4 Eylül 2009 Cuma

Lider Kimdir?

.

(Hızla değişen, (ya da değiştirilen) gündem sadece siyasetle sınırlı kalmıyor. Siyasetin yanısıra tarihimiz ve kültürümüzle de ilgili doğru bildiğimiz ne varsa hepsine, bozmak, kafa karıştırmak için el atılıyor! Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti Mustafa Kemal'den sonra bir lider bulamamanın sıkıntısını yaşıyor. Yaşamakla da kalmıyor, "Lider" diye ortaya çıkanların hali de bu makalenin önemini daha bir artırıyor.)

İngiliz gazeteci, Sîna dağında karşılaştığı bir Bedevi’ye sorar:


“Sence lider kimdir?”

Bedevi “bir târif yapmak yerine, bir hikâye ile sorunuza cevap verebilir miyim?” der.

Gazeteci “Elbette, anlat hikâyeni” diye cevaplar.


Bedevi anlatır:


“Benim gibi bir Bedevi, devesinin üstünde ve kızgın güneşin altında, Sîna Çölü’nde yol almaktadır. Birden ufuk çizgisi kararır, gökyüzünde nâdiren tek tük görülen kuşlar, bu kez toplu halde, karanlığın aksi istikametine doğru, telâşla kanat çırpmaktadır. Çölün mutlak sessizliği, daha da yoğunlaşır sanki. Tecrübeli Bedevi bu alâmetlerin şiddetli bir kum fırtınasının habercisi olduğunu hemen anlar. Devesini çökertir, üstünden iner. Heybeden aldığı sağlam bir kazığı kızgın kumlara çakar ve devesini sıkıca bu kazığa bağlar. Sonra yine heybelerden, katlanmış parçalar hâlinde çıkardığı küçük çadırını alelacele kurup, içine girer ve kapı örtüsünü her iliğinden düğümler.


Son düğümü henüz atmıştır ki, fırtına bulundukları bölgeye ulaşır. Küçük çadır havalanacakmış gibi sallanmakta, rüzgârın oluşturduğu kum sağanağı neredeyse delip geçecek bir hızda çadır yüzeyine çarpmaktadır. Her kum tânesinin, boyları küçük fakat verdikleri acı büyük oklar gibi bedenine saplandığı deve, dile gelir:


“Efendi, canım çok acıyor. Hiç olmazsa başımı çadıra sokmama izin verir misin?” der. Dışarıda olmanın ne kadar zor olduğunu iyi bilen Bedevi, zavallı devenin bu dileğini kabûl eder ve “Peki, başını çadıra sokabilirsin” diyerek, kapıyı bağlayan düğümleri boşaltır.


Durmak bir yana, fırtına giderek daha da gemi azıya almaktadır. Deve, sâhibine tekrar yalvarır “Efendi, derimin en ince olduğu yer boynumdur ve şu an çok acıyor. İzin ver, boynumu da çadıra sokayım”.


Biraz ikirciklenmeyle, bu isteğe de “Peki” der Bedevi.


Fırtına, sanki sonsuza dek sürecek gibidir. Deve bu kez, ilk ikisinden daha acıklı bir sesle yalvarır “Efendi, ne olur, hörgücümü de çadıra sokmama izin ver”


Bedevi bu son isteği de kerhen kabûl eder. Ancak, hörgücün de içeri girmesiyle, küçücük çadırda artık kımıldayacak yer kalmamıştır.


Bu duruma, Bedevi’den önce, deve tepki gösterir “Efendi, bu çadır ikimize dar geliyor. Sen dışarı çıkıp, başının çaresine baksan”…


“Lider kimdir” demiştiniz; bu hikâyeyi mesnet alarak cevap vereyim;


Lider; devenin başını dahi, çadıra sokmasına izin vermeyen insandır… ”


***
Atatürk’ten sonraki lider İsmet İnönü Köy Enstitüleri’ni kapatarak ve kendini ona ikame etmeye kalkarak cumhuriyet inkılâplarının kırsal bölgelere uzanan kollarını kopardı.


Sonraki lider Menderes, dini politik bir enstrüman olarak kullanma geleneğini başlattı. Dini hurafelerden, siyasî spekülasyonlardan arınmış bir şekilde halka öğretecek aydın din adamları yetiştirmek üzere kurulan İmam Hatip liselerinin misyonunu ters çevirdi.


Sonraki lider Demirel, Menderes’ten de baskın çıktı. Tarikatlar üzerinden siyasî ikbâl aramaktan çekinmedi.


Arada gelen ve çoğumuz tarafından, Cumhuriyet inkılâplarının, lâisizmin ve demokrasinin seçkin temsilcisi olarak gördüğümüz bir başka lider, Fethullah Gülen ile muhabbetli olmaktan sonuç bekledi.


