5 Ocak 2009 Pazartesi

AKP’NİN ALIK KEÇİLERİ

5 Nisan 2012

12 Eylül’ün güya yargılanacağı mahkemenin önüne toplaşanları gördükçe küçük dilimi yuttum. Neden insanlar bunun bir tiyatro olduğunu bile bile kendi gerçek acılarına figüran rolü verirler? Evlatlarını kaybetmiş insanlar, bir insan hayatının yaşayabileceği en büyük acıyı yaşamış insanlar, neden ‘sirk’ haline getirildiği bu denli aşikar bir ‘mahkeme’ önünde toplanır?
Aklım almıyor?
Zihnim rahatlamak bu akıl almaz durumu anlayabilmek için siyasi psikolojik sosyolojik bir anlam deliği arıyor.
On yılı geçkin süredir görüyorsunuz, AKP’nin Ermeni açılımını, Güneydoğu açılımını, Avrupa Birliği’ne girme açılımını, Kıbrıs açılımını, Habur açılımını, Dersim açılımını, 28 Şubat açılımını, açılımını. açılımını. Her biri ‘tiyatro, gösteri’.
Bu açılımların her biri sahne alırken medyada yüzlerce köşe yazarı yüzlerce sivil toplum, aylarca hatta yıllarca canla başla hakikatmiş gibi ekranlarda sabahlara kadar delirerek kudurarak rol aldılar. Bütün bu sonu gelmez yalanlar bu ülkenin on yıllarını heba etti, hala oyuna gösteriye sirke doymadılar mı?
Hepsi martaval palavra çıktı, buna rağmen AKP iktidarının bu ‘kandırmacılarına’ nasıl ve kimler alet oluyor?
Bu feci rezil durum ya delirdiğimizin alameti ya da dersimize iyi çalışmadık, vardır elbet bir psikolojik izahı diye kitaplardan kitaplara koşuyorum.
Bu ‘gösteriler’ tıpkı şuna benziyor, İngilizler’in II. Dünya Savaşı Sonrası askeri okullarında denediği ‘hayvanları delirtme’ tatbikatlarına.
Biliyorsunuzdur, Pavlov’un zil sesiyle mama verilip şartlandırılan meşhur köpek deneylerini. İngiliz askeri okulları tam tersini .yapıyor, önce mama verilecek diye köpekleri şartlandırıyor, ama sonra mama vermiyor, sonuç, hayvanlar deliriyor.
Zil sesine alışmış hayvanlar mamayı göremeyince şaşırıyor, sarsılıyor, havlıyor, huzursuzlaşıyor, velhasıl köpek dahi köpeklikten çıkıyor, işte on yıl sonrası ülkemiz insanın ruh hali.
Bu davalar artık bir halkı ‘delirtme’ tatbikatlarını da geçti.
Önce ortama medya vasıtasıyla büyük bir ‘gürültü’ bombardımanı sıkılıyor. Güya mağdurlar konuşturuluyor, heyecanlı atmosferler yaratılıyor, belgeseller yapılıyor, güya kurbanlar ekranlarda ağlatılıyor, geçmiş günbegün canlandırılıyor, ekran başında herkes ‘neye uğradığına şaşırıyor’ ve gürültü atmosferi ülkedeki iklimi ele geçirince resmi perde açılıp TİYATRO BAŞLIYOR….
Açıp okuyun Psikonevrotik Keçiler kitabını, savaşta depresyona girmiş askerleri eğitmek için kurulmuş ‘simülasyon’ tedavi merkezlerini, birinin adı: Savaş Gürültüsü Okulu.
Hastaların kovuşlarında tıpkı savaş sahnelerindeki gibi patlama sesleri mermi bomba sesleri oluşturulur ve hastalar yataklarında aynı sahneleri yaşamaktan bir daha sarsılır bir daha korkar.
Ve doktorlar hastaların ellerini sıkıca tutup, bu seslerle yüzleşmelisin, bu seslere alışmalısın diye telkinde bulunup, hastanın bu savaş atmosferinden korkmamasını (güya) sağlamaya çalışır. Ekranlarımız ve konuşmacılarımız tıpkı bu doktorlar gibi, on yıldır hangi yüzleşme paketi açılsa, ekrandan halkımıza söyledikleri telkin değişmedi: ‘yüzleşmelisin, hesaplaşmalısın’. Ancak ‘hesaplaşma’ sözünün ikincisi kelimesini hiç gelmiyor akıllara, yani ‘nasıl?’ diye kimse sormuyor.
Üstelik tam tersine sonuçlar alınır, Savaş Gürültüsüne tabii tutulmuş nevrotik hastalar, öyle hale gelir ki, artık yanlarında bomba patlasa, dünya yıkılsa, kılları kıpırdamayacak en küçük tepki vermeyecek derin sessizliğe, yani duvarlaşmaya eşyalaşmaya başlarlar.
Bu ‘yalandan’ tiyatronun finalinde mağdurlar, kuşkunuz olmasın, hayatlarının en sert acıları karşısında ‘duvarlaşacak’ ‘sessizleşecek’ ve hayatla siyasetle gündemle medyayla hukukla ilişkileri tam bir hayal kırıklığıyla sonuçlanacak.
Yani ‘ölmüş, işkence görmüş’ evlatlarının resimlerini kucaklarına alıp feryadın bini bir para katıldıkları bol gürültülü mahkeme önünde, sadece ‘zihinlerinde’ o acıları yaşadıkları günleri tekrar tekrar yaşamış olacaklar.
