17 Ekim 2009 Cumartesi

Teminatlarımız ve Güvencemiz!

.
















Bu parti ve zihniyetlerin basiretsizlikleri nedeniyle Türkiye'nin başına musallat ettikleri dertlerden sadece biri olan türban konusu da dâhil olmak üzere kökten bir çözüm istiyorsak sorunlara kaynak olan bataklık ve ona su taşıyan kollar kurutulmalıdır.

AKP ve MHP hem sükûneti sağlamak hem de türban düzenlemesini savunmak için çeşitli dayanaklar öne sürdüler:


"AK Parti Hükümeti, Cumhuriyetin de demokrasinin de laikliğin de hukuk devletinin de teminatıdır, koruyucusudur". (Erdoğan, 29 Ocak 2008)

"MHP din ve vicdan özgürlüğü ile laikliğin teminatı, savunucusu ve koruyucusudur." (Bahçeli, 5 Şubat 2008)

AKP ve MHP'nin "biz laikliğin teminatıyız" demesi trajikomik gelmiş olmalı ki başta yargı olmak üzere üniversitelerden meslek örgütlerine, sivil toplum örgütlerinden rejime bağlı aydınlara kadar hiçbir kesim bu sözlere itibar etmedi, açıklamalar ardı ardına geldi…

Nasıl itibar edilsin ki!

"Demokrasinin teminatıyım" diyen AKP, -son uygulamasıyla- dini inancı öne sürerek bir kesime "ayrıcalık" vermek istemiyor mu? Kendi gibi düşünmeyen bürokrat yerinde kalabilmekte midir? Bırakın parti içinde muhalefet yapılabilmesini, AKP'ye muhalif yayın yapabilen kaç medya kuruluşu kaldı? AKP, kendine muhalif kişiye, kuruma yaşama şansı tanımakta mıdır? Görülmüş müdür? Yakınan köylüsünü "ananı da al git lan" diye kovan, ama kentte, köyde, mecliste, "yağma kültürünün" en ince maharetlerini göstermekten çekinmeyen bu "feodal kafanın demokrasi anlayışı"na güvenmek ne derece mümkündür!

AKP sadece demokrasinin teminatı olduğunu iddia etmiyor…"Laikliğin de teminatıyım" diyor. Ancak işin trajikomik yanı, AKP Genel Başkanı Erdoğan "Halkı sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik etme" suçu sabit görülerek 10 ay hapis cezasıyla hüküm giymiş, 4 ay da cezaevinde yatmış bir sabıkalıdır! İşte karşınızda laikliğin teminatı olan Erdoğan!

(1998 yılında aldığı ceza nedeniyle bitti denilen siyasî yaşamı CHP lideri Baykal'ın attığı "ip" sayesinde kurtulmuştu. Siyasilerimizin ip atma geleneğinin ne denli köklü olduğunu göstermesi açısından not edilmesi gereken bir detay)

Ayrıca AKP, "hukukun teminatı" olduklarını da iddia ediyor. İddia ediyor ama bir yandan da "Adli ve İdari Yargıda Hâkim ve Savcı Adaylığı Yazılı Sınav, Mülakat ve Atama Yönetmeliği"nde yaptıkları değişiklikle yeni hâkim ve savcı adaylarını "mülakat" ile seçmeye kalkıyor! Bu uygulamanın kadrolaşmayı amaçlamadığı iddia edilebilir mi? Bu uygulamanın amacı bağımsız yargı ve hukukun üstünlüğü yerine "AKP'ye bağımlı bir yargı ve parti çıkarlarının üstünlüğü" değil de nedir? (Yönetmeliğin uygulanması Danıştay tarafından durdurularak Anayasa mahkemesine başvuru kararı alındı, süreç hâlâ sonuçlanmadı…)

Ya MHP? MHP'nin "teminatları ve samimiyeti" AKP'den çok mu farklı?

Devamını gör...

10 Ekim 2009 Cumartesi

(S)açılımcılar Bu Röportajı Okusunlar

.

“Türklük tehlikeye düştü. Kurtuluş Savaşı’na katıldım.”

Enver Behnan’ın İlk Millet Meclisi Dersim milletvekili Diyap Ağa’yla röportajı (Yeni Gün, 27 Temmuz 1931)


“Bizim memleket ahalisi Kürtmüş, orada bir Kürt Hükümeti kuracaklarmış, bunu duyunca kızdım”.
“Biz Kürt değiliz, biz Türk’üz.”
“Türklük tehlikeye düştü. Kurtuluş Savaşı’na katıldım.”
“Allah Büyük Gazi’ye çok ömür versin, kıymetini bilelim.”
Millet Meclisi’nin ilk azalarından Diyap Ağa’ya Karaoğlan’da rast geldim. Felaket ve zafer günlerinin bu bir hatırası olan bu aksakallı ihtiyara yaklaştım. Selam verdim ve kendimi tanıttım. Ertesi günü Natbantoğlu Hıfzı Bey’le beraber misafir kaldığı Kayseri Oteli’ne gittik. Otelin avlusunda bu tarihi şahsiyetle karşı karşıya idik. İri ak kaşlarını kaldırdı, mavi gözlerini gözlerime dikti:

Devamını gör...

