasını aşamalı olarak sağlamak amacıyla tedbirler almayı taahhüt eder.

3. Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, (…) kamu makamlarınca kurulmuş okulların dışında, Devletin koyduğu ya da onayladığı asgari eğitim standartlarına uygun diğer okulları seçme özgürlüğüne ve çocuklarına kendi inançlarına uygun dinsel ve ahlaki eğitim verme serbestliklerine saygı göstermekle yükümlüdürler.


Partilerin Vitrinindeki Misyonlar ve Zıttı Uygulamalar!

MHP imzasını taşıyan antlaşma maddelerine bakıldığında, MHP'nin tekeline almak istediği, kalesiyiz dedikleri "Türk Milliyetçiliği"nin, "Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür" ilkesini kapsamadığı yargısına rahatlıkla varabiliriz! Çünkü imza attıkları antlaşmanın 1. maddesinin "Türk Milliyetçiliğiyle" bağdaştırılabilecek bir yanı olmadığı gibi, doğrudan Türk varlığının bütünlüğüne kastedilmektedir. Antlaşmaya göre "ülke de millet de rahatlıkla bölünebilir, hâttâ antlaşmaya göre bu kolaylaştırılmalıdır"!… Anlaşılan, bizim bildiğimiz Türk Milliyetçiliği'yle "MHP tipi Türk Milliyetçiliği"nin arasında büyük farklar var… "MHP Tipi Türk Milliyetçiliği'nde Türk varlığının bölünmez bütünlüğünü korumak gibi bir kaygı da yok iddia da yok!"

Akla gelebilir, peki, "CHP tipi Demokratlık", "CHP tipi Atatürk Milliyetçiliği", "CHP tipi Laiklik", içlerinde geçen kavramlarla örtüşen kaygılar taşıyor mu? Yasanın meclisten CHP ittifakıyla geçişine ve CHP'nin en parlak kurmaylarının cansiperane savunmalarına, itirazları safsata olarak değerlendirmelerine bakarsak CHP cephesinde de herhangi bir kaygı yoktur!

Bugünlerde "laiklik laiklik diye en çok dövünen" CHP, yasaya onay vermekte hiç bir sakınca görmediğine göre demek ki antlaşmada geçen "dinsel ve ahlaki eğitim veren okullar" "CHP tipi Laiklik" ilkesiyle bağdaşıyor!

Ayrıca AKP, CHP ve MHP, anlaşmada geçen "halkların(?) kendi amaçları doğrultusunda, kendi doğal zenginlik ve kaynaklarından özgürce yararlanabilmesi" maddesinden Türk egemenliğinin pekiştirileceği, millî bütünlüğümüzün güçlendirileceği anlamını çıkarmış olmalılar!

Teminat(!) olduğunu ileri süren bu partilerin söylemleri ve uygulamaları arasındaki zıtlığı İkiz Yasalarda öngörülen uygulamalarla örneklendirerek sorgulamamız, kalbimizin kötülüğünden olsa gerek!

Birbirlerinden Farkları Var Mı?

(Kürtçeyi kastederek) "Vatandaşın artık kendi dilini bilmesi ve öğrenmesi kaçınılmazdır" diyen CHP ile yeni anayasa taslağında "Kürtçeyi yabancı dil kapsamında kabul ederek eğitim yapılabilmesinin önünü açmak isteyen" AKP'nin farklı hedefleri olduğu iddia edilebilir mi? Bu yaklaşımlar, çok parçalı etnik yapıyı tek millete yeğlemenin sonucu değil midir?

Bahçeli, "Kürtçenin eğitim sistemine bir şekilde girmesi, PKK'nın siyasi projesinin öncelikli hedefidir" dese de, oy uğruna, Diyarbakır İl Başkanı'na "Eline MHP bayrağını al, git Kürtçe oy iste" demesi, Bahçeli'nin ne kadar ilkeli olduğunu göstermiyor mu? Oy için Türkçe yerine Kürtçeyi tercih edebilmesi "uygulama aşamasında" ne yapacağı konusunda sağlam bir fikir veriyor…

Ayrıca Erdoğan'ın, Bahçeli'nin, Baykal'ın ağızlarından eksik etmedikleri "Kürt, Laz, Çerkez, Gürcü, …" safsataları da Türk Milleti'nin "farklı etnik kökenli(?) halklardan(?)" oluştuğunu iddia etmeleri de Türk Milleti'nin tekliğine, bütünlüğüne ve bölünmezliğine yönelik tehdit değil midir?... Milleti'nin egemenliğine ortak koşmak değil de nedir?