Şayet bir tiyatro deyimi ‘katarsis’ten söz ediyorsak evet, acıları yaşa ve kurtul, tamam. Ama olup bitenler tiyatro, katarsis değil, mahkeme ise, acılar daha da çözülmez düğümlere sarılacak. Unutmayın o acıları yaşamış insanların kendileri de kendilerine ulaşamayacak kadar korkunç dipsiz bir derinliğe gömülecek.
Yani, kaç zamandır Brezilya Karnavallarının yerini ülkemizde ‘hesaplaşma tiyatroları’ alıyor, acıları olan mağdurları medya marifetiyle tetikleyip kandırıp yeniden… yeniden. yeniden binlerce küçük kurnaz köşe yazarı siyasetçi marifetiyle sahneye sürülüyorlar. Artık ekranların her biri mahkemelerin hepsi devedikeni. 
Bu bir ‘acı yağmalaması’, bu bir ‘mağdur imhası’. Söyleyeceğimiz son sözümüz, kimin acısı varsa, kim haksızlığa uğramışsa, kollasın kendini DEVLETTEN ve SİYASİ HÜKÜMETTEN. Ve mahkeme sizi çağırıyorsa, size bir şey vermek için değil, sizden yüreğinizin köşesinde sönmeye yüz tutmuş mum ışığının yağını dahi çalmak, kullanmak, SİYASET’E SERVİS YAPMAK İÇİNDİR.
Kölelere bu sefer piramitleri değil AKP’nin DİKTATÖRLÜĞÜNÜ medyanın kırbaçlarıyla inşa ettiriyorlar.
Ve 12 Eylül’ün güya yargılanacağı mahkeme kapısı otuz yıldır yan yana gelmeyen her türlü siyasi görüşten insanı bir araya getiriyor, tıpkı Nuh’un Gemisi gibi.
Ne güzel diyeceksiniz, değil, aklıma Nagazaki Atom bombasından sonra, Amerikalılar’ın Pasifik’te Bikini adasında denediği atom bombası deneyleri geliyor.
Kimler etkileniyor diye aklınıza gelen her hayvanı Bikini adasına taşıyorlar, üstelik, bir çok hayvan, askerlere benzesin diye, asker traşı yaptırılıyor, askerlerin kullandıkları yüz el kremleri dahi yaptırılıyor, gerçek gibi yaşansın diye.
Bir tek hayvan canlı kalıyor bu deneyden, bilin bakalım hangi hayvan, sonradan askeri müzeye yerleştirilmiş ve Amerikan Tarihi’nin en kahraman hayvanı seçilen, bir DOMUZ.
Bombardıman ve peşinden ağır radyasyona karşın banamısın demeyen işte yazıyor kitaplar, bir domuz.
ŞÜPHENİZ OLMASIN, o mahkemenin önünde bu acı feryatlardan bu tiyatro gösterilerinden etkilenmeyen tek kişi kalacak:  o domuz’u hepiniz tanıyorsunuz.  Özal’dan Evren’den beri ülkemizin siyasetinde DOMUZLAR’IN uğultusunu hiç duymamış gibi, ekranlar gazeteler, domuz’dan tek satır bahsetmiyor.
Oysa bu toprakların onuru’nun ilk kuralıydı, mızrağı önce domuza saplayacaksın.
Hepimizin sorması gereken ilk soru siyasi hükümetin bu domuzlarla ortaklığıdır, ki, 12 Eylül’ü yapan iradenin de en büyük dostu, aynı DOMUZ’du.
Kardeşlerim, aradan geçmiş otuz yıl hala domuzların oyunlarına gönüllü katılıyoruz,  domuzların Orta-Doğu savaşına asker yazılıyoruz, kardeşlerim, bakın şu ekranlara bakın şu yazarlara, kimin kavalını dinliyorsunuz?
Gerçekte olup biten şudur, askerleri savaşa sürmeden önce, bir çok askeri okulda NEFRET TALİMİ yaptırılırdı, halen de başka şekillerde yaptırılır.
Savaş ortamı hazırlanır ve askerlere, vur, öldür, o düşman, yaşatma, kopart kafasını, deş kalbini. diye askerler nefes almaya fırsat bulamadan komutlar verilir.
Bu ‘hesaplaşma tiyatroları’ın her biri SİYASİ İKTİDAR’ın NEFRET KOMUTLAR’I.
Son yüzyıllık tarih içinde herkesin herkesle bir şekilde karşı karşıya geldiği her türlü acı’yı siyasi trajedi’yi yeniden yeniden aynen yaşatıp, dikkat edin, bir kendileri masum bir kendileri AK KAŞIK kalıyor.
Oysa hepiniz biliyorsunuz, 12 Eylül’ü ilk alkışlayanlardan biri Fethullah Gülen Hoca, ve hepimizin 12 Eylül’ünü hayata geçiren ÖZAL hükümetleri.
Özal ne mi yaptı, tıpkı Amerikalılar’ın Bikini Adası’na attığı atom bombalarından attı Türkiye Halkı’nın üzerine. Ve Keçiler’i adaya gönderip tepki veriyorlar mı diye denedi.
Sonuç, Keçiler hiçbir şey olmamış gibi hayatlarını sürdürmeye otlanmaya devam etti.
Keçiler’i bombardıman sonrası inceleyen bilim adamlarının raporları ise çok kısacıktı:
Keçiler ‘alık’ hayvanlardır, bombardıman ve radyasyon ‘alık hayvanlarda’ hiçbir etki yaratmaz, aynı bilimsel raporun tıpkısı yazıyor, ülkemizde seçimler ve siyasi anketler üzerine kafa yoranlar.
* Alıklık, insan evladını hiç yormayan yegane zahmetsiz ruh hali..
Nihat Genç
Odatv.com