Sonraki lider Özal zâten muhibbin-ı tarikat olduğunu, gizlemeye gerek bile duymadı.


Sonraki lider Erbakan döneminde, tarikat şeyhleri, başbakanlık protokolünün liste başındaydılar.


Modern Türk Kadını imajını güçlü bir rüzgâr gibi arkasına ve oy portföyüne alıp, başbakan olan Çiller, nabzını tarikatlara tutturdu.


Ecevit’li, Bahçeli’li, Yılmaz’lı hükûmet tarikatların ve dipten gelen dalganın sırtını sıvazlamaya devam etti.


Özetle…


Atatürk’ten sonra gelen bütün liderler; devenin çadıra girmesine izin verdiler. İzin vermenin ötesinde, teşvik ettiler.




Özetle…


Biz de Bedevi’nin hikâyesini mesnet alırsak, ortaya şu sonuçlar çıkıyor:


1) Türkiye “10 Kasım 1938”’den beri, varlık sebebi olan Cumhuriyet’i gerçek anlamda savunan bir liderden mahrum olarak, 69 yıl geçirmiştir.


2) Bu dönemde gelen istisnâsız bütün liderler, kendi siyasî pazarlamalarını, Cumhuriyet’e ve Cumhuriyet İnkılâpları’na “vurmak” üstüne kurulmuş stratejilerle yapmışlardır.


3) Yaklaşık üç nesle tekabül eden bu zaman zarfında, Türkiye’nin millî eğitim politikası “teokratikleştirilmiştir” ve “teokratikleştirilmektedir”.


4) 29 Ekim 1923′te gerçekleştirilen “devrim”, bilâ-fâsıla tam 84 yıl süren bir “karşı devrim” ile tasfiyenin son aşamasına gelmiştir.


Son söz: “Başını rica ile çadıra sokan deve, artık sâhibini dışarı dâvet etmektedir”…


“Deve” deyip geçmeyin; kini çok derindir. Sizi çadırın dışına atacak kadar…


***


MKD yorumu:


Bu yazıyı ben klâvyeye almadım, kaynağını da bilmiyorum. Buna mukabil, Türkiye Cumhuriyeti tarihini, Arabizm esprisiyle de süsleyerek, pek güzel özetlemiş.


Mütareke medyası askerin sükûtunu, meclise gelmeyişini görmezden geliyor. Bu iktidarın yaptıklarına ve hele bundan sonra yapacaklarına bun memleketin tahammülü yoktur. Çünkü Kürtçüler’in ilk işi eyâlet isteyip ortalığı karıştırmak olacaktır ve görünmez el düğmeye basıldığı anda ortalık birbirine girecektir. Bu arada deprem de olursa, doğrudan ülkemize girecek ve Sevr’i aratacaklardır.


Her gün iki üç şehit verilmesi vak’ayı âdiyeden hâle getirilerek iyice duyarsızlaştırılıyoruz. Böyle giderse, Türk olmaktan utanır, bunu söylemekten çekinir olacağız.


Bunu ben görüyorum, elbet görmesi gereken epey göz de görüyor. Görecek göz kalmasını beklemeye de tahammülümüz yok!


Demokrasi endüstri devrimini gerçekleştirmiş, proletaryası eğitimli ve şuûrlu, başka ülkelerin artık değerlerini sömürebilen ülkelerde var olabilmiştir. Meselâ dünyanın en büyük gücü olan ABD’de aslında tam bir oligarşi vardır. Halk müthiş câhildir, uyduruk iki parti vardır. Halk bunların seçim kampanyalarıyla afyonlanır, seçimlerde de kendilerini idare edecekleri seçecekleri seçerler. Kim seçilirse seçilsin, 250 sene önceki politikalar aynen yürütülür. Kafa kaldırmaya kalkanlar da kazaya kurban gider, suikastla ortadan kaldırılır veya son seçimlerde olduğu gibi, alenen oy sahtekârlığı ile sistemin adamı seçtirilir.


Avrupa’da demokrasi vardır. Bu sebeple de ABD’yi hiç sevmezler ve Avrupa Birleşik Devletleri’ni kurmaya çalışırlar ama sistem buna da izin vermeyecektir, vermiyor. Zâten yirmi otuz sene içerisinde girileceği söylenen Avrupa denizlerin altında kalacak ve balıkadamların ülkesi olacak!


Mutlaka bir şeyler olacak, biliyorum ama umarım altından kalkacak organizasyon ve bilirkişi koordinasyonu ile olur. Yoksa gene yüzlerine gözlerine bulaştıracaklar; üstelik bu seferki müdahale ABD destekli değil, ona ve bütün Batı’ya rağmen ve onlara karşı olacak.






Prof. Dr. Mehmet Kerem Doksat – İstinye - 29 Ağustos 2007 Çarşamba

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.