3 Ağustos 2009 Pazartesi

EVET, BİR "SORUNUMUZ" VAR!
















Asıl sorun nedir ve sorumluları kim midir?

Mustafa Kemal Paşa gibi büyük bir adamı hakkıyla anlayabilmek kapasitesinden yoksun olan bütün siyasi iktidarlar ve onların mensuplarıdır!

1938'den sonra, kendilerine tertemiz bir şekilde bırakılmış "başı dik, alnı açık" Türkiye Cumhuriyeti'ni, "milletinin gücünü" küçümseyerek ve "batının gücü"nü daha yüksek görerek ve bu korkaklıkla, her hâl ve şartda "bir tatsızlık çıkarmamak uğruna" kendi meşru haklarımızı dahi dile getirmekten çekinenlerdir!

İşte böyle, çekine korka memleketin kimlerin eline geçmesine sebeb oldukları da malumunuzdur!

"Milletinden başka büyük tanımayacaksın, milletinin gücünden başka da bir güce dayanmayacaksın, ölüyor olsan kimseye el açmayacaksın! şayet bilebilirsen; bu aziz vatan ve üzerinde yaşayan milletin seni hiç kimseye ve hiç bir şeye muhtaç etmeyecek kadar zengin, güçlü ve buna 'muktedir'dir"

Yerlerde sürüklenerek, şeref ve haysiyeti beş paralık edilmek istenen bu büyük millet'i elinden tutup kaldırarak medeni milletler içerisinde söz sahibi yapan ve kendisini övenlere: "Böyle bir sıkıntılı bir anda beni ortaya çıkaran bu millet değil midir? Beni de bir Türk anası doğurmadı mı? Öyleyse bunun şerefi bana değil bu millete aittir" diyebilecek kadar da tevazu sahibi olan bu büyük insanın o çok önemli fikirlerini iyice içimize sindirmeden bu belalı durumdan çıkmanın başka bir çaresi yoktur!

Öyleyse;

Memleketin şerefi ve namusu böylesine ayaklar altına alınmışken, bu genel şerefsizliğin yıkıntısı ve ezikliği altında, her TÜRK'üm diyene de bir pay düşer! Millete önderlik etmek üzere yola çıkmış insanların herhangi bir mazerete sığınmak gibi bir "lüks"leri yoktur! Netice değişmedikçe bütün söylenenler boştur! Bu milletin önüne bir iddia ile çıkmak basit bir iş değildir! Sözünde duramamak durumunda isen ve "bazı hususların seni aştığına" inanıyorsan ve her şeyden önemlisi, "samimi" isen milletinden özür dileyecek, işgâl ettiğin makamdan derhal çekilecek ve sıradan bir vatandaş gibi gücün yettiğince millet adına mücadeleye devam etmek istersen edeceksin! Yoksa durumu, "mış" gibi yaparak idare etmeye kalkışırsan bu millet sana her an ummadığın bir cevap verebilir ve öylece ortada kalakalırsın!

Bundan sonra ne mi yapacağız?

Ne yaptık da bu hale düştük? Önce onu sorgulayacağız!



Yani:
Bize yepyeni, ipoteksiz ve müstakil bir şekilde miras bırakılan bu mukaddes vatanın kıymetini ne yazık ki bilemedik! Bizler bu bin bir türlü nimetlerle dolu olan bu vatanda, bizi bizden olmayanları başımızda tutup yükselttiğimiz için, bugün yarı aç yarı tok yaşamaya mahkum bir şekilde, adeta kömürlüklerde yatıp kalkarken, onlar ve efendileri bizim sırtımızdan saraylarda yaşıyor ve bize hükmediyorlar! Allah'ın bahşettiği akıl nimetinden, bilgiden, bilimden, tarihten bîhaber yaşadık. Gün geldi; kimimizi sağcı ettiler, kimimizi solcu! Sen sünnisin dediler, sen de alevi...dediler de dediler! Ne olduğunu çok iyi bildikleri gücümüzle bize birbirimizi kırdırdılar! Çünkü bu millettin sahip olduğu cevherler birleşmemeliydi!

Bilirsiniz; bakır ve kalay yumuşak cevherlerdir! Ama yüksek bir ateşte bir arada erirlerse TUNÇ gibi sert ve dayanıklı bir maden haline gelirler!

TUNÇ olmak gerekli ama ben bakır olarak kalmak istiyorum demek gibi bir abeslikte inada hâlâ devam etmeyeceğiz! Bunda ısrar edenlere: Hangi paye, hangi makam ve hangi bedel vardır ki, bu vatana sıradan bir nefer olarak bile hizmet edebilmek şerefinden daha üstün tutulabilsin! diyeceğiz.

Öyleyse; Mustafa Kemal Atatürk’ün yaktığı o yüksek milliyetçilik ateşiyle yeniden bir araya gelip eriyecek ve TUNÇ haline, yeniden TUNÇ BİLEKLİ TÜRKLER haline geleceğiz.



Var mı başka yolu!




0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.