CHP ve MHP'nin Türkiye'nin AB köleliği -pardon üyeliği- konusunda AKP'den farklı düşünceleri mi vardır? Tam aksine, iki parti de Türkiye'nin AB köleliği sürecini durduracak veya ortadan kaldıracak olumsuz tek söz etmemekte, kölelik sürecini desteklediklerini parti programlarına almaktadır. Aynı AKP gibi!

CHP ve MHP'nin Kıbrıs politikaları "uygulamada", AKP'den farklı mıdır? 1999 seçim beyannamesine "Kıbrıs'ın bir Yunan adası haline dönüştürülmesine de hiçbir şekilde izin verilmeyecektir" yazan MHP, 10 Aralık1999 Helsinki zirve kararlarına olur vermiş, Türkiye'nin Kıbrıs politikasında en büyük tavize imza atmış, Rum Yönetimi'nin AB üyeliğine yeşil ışık yakmıştır! Benzer bir taviz de AKP'den gelmiş, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'ne Türk limanlarının açılmasını öngören ve KKTC'yi yok sayarak Rum Yönetimini "Kıbrıs" olarak tanımlayan "Ek Protokol" onaylanmıştır. Bu tavizler farklı bakış açılarının ürünü olabilir mi? Sözler yerine uygulamalar değerlendirildiğinde aralarındaki şaşırtıcı benzerlik dikkat çekicidir… Bu süreçte CHP'nin tek farkı, "biraz daha pazarlık edebilirdik" demesindedir!

AKP sayesinde 480 Milyar Amerikan dolarına ulaşan borcumuzun altından nasıl kalkılacağı konusunda CHP ve MHP'nin ürettikleri ya da bir çözüm üretebileceklerini gösterir bir işaret var mıdır? Yoksa Türkiye'nin yeraltı, yerüstü, insan, vb. her türlü öz kaynağını seferber edecek ekonomi politikaları, projeler üretmişler, katkıda bulunmuşlar, bunlara dayanarak millî ekonomik çıkarlarımızı korumuşlar, ekonomimiz gelişmiş-güçlenmiş de biz mi duymadık?

AKP gibi aynen CHP ve MHP de özelleştirmeyi savunmuş, parti programlarına almıştır. Yıllar içinde tarım ve yerli üretime darbe vuracak her türlü düzenleme yapılmış, ithalat her dönemde artmış, istihdam yaratılmamış, yerli sermaye yerine küresel sermaye sanayi üretimine hâkim olmuştur. Bu süreçte halkın bankalara borçlanarak yaşaması, yeşil kart, gıda ve kömür yardımı ile yaşamak yeni bir "kültür" haline gelmiştir!

"Söz ve özlerdeki bu çarpıklığı" pekiştirmek için AKP, CHP ve MHP'nin yıllar içinde artık akıl almaz boyutlara ulaşmış onlarca uygulamasını, sözde teminatlarını, sahte günlük söylemlerini uzun uzadıya sıralamak da eleştirmek de mümkün…

Şimdi soralım, AKP, CHP ve MHP; "Türk milletinin geleceği için teminat olabilecek ehliyete, samimiyete, ciddiyete, öngörüye, gerçekçiliğe ve millî onura sahip midir?"

Eğer bu nitelikleri taşıyorlarsa;

• -İşin boyutlarının ne denli büyük ve tehlikeli olduğunu göstermek için örnek olarak ele aldığımız- "İkiz İhanet" belgesinde parmak izleri neden vardır?

• Neden özüne, Türk Milleti'ne değil de AB-D'ye dayanmaya, yamanmaya çalışmaktadırlar?

