28 Ağustos 2009 Cuma

Dağarcığınızda ne varsa dökün!


















“ Yıl 1927.. Ankara’nın yoksul ama onurlu günleri... Savaş kazanılmış, bir avuç insan, bağımsız ve özgür bir ülke kurmanın peşindedir. Ancak ne yeterli para, ne de yeterli eğitimli insan vardır. Milli Eğitim Müsteşarı Kemal Zaim Sunel, afla çıkan siyasi hükümlü Şevket Süreyya Aydemir’i, Yüksek Teknik Öğretim Genel Müdür yardımcılığına atarken şunları söyler:

“Hangi ülke kendi çocuklarına bizim kadar muhtaçtır? Hangi millet bizim kadar yoksuldur? Öyle bir işin içindeyiz ki, herkes dağarcığında ne varsa ortaya dökmelidir.”(1)

Türkiye, “dağarcığında ne varsa” dökenlerin gerçekleştirdiği ulusal bağımsızlık ve yarattığı toplumsal gönençle bugüne dek ayakta kaldı; elli yıllık ihanete direnebildi. Ancak bu kutsal miras artık tükenmiştir. Yasal ama meşru olmayan iktidarlar, yabancılarla el ele vererek; “kişisel çıkarlarını sömürgecilerin siyasi istekleriyle birleştirmişler”, “halkı yokluk ve yoksulluk içine sürüklemişler”, “liman ve tersanelerimize girilmesine” göz yummuşlardır; Türkiye işgal edilmiştir.


Yüce Türk ulusu,


İşgal, direnilmediği sürece artık, asker ve silahla yapılmıyor; ekonomi, siyaset ve ihanetle yapılıyor; emperyalizmin hizmetine giren işbirlikçiler, “kraldan çok kralcı” davranışlarla ülke değerlerini yabancıların kullanımına açıyor; medya, para ve dış destekle ayakta tutulan “partiler”, aynılaşıyor ve bir tür tek parti düzeni içinde sırayla iktidara gelerek aynı şeyleri yapıyor; yoksul ve örgütsüz kılınan halk siyasetten uzak tutuluyor ve “seçim”lerle bezenmiş bir demokrasi oyunu oynanıyor. Varsıl daha varsıl, yoksul daha yoksul oluyor; Türkiye’yi, göz göre göre kaybediyoruz.


Ey Türkiye’de yaşayan herkes,

Ekonomik güçsüzlük ve kültürel yozlaşmadan etkilenip, olay ve gelişmeleri tüm boyutlarıyla, göremiyor olabilirsiniz. Kaderinize razı olup, çaresizlik içinde kabuğunuza çekilmiş olabilirsiniz. Ancak yaşayarak görüyorsunuz ki, olayların sonuçlarından kurtulamıyorsunuz, durumunuz her geçen gün daha kötüye gidiyor; sizinle birlikte ülkenizi de karışık bir gelecek bekliyor. Bunu görmemeniz mümkün değil.

Yaşam bize bir mücadele dayattı. Eğer insanlık değerlerimizi tümden yitirmediysek, bu mücadeleyi, yüzyılın başında olduğu gibi bugün de kabul etmeliyiz; bundan kaçınamayız. Gelinen aşama artık, durumu sürdürme ya da elindekini koruma değil, varlık - yokluk noktasıdır.

Ülkemizi, yani namus ve onurumuzu korumak zorundayız. Şimdi, yoksuluz ancak çok yakında hem daha yoksul hem de onursuz olacağız; çünkü ülkemizi tümden yitirmek üzereyiz. Kendimize gelmeliyiz, kendinize gelmelisiniz. Irak’ta, Süleymaniye’de, Washington ya da Brüksel’de olanları görünüz; üzerimize geliyorlar; yakında çullanacaklar; buna hazırlıklı olunuz.


“Herkesin dağarcığında ne varsa ortaya dökmenin” zamanıdır. Biz sıradışı bir ulusun çocuklarıyız. “Dağarcığımız”dakileri döküp bir araya geldiğimizde yenilmez bir güç oluşturacağımızı göreceksiniz; Kendi gücümüzün, Türk ulusunun gücünün farkına varalım ve mutlaka örgütlenelim; bunu gözünüzde büyütmeyin. Bir’ken iki, iki’yken beş olun ve bulunduğunuz kentlerde, köylerde Kuvva-i Milliye ateşleri yakın; siyasal, inançsal ya da etnik ayrılıkları bir kenara bırakıp birleşin; ulusal duruşa geçin; yere dik basın.

Eğer bunu yapmazsak, bizden önce “dağarcığındakileri” ortaya döküp bu ülkeyi kuranların yüzüne nasıl bakabiliriz; çocuklarımıza ne söyleyebiliriz; hepsinden önemlisi insanız diye nasıl ortalıkta dolaşabiliriz.



Metin Aydoğan

-----------------------------------------------------------

1. “Suyu Arayan Adam” Şevket Süreyya Aydemir, Remzi Kitapevi, 8. Basım, 1993, sd. 414

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.