1 Ocak 2009 Perşembe

İstanbul’un köpürtülen zehirli rantı Anadolu'yu kurutuyor


TOBB Ekonomi Üniversitesi öğretim üyesi, TEPAV Direktörü Prof.Dr.Güven Sak, bölgesel dengesizliğimizle ilgili bir tartışmaya Radikal’deki köşesinde kapı araladı. 

Güven Sak’ın 6,10,13 Ocak tarihli yazılarında yer alan bazı önermeleri şöyle; 

“Bursa, Gaziantep ve Diyarbakır bu kadar güdük kaldığı için, İstanbul bu kadar irileştiği için biz böyle vasat kaldık ve de milletçe dedikoducu olduk. Sayın Başbakan’ın Türkiye hayalinin İstanbul’un daha da irileşmesinden ibaret olması bundandır”
 (6 Ocak). 

“Bursa’nın, Diyarbakır’ın ve Gaziantep’in güdük kalmasının nedeni Türkiye’nin idari yapısıdır. Böyle bir ülkeyi merkezden sımsıkı kontrolle yönetmeye kalkarsanız, İstanbul irileşir, öteki şehirler güdük kalır” (10 Ocak). 

“İrileşen İstanbul, diğer şehirlerimizin beceri kaynaklarını kendine çekmekte ve bölgesel dengesizlikleri arttırmaktadır. İstanbul’un irileşmesinin nedeni, İstanbul’un bağlantılarının (connectivity) iyi olmasıdır”(13 Ocak). 


“Türkiye’nin artık çok merkezden dünyaya bağlanmayı düşünmeye başlamasında fayda vardır. Artık her vilayet kendi yatırım iklimini komşusundan nasıl daha iyi hale getirebileceğini hesaplamalıdır” (13 Ocak). 




***


Güven Sak, bu meselenin, renksiz Anayasa tartışmalarına taşınmasını da öneriyor.

Bu 3 günlük tartışma yazılarında Çin’in ve Honduras’ın, “Serbest Bölge-şehir” deneyimlerinden söz ederken Türkiye için de benzer şeyler mi öneriyor, sorusuna yanıt bulamadım. Ama, açılan tartışma yerindedir. 




***


Sorun, belli : 

Sermaye birikimi, artan ölçüde, Anadolu kentlerinin aleyhine, İstanbul coğrafyasında, kentrantı üstünden sürdürülmekte,İstanbul da bu nedenle irileşmekte , (büyümektedir diyemiyorum), azmanlaşmakta, ülkenin bütün enerjisini soğurmakta, ama o ölçüde de sorun üstüne sorun üretmektedir. 

Bu talancı, yağmacı süreç, ne eşsiz bir miras olan İstanbul’un , ne de Türkiye’nin hayrınadır…Plansızlık, kar uğruna kısa görüşlülük, geleceğimizi tüketmektedir. 

İstanbul böyle yağmaya açıkken, “İki çıplak bir hamama yaraşır” misali, “Anadolu kentlerini yarıştırma” ezberiyle de bir yere varamayız. 

Sermayeyi, İstanbul’a çeken nedenleri bulup çıkarmalıyız. O da İstanbul’un köpürtülen zehirli rantıdır. 

Bir örnek, durumu aydınlatmaya yetecektir. 

Yatırımları Manisa’da yoğunlaşan Zorlu(Vestel), sanayi yatırımlarını geliştirmek varken, İstanbul’da emlak yatırımına girişti. 2007’de, Levent Karayolları arsasını Özelleştirme İdaresi’nden 800 milyon dolara aldı. 

83 bin metrekarelik araziye, AKP’nin inayetiyle, 683 bin metrekarelik inşaatı,hukuku da çalımlayarak, dikti (oysa hak, 240 bin metrekaredir) ve İstanbul’un hem dokusuna, hem geleceğine hayrı olmayan, ama kendisine devasa rant sağlayacak beton yığınını yarıladı bile. 

Kabahat Zorlu’da mıdır?