• Söyledikleriyle uygulamaları neden bir türlü örtüşmemektedir?

• Neden Türk Devlet'ini ve Türk Milleti'ni tasfiye etmeye çalışmakta ya da bu sürece katkıda bulunmaktadırlar?

• Eğer "bu gemi artık yüzmez, batmaktadır, tek kurtuluş da bu yollardır" diye bir umutsuzluğa teslim olmuşlarsa; neden kaptan köşkünü işgal etmiş, kapıları da kilitlemiş hâlâ orada oturuyorlar?

• Neden Türk Milleti'ni kendi basiretsizliklerine ortak olmaya mahkûm ediyorlar?

Türkiye'nin sarpa sarmış iç ve dış sorunlarını bir kenara bırakıp, her ne amaçla olursa olsun türbanın ardına düşmek, buna alet olmak gerçek gündemin göz ardı edilmesinde, yani suça ortak olmak değil de nedir?

Renkli kayıkçı kavgalarına sahne olan ülkemizde; "aldatılan, acıyı çekecek olan", sonuç itibarıyla türban gibi sahte tartışmalardan -hangi kesim baskın çıkarsa çıksın- "gerçek gündemiyle maddi ve manevi her türlü bedeli ödeyecek" olan yine Türk Milleti'dir.

Her ne kadar AKP'nin rejim düşmanı sahte peygamber Fetullah güdümündeki F-Tipi sahte dindarlığı, CHP'nin rejime ikiyüzlü bağlılığı ve sahte laiklik anlayışı, MHP'nin ne olduğu bir türlü anlaşılamayan tuhaf milliyetçiliği toplumu uyuşturup, acıyı bir müddet daha derinden duymasına engel olsa da gerçek sorumluların ta kendileri olduğu gerçeğini asla değiştirmeyecektir!

AKP'nin de CHP'nin de MHP'nin de bu millet ve bu ülke için üretebileceği hiç bir değer yoktur!

Küresel sistemin sıradan bir dişlisinden öte bir şey değillerdir! Ağızlarından farklı sözler çıksa da uygulama aşamasında böyle olmadığı defalarca kanıtlanmıştır. Hiçbiri rejimin teminatı olamayacağı gibi, ülkenin, milletin birliğinin teminatı da olamaz. Çünkü doğrudan Türk siyasî, ekonomik, hukukî ve toplumsal varlığına yönelik her türlü olumsuz uygulamaya birlikte veya ayrı ayrı farklı dönemlerde defalarca imza atmışlardır, sabıka dosyaları oldukça kabarık, suçları sabittir.

Özetle; içinde yaşadığımız siyasî, ekonomik, hukukî ve toplumsal sorunlarımızın temelinde işte bu zihniyetler vardır.

Eğer hâlâ; boğazımıza kadar battığımız sorunlarda bu işbirlikçi, ikiyüzlü parti ve liderleri ile zihniyetlerinin hiçbir payı olmadığına, onların, bizi ve ülkeyi düzlüğe çıkarabileceğine inanabiliyorsak; İkiz Yasalar, Vakıflar yasası gibi ihanet belgeleriyle AB-D kölelik sürecini memnuniyetle karşılamalı, "vicdan ve onurumuzu bir kenara bırakıp, şikâyet etmeden, neye mahkûm ederlerse ona razı olmalıyız"…

Bugün türban konusunun aşıldığını düşünsek bile, AB-D üyelik kölelik sürecine hizmet etmiş, imza atmış, parti programlarına almış bu partilerden, Türkiye'nin bu sürecin dışında tutulup, sömürülmesine ve bölünmesine karşı çıkmalarını bekleyemeyeceğimiz gün gibi ortadadır. İmzalayıp onayladıkları "İkiz İhanet Yasaları" gibi onlarca antlaşma, sözleşme ve protokol de ortadadır… O gün imza atıp, onaylayanlar bugün bu yaptırımlara karşı çıksa bile samimi olabileceklerini düşünülebilir miyiz?


Sivrisinek Avlamaktansa Bataklığı Kurutmak!