0 yorum:

Yorum Gönder

 

"Allahsız Oğlu Allahsız"

Firavunların Laneti ile Damgalandı: "Allahsız Oğlu Allahsız" - Açık İstihbarat

Sizi artık ne gücünüz, ne malınız mülkünüz, ne gizli hesaplardaki paranız, gizli ortaklıklarınız, sansürünüz, RTÜK'ünüz, her yıl yenisini yaptırmakla övündüğünüz hapishaneleriniz, eteğinizi öpen basınınız, biat etmiş yargıçlarınız, silah arkadaşları bin bir iftirayla tutuklanırken size topuk selamı veren generalleriniz;

Ne öfke ve kin kusan diliniz, korku filmine dönen çehreniz, yalakalarınız, dalkavuklarınız, jurnalcileriniz, gaz bombalarınız, özel yetkili mahkemeleriniz, 'akilleriniz'...

Allah'ı kandırmak, güya günahlarınızın kefaletini ödeyip sıyırmak amacıyla, halkın parasıyla inşa ettirmeye giriştiğiniz cami-mabed'leriniz..

Hiç birisi kurtaramayacak demektir...

Devamı...

Perdenin arkasında hava kötü

Sürece Diyarbakır'dan bakınca...


Örgütün gizli ajandasını anlamamız
için son iki gün içinde yerinde teyit ettiğim üç noktayı kayda geçeyim:

1- Örgüte katılım artıyor.Yeni yapıda rol almak için dağa çıkanlar artıyor. Burada örgütün şöyle bir taktiği var. Çekilme adı altında gidenlerin ciddi bir kısmı bu yeni katılımlar. Bir yandan da tecrübeliler içeride bekletiliyor. Hem bölgedeki koordinasyonu yapıyorlar hem de olası bir yol kazası sonrası çatışmaya hazır bekliyorlar. Plana göre ekime kadar tecrübeliler çıkmayacak. Sonra da kar kış bahanesiyle kalmaya çalışacaklar.

2- PKK ağır silahlarını ve bombaları belli bölgelerde depoladı.
Etraflarını da bubi tuzakları ve mayınlarla çevirdi. Dolayısıyla ihtiyaç halinde lojistik sorunu yaşamayacak. Asker bir şekilde buralara girmek isterse de ağır zayiat verecek.

3- Örgüt bu süreci legalleşme dönemi olarak gördüğü için önceki gün yeni bir kampanyanın startını verdi. Bundan sonra herkes evine ve işyerine Öcalan posterleri asacak.

4- Örgüt uyuşturucu ekimine hız vermiş. Diyarbakır kırsalı esrar tarlalarıyla dolu. Diyarbakır neredeyse suç ihraç ediyor. 'Nasıl olsa çözüm sürecindeyiz operasyon olmaz' diye köylüleri de baskı altına almışlar.

Başka örnekler de vermek mümkün. Yani örgüt bir yandan çözüm/barış diyor ama öbür taraftan başka bir ajandanın yol haritasını uyguluyor.