Kabahat, daha çok, ona ve benzer yatırımcılara bu kapıyı ardına kadar açan, İstanbul’un kent rantını, vergileme yerine, olduğu gibi bu balinalara bahşeden ve onlara, dış uzantılarına, Galataport, Haydarpaşaport, 3. Köprü, Kanal İstanbul, İstanbul Finans Merkezi ve daha nice yağma Hasan böreğini sunan, İstanbul kent toprağına üşüşmelerine yol açan sığ, mirasyedi zihniyettedir. 

Bu baştan çıkartıcı, ama uzun vadede herkesi zehirleyecek İstanbul rantını elbette AKP iktidarı keşfetmedi, öncesi vardır.

1980 başlarında zuhur eden, “İstanbul’u küresel kent yapıp satmak” zihniyetinin beslenmesiyle bu boyutlara varmıştır talan. 

İstanbul neden irileşmektedir? 

Çok açık; burjuvazimiz yüksek katma değerli sanayiye yönelip uluslararası rekabete çıkma cesareti ,becerisi gösteremediği için… 

Kent rantına konmanın kolaycılığı önüne serildiği için. 

Sorun, ne İstanbul’un yol ağları yönünden avantajlı olmasındadır (bu bir sonuçtur), ne “merkeziyetçilik”tedir. 

Sorun, İstanbul’un kent rantının köpürtülmesi, kışkırtılması, sanayi karından daha cazip hale getirilmesindedir. 

Öyle olmasa, eskinin sanayicileri Eczacıbaşı, Tekfen, Boyner, Dinçkök, Akın, sanayiyi Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana teşvik eden İş Bankası ve son olarak 3 emlak şirketi kuran Koç Grubu, İstanbul toprağına niye üşüşsünler? 

Siz, bu holdinglerin Anadolu’da son yıllarda herhangi bir yatırım çabasına şahit oldunuz mu? 

Niye yapsınlar? 

Onları her tür İstanbul yatırımından caydıracak, soğutacak, Anadolu’da gerçekleştirilecek üretken bir yatırıma yönlendirecek samimi, kararlı hangi çaba, teşvik, niyet var? 

Yüksek İstanbul rantı, İstanbul merkezli yüksek karlı finans, ithalat, özelleştirme avantaları varken, yüzlerini neden Anadolu’ya dönsünler, rekabetçi sanayicilikle niye cebelleşsinler? 




***


Bazılarının tüyleri yine diken diken olacak, biliyorum ama, İstanbul’dan nasıl uzaklaşılır ve uzaklaştırılır, sorusuna yanıt arayanlar, uzağa, başka ülke deneyimlerine bakmayı bırakıp1930’lar Türkiye’sine gitsinler. 

1930’lar Türkiye’sinde yapılan Birinci Sanayi Planı’nın mekansal tercihlerine, yatırım bileşimine ve gerekçelerine bakmaya cesaret etsinler. 

Öylesine derin dersler vardır ki…

Beş yıllık planın , o günün fiyatlarıyla 41 milyon TL’lik yatırımından koca İstanbul’a sadeceyüzde 5 pay verilmiştir. 

O da Şişe Cam’ın kurulması ve Bakırköy, Beykoz Sümerbank tesislerinin iyileştirilmesi için... 

Geri kalan yüzde 95 yatırım, Anadolu’nun muhtelif illerine yönlendirilmiş ve başarıyla tamamlanmıştır. İstanbul o dönemde göçten, kaostan uzak, en asude günlerini yaşarken, Anadolu’nun demir ağlarla, fabrikalarla makus talihi kırılmıştır. 

2012 Türkiye’si tabii ki, 1930’lar Türkiye’si değildir.

Bir nehirde iki kez yıkanılmaz, ama tarihten hiç mi ders çıkarılmaz, ya da çıkarılmak istenmez ?…





26 Ocak 2012 / Mustafa SÖNMEZ / CUMHURİYET GZT. 


26 Ocak 2012 / AÇIKİSTİHBARAT 












"İstanbul Yağması Anadolu'yu Kurutuyor"

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.