9 Ekim 2009 Cuma

Tek bir Türk’ün bile planlarını bozabileceğini biliyorlar!

.

Türk’e ve Türklüğe ait ne varsa küçümsemeyi, ona ait değerlerin güya ne kadar basit ve temelsiz olduğunu her fırsatta iddia etmekten utanmazca haz alanlar, “Bir Türk dünyaya bedeldir” sözünü de “Türk’ün Türk’e propagandası” olarak tanımlayıp sözümona bu milleti küçümsemeye çalışırlar. Halbuki, bu temelsiz bir söz değil, bizatihi ispat edilmiş bir sözdür. Bunun ispatı da bizatihi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün kendisidir.

Memleketin dört bir yanında ihanet ateşleri yakılırken ve düşman bütün pervasızlığı ve gücü ile anayurda saldırmışken, bütün dünyaya meydan okurcasına; “Ya istiklal, ya ölüm!” diyerek tek başına ayağa kalkmış ve bütün mesuliyeti tek başına üstüne alarak, milletini içine düştüğü cehennem çukurundan şerefle çıkarmak başarısını göstermiştir. O halde sormak lazım; “Bir Türk dünyaya bedel midir, değil midir?”

İşte, konuyla ilgili önemli bir makaleyi bu sebeple dikkatlerinize sunmak istiyorum:


"Milletin başına belâ olan kuvvetler!"

Hayır, hayır kimseye hakaret etmiyorum, etmem de zaten; fakat bir ülke parçalanırsa, neler olacağını hatırlatmak istiyorum:

Devamını gör...

5 Ekim 2009 Pazartesi

"ERGENEKON" MESELESİ VE "DARBECİLİK"

.

Eskilerin "feraset" dedikleri aslı "firâset" olan bir kelime vardır; 'anlayışlılık, çabuk seziş' anlamına gelir. Bu mânâda Türk milleti ferasetli bir milletti ama anlaşılıyor ki, bu "ferasetinden" çok şey kaybetmiş ya da kaybettirilmiş!




Kavramlar önemlidir, hele bir propaganda ustası için daha da önemlidir. Hedeflenen eylemlere ilk olarak "kavramlar" üzerinde "oynamalar" yapılarak başlanır. Yoğun ve bulanık bir şekilde zihinlere zerk edile edile insanları sersemleten, en güvendiği dayanaklarına bile artık şüphe ile baktıran ve muhatabını "hedef eyleme" müsait bir şekle sokmakta en etkili olan, işte bu "genetiği değiştirilmiş kavramlar"dır.

Devamını gör...

HAKKI MÜDAFAA OLMADAN "HATTI MÜDAFAA" OLMAZ!

"HAK" önemli bir kavramdır, 'hak etmek', 'hak edebilmek' de bir o kadar önemlidir. "Hakkı için mücadele etmek" ve bu uğurda can vermek insanı "şehitlik" mertebesine yükseltecek kadar da dinen kutsanmış bir durumdur.

Şimdi bu duruma göre insanın mazlum (zulme uğramış) olabilmesi için hakkını müdafaadan tamamen aciz bir durumda olması gerekir. Milleti için acziyet kabul etmeyen Mustafa Kemal, bu sebepten "ya istiklâl, ya ölüm!" emrini vermiştir. "Bu millet esir yaşayamaz, esir yaşamaktansa ölsün, daha iyidir" kararı altında bu anlayış yatar. "Hak verilmez, alınır" özdeyişi de bu durumu anlatır! Zalimin zulmüne karşı seslerini yükseltmeyenlerin zulümden şikayete hakları yoktur! İtirazın yükselmesi, kişinin kendine, kendi emeğine olan saygısıyla birebir orantılıdır.

Devamını gör...

2 Ekim 2009 Cuma

"DEVLET" VE DEVLET ADAMLIĞI

.

Herkesin bizimle ilgili bir hesabı var, bizim, en meşru haklarımızı elde etmek için bile bir hesabımız yok! Köşeye sıkıştırılmış bir boksör gibi habire gelen yumrukları savuşturmaya çalışıyoruz.

Geleceğiniz ve güvenliğinizle ilgili bir ulusal siyasetten yoksun olmanın doğal sonucu budur! 

"Yurtta sulh, cihanda sulh" bu demek değildir!

Barış, refah ve özgürlük istiyorsanız, bunu sağlayacak gücünüz ve kararlılığınız olmalıdır! Birilerinin gücünden çekinerek, kendinizi onunla iyi geçinmek zorunda hissederek, GÜÇ'ün ortak kabul etmez olduğunu dahi bilmezden gelip, kendi kendinizi birilerinin stratejik ortağı olduğunuz fikri ile avutarak, onun ağzına bakarak, her dediğine evet diyerek, ne bağımsız kalabilir, ne de müreffeh bir ülke olabilirsiniz!

Gücünüzün farkında olacaksınız, geçmişinizi bileceksiniz ve milletinize dayanıp onunla bir bütün olacaksınız ki, diğerleri sizin hakkınızda hesap yaparken bin kere düşünmek zorunda kalsınlar.

Devamını gör...

1 Ekim 2009 Perşembe



Devamını gör...
 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.