Bu parti ve zihniyetlerin on yıllar süren basiretsizlikleri nedeniyle Türkiye'nin başına musallat ettikleri dertlerden sadece biri olan türban konusu da dâhil olmak üzere kökten bir çözüm istiyorsak bu sorunlara kaynak olan bataklık ve ona su taşıyan kollar kurutulmalıdır.

Ancak bu, seçimden seçime demokrasicilik, iktidarcılık, muhalefetçilik, darbecilik oynama ile olacak iş değildir. Dinci cemaat yaşamı hasretiyle kavrulan küresel kukla AKP, Atatürk ilke ve devrimlerinin sahte savunucusu CHP, ona buna ip atıp kurtarmak dışında DTP'li bölücüleri ayakta karşılamayı erdem sayan, boş kalan vaktinde AKP'ye payanda olan MHP ile gidilecek yollar gidilmiş, görülecek her şey görülmüştür…

Bu parti ve zihniyetlerden -artık bölücü teröristler de dâhil olmak üzere- mecliste yuvalanıp "İkiz İhanet Yasaları'na", "Ek Protokol'e", "Türbana", vb. onay vermeleri dışında ülke ve millet bütünlüğüne hizmet edecek hiçbir şey beklenemez!

Yol Burada Bitmiştir!

Acıdır, ama artık hem sorup hem yanıtını verecek cesareti, onuru göstermemiz gerekiyor!

"Bu meclis Türk Milleti'ne hizmet etmekten uzaklaşmamış mıdır?


Artık iş yapamaz durumda değil midir?"

Daha ne kadar görmezden gelip karnımızdan konuşmaya devam edeceğiz?

Bu aşamada Türk aydınına tarihî görevler düşmektedir. Bir an önce Türk aydını günlük korkularını yenerek tarihin kendilerine yüklediği "öncü olma sorumluluğunu" yerine getirmelidir…

Gerçek Türk Millî İradesi açıkça ve güçlü olarak ortaya çıkartılmalı, Türkiye ve dünyaya ilân edilmelidir.

Türk Milleti'nin geleceğinden kaygı duyan, her kesimden, aynı ortak payda etrafında toplanacak Türk aydınları, gerçek "Türk Millî İradesini"; kişisel hırslarından arınmış, tarihî ve millî bir görevi yerine getirmenin verdiği cesaret, heyecan ve olgunlukla Türk Milleti'nin karşısına çıkmalı, öncelikle; millet olarak içine düşürüldüğümüz durumu, sorumlularını ve karşı karşıya kaldığımız yakın uzak tehlikeleri tüm çıplaklığıyla, korkusuzca, hep bir ağızdan tek yürek ve tek akıl olarak Türkiye ve dünyaya ilân etmelidir!

Bu "irade" milletimiz tarafından bu hissedilmeden bir mücadelenin başlaması olanaksız olduğu gibi, geçen süre zarfında "uzaktan kumandalı kontrol gruplarının" günlük eylemleriyle insanımızın oyalaması, aldatması çok uzak bir olasılık değildir.

Bir Türk aydınının, sorumluluğu tüm gerçekleriyle sırtlamak için bir ertesi günü ya da bir başka gelişmeyi beklemesi şifâ niyetine kendini aldatması olur! Tevfik Fikret ne demişti: "Ebedî bir şifadır aldanmak!"


Son Söz

Eğer bir mücadele verilecekse -hâttâ bazı görüş sahiplerine göre kan bile akacaksa- sahte değerler uğruna, kayıkçı kavgası yapan ikiyüzlü küresel kukla olmuş partiler ve basiretsiz politikaları için değil doğrudan doğruya öz be öz bize ait egemenliği kendi ellerimize almak için verilmelidir.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi:

"Hâkimiyet (Egemenlik) ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile münakaşa ile verilmez.

Hâkimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır."

AKP, MHP ve CHP ve bölücü DTP'nin tarih ve millet önünde verecekleri hesap, gerçekten çok yaman olacaktır!

Kimsenin bu Cumhuriyetin kanla, irfanla kurulduğundan şüphesi olmasın!



12 Şubat 2008 Salı  /  heddam.com

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.