20 Ağustos 2009 Perşembe

"İman, imkân yaratır"


Türk Milleti!




Hatalıyız ve hatamızda ısrarcı olduğumuz için suçluyuz!..

Sahipsiz, kontrolsüz ve bakımsız bırakılan her şey gibi, devlet de sahipsiz bırakılırsa yıpranır! Çağa uyacak, zamanı yakalayacak, teknolojiyle barışık, ilme-fenne katkı veren bir millet olmazsa; devlet, unutulmuş olur. Terk edilmiş görünümü verir ve gerekli zamanlarda, gerekli onarımlar yapılmadığı için yıpranır!

“Aslî unsurlarıyla yönetilmeyen milletler için, izmihlâl mukadderdir” tesbîtinde de, devletin sahipsiz bırakılırsa, yıpratılacağı gerçeği saklıdır.

Haçlı-Yahudi ortaklığı ile Filistin’de yapılan zulmü; grup toplantılarında heyecanla anlatan ve bir vaiz üslûbuyla İsrail’e lânetler-beddualar yağdıran ama, Meclist’en İsrail’i kınama kararı çıkaralım teklifini reddettiren, BOP Eş Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın; “Dindar Cumhurbaşkanı” tarifini hatırladım, utandım!..

Hatırlayınca da; sağlığında ve ölümünden sonra, dinsizlikle “ittiham” olunan ama Peygamberimiz (s.a.v.)’in türbesini yıkmak isteyen Suudiler’e; “Bir tek taşına elinizi sürerseniz, askerimle aşağı inerim” diye telgraf çeken ve Filistin’le ilgili, Peygamberimiz (s.a.v)’in buyruğuna uymak için; “Hemen şimdi kanımızı dökmeye hazırız” diye, seksen yıl önce Meclis’te kükreyen Türk’ü, Atatürk’ü hatırladım. İki kere daha utandım!

Yaşar Nuri Öztürk; "İman, imkân yaratır. Ama imkân, iman yaratmaz". Kurtuluş Savaşı’nda, imkânımız yoktu ama imanlıydık, kazandık. Şimdi her imkânımız var ama îman nerde?!” diye soruyordu. Ve Mehmet Akif; “Eeeey dipdiri meyyiiit! İki el bir baş içindir / Sahipsiz milletin batması haktır / Sen sahip olursan bu millet batmayacaktır.” diye uyarmıştı.


 
Mustafa ASLAN / tokkali@gmail.com / 11/01/2009




* * * * *




TÜM oluş ve erişlerin, tüm zaferlerin iki temel dayanağı vardır: İman ve imkân.


İmanla imkânın ilişkisi çok esrarlı bir ilişkidir. Tarihi yazanlar, ama daha önemlisi tarihi yaratanlar bu esrarlı ilişkinin vücut verebileceği sonuçları çok iyi tahmin edebilen insanlardır.

Tarih yaratmak, imanla imkân ilişkisini iyi tahlil etmeyi, değerlendirmeyi kaçınılmaz kılmaktadır.

Üzerinde olduğumuz konu açısından, sadece Tanrı'nın değil, tarihin de imzaladığı gerçek şudur:

İman yoksa imkân hiçbir işe yaramaz; ama iman varsa imkânın azlığı zaferi engelleyemez.

Daha açık ifade edelim:

İman, imkân yaratır ama imkân iman yaratmaz. Tam tersine, imkânın bolluğu, imanı zaafa uğratabilir. Çünkü imkân bolluğu gevşeme, pelteleşme, gurur ve yozlaşma getirebilir.

Tarih yaratanların en büyüklerinden biri olan Mustafa Kemal, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a, dümeni bozuk, çürük bir tekne yerine, güvertesinde hizmetçilerin dolaştığı görkemli bir vapurla gitseydi, mayalandıracağı savaş Kurtuluş Savaşı değil, İngilizlere manda olma savaşı olurdu.

İman varsa imkânın azlığı ilave kuvvet oluşturur. Yani iman varsa imkânın azlığı güce dönüşebilir. Güçsüzlerin gücünün korkutması bundandır.

Türkiye, Atatürk'ün ölümünden itibaren imkân yiyenlerin yönettiği ülke oldu. Büyük bir imkândı yedikleri. Öyle bir imkân ki, bugün hâlâ, kendisine sövenleri bile lütuflandırmaya devam ediyor.

Atatürk, çok büyük bir imkân yaratmıştı. Ona en küçük bir ekleme yapılsaydı Türkiye bugün Japon mucizesini geride bırakmış olacaktı. Ama hiçbir ilave yapılmadı. Çünkü Atatürk sonrasındakilerin hiçbirinde yaratıcı diyalektikten nasip yoktu. Hepsi imkân yiyici, hazırcı idi. Türkiye'de imkân yiyenlerin dincisi ve liberali ile geldikleri ve ülkeyi getirdikler yer ortadadır. Bunlarda yaratıcı iman olmadığı için sürekli imkân yediler ve tükendiler.


Yaşar Nuri Öztürk / haberturk.com / 11.06.2009

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.